1943 yılından itibaren yapılmaya başlanan adli yıl açılış konuşmalarına 1956’da ara verilmiş ve 1960-1961 adli yıl açılışında yeniden başlanmıştır.
Yargı gücünün önemli belgelerine dönüşen bu “konuşmalar” aynı zamanda kuvvetler ayrılığı ilkesinin gözden geçirilmesi ve eleştirisidir.
Yıllardır yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı başat sorundur.
1943- 1944 yılı adli yıl açılış konuşmasında hâkimin müstakil olması demek muhakemelerin istiklali sayılıyordu…
“Hâkim müstakildir. Hâkim azlolunamaz. Hâkim Türk Milleti adına hükmeder. Sizlere Teşkilâtı Esasiye Kanunumuzun bu temellere dokunan çeşitli hükümlerini sıralayacak değilim. Ancak, şu kadarına da işaret eylemeden geçemeyeceğim ki; Türk Devletinin Anayasası, hâkimin kararına hiçbir kudretin karşı koyamayacağını ilân etmekle Türk hâkimi, önünde hak iddia eden herkesin hakkını en kutsal ve en dokunulmaz teminata kavuşturmuştur. Ülkenin temeli olan adaletin gereği gibi dağıtılması için gerçekleşmesi aranan ilk şart, mahkemelerin tarafsız olması yani hüküm veren hâkimin, dosyadaki delillerin, kendi hukuk ve kanun anlayışının ve nihayet vicdanının etkisinden başka hiçbir şeyin etkisi altında olmaksızın karar vermesidir ki, buna (Muhakemelerin istiklâli) denilmektedir.” (Yargıtay Onursal 1. Başkanı Sayın Halil İbrahim Özyörük'ün 1943-1944 Adli Yıl Açılış Konuşması)
1943’te hâkimin kararına hiçbir kudretin karşı koyamayacağı hakkındaki görüş 2019 yılı adli yıl açılış konuşmalarında tekrarlanacaktır…
Mahkemeler müstakildir demek yetmediği için hakimler; davanın taraflarından ve idare adamlarının etkisinden uzak olmalıdır. Aksi takdirde verdiği kararın bir belge ve bir zulüm belgesi olacağı 1960 Adli Yıl Açılış Töreni’nde söylenmiş…
“Hâkim, hukuk esasları ve vicdanı yerine idare adamlarının veya davada ilgili olanlardan birisinin etkisi altında kalarak karar verirse verdiği karar, açıklamaya lüzum yoktur ki, özünde adaletle ilgisi bulunmayan bir belge, daha açıkçası bir zulüm belgesinden ibaret kalır. Bu durum haksızlığa uğrayanın olduğu kadar bütün toplumun gönül rahatlığını bozar. Zira yurttaş haklı olarak aynı felaketin bir gün kendi başına da geleceğini düşünür. Böyle kararların çoğalması, halkın adalete ve devlete güvenini sarstığı gibi sürekli kaygular altında ezilen, yarının ne olacağını kestiremeyen kişilerden meydana gelen bir toplumun önce çalışma gücü ve sonra yaşama hevesi kalmaz ve gittikçe artan güvensizlik ve kaygular, yurdu kanlı olaylara ve sonu kestirilemeyen felaketlere götürür. Bunun için bugün bütün medeni dünya anayasalarında bu ve bundan önceki Anayasalarımızda olduğu gibi, yeni Anayasa'da dahi, mahkemelerin müstakil olduğu yollu bir hüküm, şüphesiz, bulunacaktır. Fakat bir çok acı olaylar göstermiştir ki, Anayasa'da sadece böyle bir hükmün bulunması, hiçbir zaman hâkimi, idarenin etkisinden kurtarmaya yetmemekte, bu prensibin gerçekleştirilmesi için tamamlayıcı birçok Anayasa hükümlerine ihtiyaç bulunmaktadır, bu tamamlayıcı hükümlerin konusu olacak tedbirlerin amacı, adalet adamlarını idarenin dolayısıyla olan baskısından kayıtsız şartsız uzak tutmak olacaktır.” (Sayın Dr. Ahmet Recai Seçkin 1960-1961 Adli Yıl Açılış Konuşması)
Dinleyicilere 2019 yılı adli yıl açılış konuşmalarında 59 yıl önce ifade edildiği gibi hâkimin etki altında karar vermesi halinde bu kararın karar değil bir “zulüm belgesi” olduğuna dair günümüze ait bir çok mahkeme kararı hikayesi anlatılacaktır…
Günümüzde “adalet adamlarını idarenin dolayısıyla olan baskısından kayıtsız şartsız uzak tutmak” yargının içinde bulunduğu en tartışmalı hali değil midir?
Öyle olduğu konuşulacaktır bu yıl da yeniden…
Yargıtay Başkanı 2016 yılı Adli Yıl Açılış Konuşmasında demokratik ülkelerde kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve “hukukun üstünlüğü” ilkesini tarif etmişti…
“Hukuk devletinde hukukun üstünlüğünün, ancak kuvvetler ayrılığı ilkesinin tam olarak uygulanması ile gerçekleşeceğinde kuşku yoktur. (…)Yargının, siyasal gücü elinde bulunduran yasama ve yürütme organı başta olmak üzere, tüm güç odakları karşısında bağımsız olması hukuk devletinin değişmez ilkesidir.
Bağımsız yargı, hukuk devletinin olmazsa olmaz koşullarının başında gelir. Kişi hak ve özgürlüklerinin temel güvencesi olan bağımsız yargı yoksa, hukuk devletinin varlığından söz edilemez. Büyük Atatürk’ün, “adalet gücü bağımsız olmayan bir ulusun, devlet olarak bağımsızlığı söz konusu değildir” sözü akıllardan hiç çıkarılmamalı, çaresiz kalan herkesin sığınacağı en son merciin; bağımsız, tarafsız, adil işleyen yargı olduğu daima hatırlanmalıdır.
(…) Her türlü cemaat-cemiyet çıkarının toplum çıkarının yerine ikame edilmesi, hukukun bireysel veya grupsal ihtiraslara feda edilmesi, tarihten bugüne kadar hiçbir medeni hukuk düzeninin hoş görmediği bir anlayıştır. Böyle bir anlayışı koruyacak ya da savunacak bir hukuk ilkesi ya da kuralı bulunmamaktadır. Herkesçe bilinmelidir ki “Adalet arayanın elleri temiz olmalıdır.” İradelerini ipotek altına aldıran hâkimlerin, yetkilerini belli odakların amaçları doğrultusunda ve hukuksal kılıflar altında bir silah gibi kullanılmasının yanlışlığını anlamak veya anlatmak için kural aramaya ya da hukukçu olmaya da gerek yoktur. Böyle bir anlayışın, toplumsal barış ve hukuk düzenine yönelik oluşturduğu tehdidin boyutlarını anlamak için biraz mantık, biraz vicdan, biraz da ahlâk sahibi olmak yeterlidir.” (Yargıtay 1. Başkanı İsmail Rüştü Cirit 2016-2017 Adli Yıl açılış Konuşması)
“Tam da bu nedenle” Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan AYM’nin 25. Kuruluş Yıldönümü'nde “biraz da ahlak sahibi olmaktan” söz ederken; sadece yasama ve yürütmeye karşı değil her türlü “paralel yapıya” karşı nasıl bağımsız kalınabileceğine şöyle değinmişti:
“Diğer yandan son yıllarda yaşadığımız tecrübeler, yargının sadece yasama ve yürütmeye karşı değil aynı zamanda her türlü paralel yapı ve oluşuma karşı da bağımsız olması gerektiğini göstermiştir. Hâkim hiçbir şart ve ahval altında aklını ve vicdanını başkasına emanet edemez.
Tam da bu nedenle Anayasa uyarınca görevlerinde bağımsız ve tarafsız olan hâkimler Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verirler. Bu anayasal hüküm aynı zamanda yargı etiğinin evrensel kurallarından birini teşkil etmektedir.
Nitekim Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından kısa süre önce Resmî Gazete’de yayınlanan Türk Yargı Etiği Bildirgesi’nin 2. maddesi de Anayasa’nın 138. maddesiyle uyumlu olarak yargı bağımsızlığını düzenlemiştir. Buna göre hâkim ve savcılar “bağımsızlıklarına doğrudan ya da dolaylı olarak etki edebilecek baskı ve tesiri kayıtsız şartsız reddederler”. (25 Nisan 2019)
AYM Başkanının ifade ettiği Etik Bildirge'de (Madde 2.3) yazılı “hakimler ve savcılar bağımsızlıklarına doğrudan ya da dolaylı olarak etki edebilecek baskı ve tesiri kayıtsız şartsız reddederler” anlayışı uyulması beklenen bir temenni midir? Bir şart, bir ilke midir?
Türk Yargı Etiği Bildirgesi; Türkiye Cumhuriyeti hâkimleri ve savcılarının takip edecekleri etik ilkeleri belirleyen bağlayıcı bir belgedir.
Yargıtay Başkanı'nın üç yıl önce söylediği gibi; biraz akıl, biraz vicdan, biraz ahlak sahibi olmak için her yıl olduğu gibi adli yıl açılış konuşmalarındaki tekrarları dinlemek yerine… Hâkimler ve savcılar, bildirgenin 4.2. maddesinde; “Özü sözü bir kişilikleriyle oldukları gibi görünür ve göründükleri gibi olurlar” yazılı ilkeye uysunlar, yeterlidir.
Bağımsızlık için başlangıç adımıdır, tarafsız görünmek için de…
Aksi takdirde; her yıl yürütmenin mekanlarındaki adli yıl açılış konuşmalarının davetlileri ve sadece dinleyicileri olarak kalacaklardır… (Fİ/DB)