*Fotoğraflar: bianet
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Erol Katırcıoğlu 29 Haziran'da Kronos Haber'e verdiği röportajda "Cumhurbaşkanı Erdoğan çözüm süreci için adım atsa HDP tekrar AKP ile uzlaşır mı?" sorusuna, "Çözüm konusunda bir adım atmayı düşünürse tabii ki konuşuruz. Ben bunun doğru olacağını düşünüyorum. Çünkü Kürt sorunu sadece Kürt sorunu değil. Türkiye'nin hem eksik demokrasisinin sorunu hem de ekonomik bir sorun. Kürt sorununu çözen bir Türkiye ekonomik sorunlarına da çözebilir" yanıtını verdi.
HDP'nin kapatılmasına yönelik ikinci iddianamenin Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edildiği, HDP'li önceki dönem Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ve onlarca siyasetçinin Kobanî Davası'nda yargılandığı, İzmir HDP İl Binası saldırısında Deniz Poyraz adlı HDP'li çalışanın hayatını kaybettiği bir dönemde, Katırcıoğlu'nun sözleri hem HDP tabanında, hem de diğer siyasi çevrelerde tartışma konusu oldu.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Katırcıoğlu'nun bu açıklaması sonrasında yaşanan tartışmalara, HDP'nin kapatılmasına yönelik iddianamenin kabul edilmesine, İzmir İl Binalarına yönelik saldırı sonrası gelişmeler ile HDP'nin buna ilişkin politikalarına dair sorularımızı yanıtladı.
"Yasal çerçeveye bağlanmış bir süreç olmalı"
*İstanbul Milletvekiliniz Erol Katırcıoğlu, önceki gün Kronos Haber'e verdiği röportajda "Erdoğan'ın adım atması halinde HDP'nin AKP ile uzlaşabileceğini" söyledi. Böyle bir adım atılması halinde tutumunuz ne olur?
Erol Hocanın açıklamalarının, söyleşinin bütünü, sözlerin özel bağlamı ve kendisinin genel niyeti hesaba katılmadan tartışıldığını, içerik yerine spotlar üzerinden yorumlandığını düşünüyorum. Kendisi de bu çerçevede sosyal medya hesabından uzun bir paylaşım yaptı zaten.
Parti olarak bu konudaki yaklaşımımızı çeşitli vesilelerle defalarca açıkladık. Bu vesileyle bir kez daha özetleyeyim: Kürt sorununun demokratik çözümünün müzakere ve diyalog dışında bir yolunun olmadığını ısrarla belirtiyoruz.
Geçmişte bu yönde yaşanan deneyimlerin başarıyla sonuçlanmamış olmasını, müzakere ve diyalog modelinin doğru olmadığına kanıt göstermek çok ciddi yanılgılara ve yanlışlara yol açar.
Kürt sorununun diyalog ve müzakereyle çözümü için yolları açacak adımlar esas itibariyle iktidarlar tarafından atılır. Mevcut iktidarın ideolojik harcı, siyasal zihniyeti ve pratikleri dikkate alındığında bu yönde "samimi" bir adım atmasının imkansız olduğunu kolayca görebiliriz.
Buna rağmen bir "hamle" yaparsa, buna karşı çıkmayız, ama bunun HDP ile AKP arasında kapalı devre bir ilişki içinde yürütülmesini de kabul etmeyiz.
Geçek niyet Kürt sorununa demokratik çözüm konusunda yol almaksa, meseleyi seçim hesapları için araçsallaştımak en elverişsiz, hatta son derece tehlikeli bir yaklaşım olur.
Bizim önerimiz ve tercihimiz, muhalefetin tümünü kapsayacak, geniş bir toplumsal temele dayanacak, parlamentonun etkin bir biçimde rol üstleneceği, yasal çerçeveye bağlanmış ve şeffaf bir sürecin işletilmesidir. Böyle bir yol açılırsa, biz de üzerimize düşen sorumluluğu ve görevleri elbette yerine getiririz.
Bunun dışında "AKP'yle uzlaşma" anlamına gelecek herhangi bir yaklaşımın veya girişimin içinde yer almayız. Açıkçası muhalefet partilerinden ve demokrasi güçlerinden de Kürt sorununun çözümü bakımından, ana hatlarını belirttiğim "diyalog – müzakere – demokratik siyaset – toplumsal meşruiyet" modeli konusunda açık ve cesur davranmalarını bekliyoruz.
Şunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum: Son kongremizde aldığımız en önemli karar "demokratik cumhuriyete ve özgür geleceğe en geniş demokrasi ittifakıyla ulaşma" politikası ve hedefidir.
Bu karara bağlı olduğumuzu her fırsatta tekrarlıyoruz. Bu ay hayata geçireceğimiz üç aylık yeni mücadele programımızın temelini de, belirttiğim karar ve hedefi her alanda somutlaştırarak geliştirmek yer alıyor.
Nefret ve savaş politikalarından beslenen, talanı ve soygunu her alanda yerleştiren, bu tekçi ve despotik düzeni değiştirmenin ancak bu yolla mümkün olacağını savunuyoruz.
Parti olarak bu konularda üzerimize düşen görev ve sorumlukların bilincindeyiz. Toplumsal ve siyasal muhalefetin de bu farkındalık ve sorumlulukla hareket etmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum.
"Çöp bidonu niteliğinde bir belge"
*HDP’nin kapatılması için ikinci bir iddianame hazırlandı ve bu iddianameyi AYM geçtiğimiz günlerde kabul etti. Kabul edilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Anayasa Mahkemesi’nin ilk iddianameyi iade etme kararının gerekçesini incelediğimiz zaman, bunun sadece usule dayalı eksikliklere ve yanlışlıklara dayanmadığını, esasına yönelik çok önemli değerlendirmeler yapıldığını da görürsünüz.
Kapatma talebinin esası, partimizin “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı kimi eylemlerin odağı haline gelmesi” üzerine kuruluyor.
Ancak Anayasa Mahkemesi’nin iddianameyi iade gerekçesi, başsavcının ortaya koyduğu verilerin ve delillerin söz konusu “odak olma” iddiasını desteklemediği yönündeydi.
Yani AYM, HDP’nin “devletin ve milletin bölünmez bütünlüğüne yönelik eylemlerin odağı” olduğu şeklindeki iddiayı temelsiz bulduğu için iade kararı verdi.
Başsavcılık eksiklikleri giderdiğini belirterek yeni bir iddianame hazırladı ve Anayasa Mahkemesi’ne gönderdi. Bu iddianame bize henüz tebliğ edilmiş değil, basına sızdırılan haliyle değerlendirme yapmak zorundayız.
Görünün o ki ikinci iddianamede de değişen pek bir şey yok. Sadece bazı maddi hatalar düzeltilmiş, siyasi yasak istenen isim listesi kısaltılmış; fakat hâlâ çok sayıda maddi, yalan ve yanlış bilgi mevcut.
Bu iddianame de tıpkı ilki gibi ilgili-ilgisiz her türlü malumatın sistematikten yoksun bir biçimde yığıldığı, “odak olma” iddiasını destekleyen delillerden tamamıyla yoksun, tabir caizse “çöp bidonu” niteliğinde bir belge.
Şunu üzülerek belirtmek istiyorum: Anayasa Mahkemesi bu iddianameyi kabul ederek önüne çıkan tarihi bir fırsatı kaçırmıştır.
İddianamenin reddedilmesi için tartışmaya mahal bırakmayan sayısız hukuki ve maddi gerekçe varken Mahkeme bunu yapmayarak ya da yapamayarak anayasa yargısını büyük bir zan altında bıraktı. Fakat ben hala hiçbir şey için geç olduğunu düşünmüyorum. Bu vahim yanlışın telafisi mümkündür.
"Gücümüz sınırlanamaz"
*Birçok yerde “HDP kapatılamaz” şeklinde açıklamanız oldu. Bunu söylerken kastettiğiniz nedir?
Bunu birkaç anlamda söylüyoruz. Birincisi; eğer Anayasa Mahkemesi evrensel hukuk ilkelerini, başta AİHM kararları olmak üzere taraf olduğumuz uluslararası insan hakları standartlarını dikkate alacak olursa kapatma kararı vermesi mümkün değildir. Çünkü bu kurallar ve içtihatlar uyarınca HDP aleyhine bir kapatma kararına dayanak oluşturabilecek hiçbir gerekçe ve delil yoktur.
İkinci ve asıl olarak, “HDP kapatılamaz” derken, hukuk tartışmalarının ötesinde bir gerçekliğe işaret ediyoruz: HDP’nin asıl güvencesi, halkımızın bu fikriyatı sahiplenişi ve partimiz etrafında kenetlenmesidir.
İşte “HDP kapatılamaz” derken esas güvendiğimiz şey budur. HDP hem fikriyat olarak zaten kapatılamaz; gücü de mahkeme kararlarıyla sınırlanamaz.
Biz mücadelemize her alanda olduğu gibi hukuki zeminde de devam ediyoruz. Yargının çok büyük oranda iktidarın denetiminde ve gözetiminde olduğunun elbette farkındayız. Buna rağmen hukuki çalışmayı çok ciddiye alıyoruz.
Amacımız, demokrasi ve özgürlük mücadelesine hukuk alanından da güç ve ilham verecek bir tür manifesto ortaya koymaktır. Bunun asıl adresi, mahkeme salonu ve heyeti değildir; halkların vicdanı, demokratik kamuoyunun bilinci ve hafızasıdır.
Bize mütemadiyen Mahkeme’nin kapatma kararı verip vermeyeceğine dair öngörümüz soruluyor. Genel eğilim, Mahkeme’nin, siyasi iklimin ve baskının etkisinde kalacağı yönünde; fakat ben Anayasa Mahkemesi’ndeki yargıçların çoğunluğunun hala belirttiğim ilkeler çerçevesinde karar verecekleri konusundaki inancımı koruyorum. Kapsamlı ve etkili bir demokratik mücadele ve güçlü bir toplumsal duyarlılık, bu yargıçlara da güven ve cesaret verecektir.
"HDP kapatılamaz sözü retorik değil"
*Peki, bu süreçte HDP’yi feshetmeyi düşünüyor musunuz, davanın düşmesi için böyle bir yola girecek misiniz?
Bizim gündemimizde fesih yok. Bu konuyu iddianamenin ilk hazırlandığı zamanda tartıştık, teşkilatlarımıza danıştık ve açık bir tutum belirledik: HDP’yi feshetmeyeceğiz. Tam tersine HDP’yi hem savunacağız hem yaşatacağız hem de büyüteceğiz.
Şunun iyi bilinmesini istiyoruz: Politik bilinci yüksek bir tabanımız ve parti yapımız var. HDP kapatılsa bile bütün teşkilatlarımız, yöneticilerimiz ve tabanımız, parti kapatılmamış gibi mücadeleye devam edecek. Seçim zamanı geldiğinde de gücünü en etkili şekilde ortaya koyacak ve Türkiye’nin kaderinde belirleyici aktör olduğunu gösterecek.
Kısacası “HDP kapatılamaz” sözü kitlelere moral olsun diye söylenen retorik bir kalıp değildir; somut gerçekliğin aktarmaya çalıştığım çeşitli boyutlarını özetleyen bir şiardır.
"Kaybetmek intikam hırsını körükledi"
*HDP’nin kapatılmak istenmesinin seçime yönelik bir girişim olduğu son günlerde sıklıkla dile getirildi. Hatta Prof. Dr. Osman Can, bir röportajda “HDP, kapatılacak olursa AKP en az 70 milletvekili çıkarabilir” yorumunda bulundu. Sizce HDP’nin kapatılmak istenmesi sadece seçimlere dönük bir hamle mi?
Öncelikle, HDP’nin kapatılması girişimi sadece seçim odaklı bir hamle olarak görülürse çok yüzeysel bir değerlendirme yapılmış olunur. Şimdiki iktidar bloğunu bir arada tutan temel harç, Kürt düşmanlığıdır. Bu iktidar blokunun, Kürt halkına da Kürt siyasetine de topyekûn bir saldırı politikası yürüttüğü aşikâr.
Dolayısıyla HDP’nin kapatılması girişimi, Kürt halkının büyük emek ve bedellerle bugüne getirdiği siyasal birikimi, kazanımları ve gücü tasfiye etme niyeti taşıyor. Bütün baskılara rağmen HDP, bu iktidara boyun eğmedi, eğmeyecek de. Boyun eğmediği gibi AKP’ye 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde, şimdiki iktidar bloğuna da 2019 yerel seçimlerinde büyük bir yenilgi yaşattı.
Herkes şunu açıkça, dürüstçe ve samimi bir şekilde kabul etsin: Bugün şayet iktidarın içine girdiği büyük krizden bahsediyorsak, bunun başlıca nedeni HDP’nin kararlı mücadelesi ve kritik siyasi hamleleridir. Bu sürecin en önemli dönüm noktası ise yerel seçimlerdir.
Yerel seçimlerde bu kadar ciddi bir yenilgi yaşanınca, iktidar ortakları arasındaki çelişkiler daha fazla su yüzüne çıkmaya başladı. Bunu sağlayan hiç şüphesiz HDP olmuştur.
HDP yerel seçimlerde “Kürt illerinde kayyımları süpüreceğiz, batıda da bu iktidara kaybettireceğiz” kararı aldı ve gereğini yerine getirdi. Bu politikamız ve seçmenimizin bu politikayı firesiz şekilde hayata geçirmesiyle de iktidar bloğu sadece büyükşehirleri kaybetmekle kalmadı, toplamda da “büyük” kaybetti.
HDP; geleneğiyle, fikriyatıyla, seçmeniyle ve gücüyle, boyun eğmeyen, mücadele azminden hiç bir şey kaybetmeyen ve siyasal alanda alternatifler üreten bir partidir.
Bütün operasyonlara, tehditlere, şantajlara rağmen yolundan sapmayan bir harekettir. İşte iktidarı çaresiz bırakan ve intikam hırsını körükleyen bu hakikattir. Davalara intikam davası, operasyonlara intikam operasyonları dememizin nedeni budur.
Şüphesiz iktidarın hesapları içinde seçim de var. “HDP’yi devre dışı bırakırsak iktidarımızı daha kolay sürdürürüz” gibi bir plan kurguladıklarını da tahmin etmek zor değil.
"Ortaklar arası çelişkiler derinleşiyor"
*İktidar gerçekten bu söylediğinizi düşüyor olabilir mi? Yani HDP devre dışı kaldığı takdirde Kürtler ve HDP seçmeni AKP veya Cumhur İttifakına oy verir mi?
Birincisi, son gelişmeleri de dikkate aldığımızda bu iktidarın rasyonaliteyle hareket etme kabiliyetinin çok zayıfladığını söyleyebiliriz. Fakat kendi çıkarlarını esas alan bir rasyonaliteyi bütünüyle kaybettiklerini iddia etmek abartılı olur.
Fakat sorunuzda ifade ettiğiniz düzeyde bir yanılsama dünyası içindeler mi, bilemiyorum. Eğer öyleyse durumları sandığımızdan da vahimdir.
Ancak ikinci ve daha önemli gördüğüm nokta şu: İktidar bloğu içinde farklı hesaplar olduğuna, ortaklar arasında uyuşmayan değerlendirmeler yapıldığına ve çelişkilerin derinleştiğine dair bilgiler ve veriler artıyor.
Ama tüm bu iktidar içi gerilimlere rağmen iddianamenin Mahkeme’ye yeniden gönderilmesini ve kabul edilmesini, sadece MHP’nin isteğine dayandıran tezi artık temelsiz buluyorum. Her bir ortağın hesabı farklı olabilir, ama iktidar bloğu bir bütün olarak bu davanın arkasındadır.
MHP’nin hesabı tam tasfiye, AKP’nin hesabı HDP’yi bu yolla sürekli şantaj altında tutmak olabilir. Yani seçmende tereddütler yaratmak, soru işaretlerine ve zihin bulanıklığına sebebiyet vermek, böylelikle yolumuzdan şaşırtmak gibi hedefler güdüyor olabilirler, biz bunların farkındayız.
Bizim bu ihtimallerin tümüne dair hazırlığımız vardır. Kim hangi hesapla bu davanın açılmasını ve yürütülmesini sağlıyorsa biz o hesabı boşa çıkaracağız.
"İlk hedef daima Kürtler ve Aleviler"
*İzmir il binanıza yapılan saldırının ardından kamuoyunda 7 Haziran ve 1 Kasım arasında yaşanan süreç hatırlatıldı. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda aynı süreç tekrar yaşanır mı? Yaşansa dahi erken seçim olması halinde sonuç 1 Kasım ile aynı olur mu?
İçine girmekte olduğumuz sürecin 7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönem ile benzer yanları var, ama bunları birbirleriyle tamamen özdeşleştirmek bizi doğru tespitlere ve tahlillere götürmeyebilir. O dönem yaşananları akıldan çıkarmamak gerekiyor ama bugünle farklılıkları olduğunu da görmekte fayda var.
Birincisi; henüz bir seçim atmosferinde değiliz. Dolayısıyla bütün amacın 1 Kasım seçimlerindeki gibi bir sonuca ulaşmak olduğunu söyleyemeyiz. Ayrıca bugün, 7 Haziran-1 Kasım arasındaki yöntemlerle aynı sonucu almalarının da zemini de yok.
Kaos planları yapan odaklar; seçim daha geç bir tarihte olacaksa da kaos yaratarak halkın bütün alanlarda dalga dalga büyüyen tepkisini, itirazını ve öfkesini “güvenlik meselesi”ne yönlendirmek isteyeceklerdir.
Çünkü insanların kaos ortaya çıktığında yolsuzlukları, soygunları, talan düzenini, etrafa saçılan bütün kirli ve gayri meşru ilişkileri bir kenara bırakacaklarını, öncelikle “güvenliğe” odaklanacaklarını varsayıyorlar.
Bu yeni bir analiz de değil; 1650’den bu yana tartışılan bir mesele. Thomas Hobbes’un Leviathan isimli eserinin temel tezi budur. Eğer büyük bir güvenlik korkusu ortaya çıkarsa insanlar hak ve özgürlüklerinden feragat ederek kaotik ortamın son bulmasını isterler.
İktidar bloğu İslamcı, Türkçü ve tekçi ideolojiyi bu kaos planını hakim kılarak iktidarlarını sağlamlaştırmayı ve kalıcı hale getirmeyi amaçlıyor olabilir.
O nedenle tehlike bir seçim hesabına indirgenemeyecek kadar büyüktür. Devletin içinde, çevresinde ve etki alanı olduğu neredeyse her yerde mafyatik ilişkilerin son derece belirleyici hale geldiğini görüyoruz.
Şu anki iktidar, çeteler koalisyonuna dayanan mafyatik bir düzendir. Bu mafyatik düzen çok büyük rantların paylaşımıyla canlı tutulmaya çalışılıyor.
Bu dengenin sürdürülmesi açısından Kürt meselesi çok özel bir önem taşıyor. Bu nedenle de kaos planın ilk hedefi genelde hep Kürtler ve/veya Aleviler oluyor. Bunları geçmişte defalarca yaşadık, şimdi de benzer arayışların devam ettiğini söyleyebiliriz.
İktidarın, içine battığı suç dünyasını, yaratacakları bir kaosla unutturup toplumu rehin almayı, devlette tam hakimiyet sağlamayı ve tekçi otoriter rejimi kalıcılaştırmayı öngörüyor olabilir. Bu ihtimali bütün demokrasi güçleri dikkate almak zorundadır. Çünkü ancak geniş ve kararlı bir demokrasi ittifakıyla bu tür planlar boşa çıkarılabilir.
"Demokrasi güçlerine sesleniyoruz"
*Muhalefet partileri, sözünü ettiğiniz “kaos planını veya planlarını” tehlike olarak görüyor mu?
Muhalefet partilerinin meseleye, çizdiğim bu geniş pencereden baktıklarını ne yazık ki söyleyemem. Biz uyarılarımızı yaparken veya çağrıda bulunurken sadece partilerin yöneticilerini değil, tabanlarını ve seçmenini de muhatap alıyoruz; kurumsal olarak demokrasi güçlerine, bireysel olarak vicdanlı insanlara sesleniyoruz.
Bu görüşlerimizi her platformda dile getiriyoruz. Temmuz ayında halk buluşmaları gerçekleştireceğiz ve bütün bunları halkımıza anlatacağız.
"İktidar Poyraz'ın katledilmesinden sorumlu"
* HDP İzmir İl Binanıza 17 Haziran'da yapılan ve Deniz Poyraz’ın katledildiği saldırıyı siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Saldırgan Onur Gencer’in “Kürtlere duyduğu nefretin” sonucu gerçekleşen bir saldırı mı?
Deniz Poyraz’ın katledilmesini, bireysel nefret üzerine kurulmuş münferit bir saldırı olarak yorumlayan herkes bu cinayetin sorumluluğuna ortaktır. Çünkü ortada siyasi ve fiili olarak organize bir saldırı var.
Saldırganın ifadesindeki “nefret” de bireysel değil, iktidarın sistematik olarak işlediği bir politikadır. İktidar, nefret ortamını, düşmanlık duygularını kışkırttığı ve derinleştirdiği için bu cinayetten siyaseten sorumludur.
Biz bu saldırının arka planında organize bir akıl ve güç olduğunu geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz. Geçmişte de partimize ve Kürtlere yönelik saldırılar, linç girişimleri oldu. Hemen hepsi “milliyetçi duygularla kendiliğinden gelişen münferit olaylar” olarak gösterilmek istendi.
Oysa hepsi organize edilmiş, planlı, programlı saldırılardı ve şimdi Sedat Peker bu olayların kimilerini ifşa ediyor. Bu ifşaatlara karşı iktidar ortalarının ve ilgili şahıs veya odakların suskunlukları da açıklamaları da bizi doğruluyor.
"Yarım ağız bir kınama"
*Peki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın saldırıdan 50 saat sonra açıklama yapmasını nasıl yorumluyorsunuz? “Kınıyoruz” dedi, açıklaması sizi tatmin etti mi?
Cumhurbaşkanı geç açıklama yaptı demektense açıklama yapmak zorunda kaldı demek daha doğru. Toplumun yükselen tepkisi Cumhurbaşkanı’nı, yarım ağız “kınamaya” zorladı.
Ancak kınama, saldırıyla bağlantıları ortaya çıkarma niyetini, kaos planlarına dur diyecek bir kesinliği ve açıklığı içermiyor. Siyasi sorumluluk bu tür bir açıklamayla ortadan kalkmaz.
"Nefretin başladığı yerde siyaset biter"
*Son olarak önceki konuşmalarınızda da "iktidarın HDP'den intikam aldığını" söylediniz, az önce yine benzer bir cümle kurdunuz. Siyasette "intikam" olur mu, "intikam" kavramı siyasete girdiğinde siyaset yapılabilir mi?
İntikam, siyasetin temeli ve hatta aracı bile olamaz. İntikam ve nefret duygularının veya hesaplarının başladığı yerde siyaset biter. Nefret ve intikam üzerine kurulan yollar, demokratik siyasetin varoluş esaslarıyla çelişir.
Siyasetin intikam hesapları ve intikam duyguları üzerine kurulmasını doğru bulmuyoruz. Biz bu ülkeye barışı, özgürlüğü demokratik siyasetle getirme iddiasındayız, bunda sonuna kadar ısrarcıyız. Bunun için de geçmişle ilişki ve geleceğin inşası bakımından adaleti esas alan bir yüzleşme ve hesaplaşma politikası ve programı öneriyoruz.
Ancak bu iktidar, siyaseti işlevsizleştirmek ve siyasal alanı ortadan kaldırmak istiyor. Bunu yapmak için de intikam, nefret ve kutuplaştırma yöntemlerini kullanıyor. Buna alternatif olmak istiyorsak iktidarın dayattığının tersini yapmalıyız.
Katırcıoğlu röportajının ilgili kısmı şöyle: *Murat Karayılan 9 Haziran 2021 tarihinde, "Birkaç ay önce Türk devleti bazı dostlar vasıtasıyla, hatta Tayyip Erdoğan bizzat kendisi bize bilgi göndererek Türkiye'nin içinde, Kuzey Irak'ta ateşkes ilan edin. O zaman biz de yapacağınız hiçbir şeye müdahil olmayız dediler" iddiasında bulundu. Bekleyen ya da başlamış ya da başlaması planlanan bir müzakere mi var? Bu haber bir işaret tabii ki. Tayyip Erdoğan'ın hâlâ bir çözüm arayışı içerisinde olduğuna işaret eder. Tahmin ediyorum Tayyip Erdoğan şunu görüyor, MHP'lileşiyor bir kere. Kendisi "bütün milliyetçilikleri ayaklarımın altına aldım" dememiş miydi? Şimdi nereden çıktı bu Türk milliyetçiliği? Hani siz ümmetçiydiniz? Hani farklı etnik kökende insanlara yakındınız? Keşke olsa diyeceğim bir şey. Benim gönlümden geçer. Tayyip Erdoğan 7 Haziran'da iktidardan düştü ama bu olaylar yaratarak 1 Kasım'da tekrar seçimleri kazandı. Fakat bu kez öncekinden daha zayıftı. Ancak MHP'nin desteği ile ayakta durabildi. Bütün bunlar bir şey söylüyor, Kürt sorununu bu şekilde çözemezsiniz. Bütün bu olaylardan, bütün bu yaşananlardan sonra Kürt sorununu böyle çözmek demek Kürtleri daha fazla birleşmeye iter. Öyle de oluyor zaten. *"Gönlümden geçer" dediğiniz için tekrar sormak isterim. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yönde adım atsa HDP tekrar AKP ile uzlaşır mı? Tabii ki. *Gerçekten bu şekilde bir çözüm çıkmasına inanç var mı? Her an var. Sayın Öcalan da söyledi. "Ben bir hafta da çözerim" dedi. Bu çözülmeyecek bir mesele değil. *Cumhurbaşkanı Erdoğan ile müzakere edilir ve çözülür diyor musunuz? Evet. Çözüm konusunda bir adım atmayı düşünürse tabii ki konuşuruz. Ben bunun doğru olacağını düşünüyorum. Çünkü Kürt sorunu sadece Kürt sorunu değil. Türkiye'nin hem eksik demokrasisinin sorunu hem de ekonomik bir sorun. Kürt sorununu çözen bir Türkiye ekonomik sorunlarına da çözebilir. |
(RT)