Kanunlar cezalandırmak için bir araç değildir, ceza hukuku hiç değildir.
Türk Ceza Kanunu'nun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir.
Terörle Mücadele Kanunu yurttaşların ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü hakkını elinden almak için kabul edilmedi. Gerekçesi tam aksini söylüyor. Terörizmi önlemek için etkin önlem almak; "muhalif düşünen" yurttaşları terörist ilan etmek, toplum ve devlet düşmanı gibi göstermek değildir.
Ceza kanunları siyasi iktidarların cezalandırma aracı değildir, olmamalıdır.
İnsanları toplum düşman olarak görmek ve göstermek amacıyla en uygun kanunlardan biri olan Terörle Mücadele Kanunu'nu araç gibi kullanarak yurttaşları yargılamak; ceza hukukunun bundan böyle "cezalandırma" siyaseti için hukuk içinde örgütlenmesidir.
Düşman ceza hukuku cezalandırma amacıyla yarattığı yeni siyasetini tasarlamak için yurttaşlardan ayırdığı kişileri ceza kanunları ve yargı gücü ile kişiyi kişi olmaktan çıkarır. Artık o yurttaş değil, düşmandır. Onlar yurttaşlardan "ayıklanmış" olanlardır. O zaman adalete ve hukuka gerek yoktur, çünkü adalet ve hukuk yurttaşlar içindir; düşmanlar için değildir.
Böylelikle ceza kanunları araç olarak kullanılmaya başlanırsa eğer; yurttaş olmayanların hukuka ve adalete hak sahibi olmadıkları, daha az hukuk ama daha çok cezalandırma yöntemiyle toplum dışına itilmeleri sağlanabilir.
En iyi araç ceza kanunları ve özellikle Terörle Mücadele Kanunu'dur.
6.5.2005 tarihli Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesine "mevcut ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin ilkeleri değiştirme niyetinde olmadığını kabul ederek" taraf olan Türkiye niyetini çoktan değiştirmiştir.
Çünkü ifade özgürlüğü ile ilgili, akademik özgürlüklerle ilgili yüksek yargı kararlarında "devlete sadakat" yükümlülüğü gerekçe yapılmaktadır. Nasıl düşünülmesi, neyi nasıl ifade etmek ve nasıl davranmak gerektiğine dair sınırlar çizilmektedir. Çizilen sınırlar içinde düzene uygun düşünmelisiniz ve hareket etmelisiniz. İfade özgürlüğü budur denilen anlayışla devlete bağlılık ama mutlaka "sadakatle bağlılık" beklenmektedir. Aksi takdirde sadakatsizler bölümüne ayrılmak suretiyle kişi ve yurttaş olmaktan çıkarılıp cezalandırmaya daha çok müstahak olan düşmanlardan sayılabilirsiniz.
Kanunlar araç değildir, hukukun amacı insandır.
İfade özgürlüğünü sınırlandıran kanunların ve sınırlandırmaların sınırlarının yorumlanması ve uygulanmasıyla ortaya çıkan sonuçlara göre ceza hukukumuz düşman ceza hukukuna sürüklenmektedir.
Bu sürüklenme çok süratlidir ve cezalandırma siyasetinin en temel zeminini yaratmıştır.
Özellikle Terörle Mücadele Kanunu'nun yargılama ve muhakeme yerine cezalandırma amacı için seçilmiş olması, buna özgü siyasetin; yeni bir cezalandırma siyasetinin yaratılmasında ceza hukuku kullanılmaktadır.
Öyle ki; terörle mücadele adına Terörle Mücadele Kanunu siyasal hesaplaşmanın aracı olarak görülmektedir. Siyasal iktidarın sürdürülebilmesi amacıyla toplumsal krizlerin çözümünde gösterilen güç denemelerinin zeminini Terörle Mücadele Kanunu olarak görülmekte ve kullanılmaktadır.
Ceza hukuku araç değildir; ama olup bitenler siyasal iktidarın cezalandırma siyasetiyle düşman ceza hukuku anlayışını yerleştirmek için yoğun çaba içine girdiğini göstermektedir.
Devleti koruma ve devlete sadakat gösterilmesinin şart olduğu ve bu nedenle devletin her alana müdahale yetkisini genişleten hukuk sistemini yaratırken hukuku kullanarak üretilmek istenen düşman ceza hukuku anlayışı; kapının önünde beklemiyor artık.
Kapıları tutanlar ardına kadar kapıyı açtılar. Kapıları tutanlar kim midir? Devletine bağlılığından şüphe edilmeyenlere sorulması gerekir. Ceza muhakemesi siyasetini tasarlayan, ceza usul kanunlarını yazanlar ve yapanlara sormalı onlar daha iyi bilir...
Hukuk yoluyla baskıcı rejimlere "hukuki meşruiyet" meşruiyet kazandırmak isteyenler her zaman için Terörle Mücadele Kanunu ve benzerlerine ihtiyaç duyarlar. Terör suçu; terörizmle mücadele için siyasal iktidar tarafından ortaya atıldığı andan itibaren "teröre karşı savaş" için bambaşka bir hukukun yaratılmasına zemin hazırlayabilirler. Teröre karşı savaş için toplum düşmanları yaratılabilir ve onlara karşı "uygulanacak hukuk" farklı olabilir. En iyi çarelerden biri ceza hukuku aracılığıyla kayıtsız şartsız egemenlik hakkına sahip olan halkın egemenliği ile devlet egemenliği arasındaki ilişkileri tersine çevirmektir. Devlet üstün güç olmalıdır, gücünü mutlak ve sınırsız olarak kullanabilmelidir. Mevcut "hukuki ve müesses nizamı" bir kenara bırakmak yerine hukuk aracılığıyla "keyfi"; ama mutlak gücü elde edebilmek için terörle mücadele uygulamalarını sistemleştirmek ve genişletmek çok daha uygundur.
Düşman yoksa bile yaratılabilir, kim düşman görülmek isteniyorsa ilan edilebilir. Muhalif olanlar vatandaşlardan ayrılarak toplum düşmanı ilan edilmek suretiyle yurttaş-düşman ayırımı toplumda içselleştirilir ve böylelikle düşman ceza hukukunun temelleri atılmış olur.
Tehlike yoksa, tehlike yaratılır. Tehlikeyle ve tehlikelilikle mücadele esas kabul edilerek daimî kriz düzenine geçilir. Artık toplum nezdinde "tehlikeliliğine" karar verilenler kişi olmaktan çıkarılmış olacaktır. Müesses nizama, toplumun düzenine ve düzene uygun düşüncelere katılmayıp fikri olanlar, karşı olanlar, muhalifler; devletle çatışma halinde olan tehlikeli kişiler sayılacaklarından; onlar için daha az hukuk, daha az demokrasi, daha az hak, daha az adalet, daha çok ceza verilmesi hukuka uygun görülecektir. Onlar artık yurttaş değil, düşmandır çünkü.
Bu yüzden yeniden bir tasarlama ile yeni bir ceza hukuku anlayışı siyaseti yaratmak siyasal iktidar için kaçınılmazdır. Ama unutmazlar; düşmanla mücadele için hukuk eskisinden daha çok gerekli olmaya başlar. Siyasetin gereği budur. Artık hukuk güvenlik tedbirlerine dönük olarak üretilmelidir; çünkü ortada bir tehlike ve düşmanlar vardır. Güvenlik hukuku şarttır.
Öyle ki gerekirse; ki böyle bir anlayış açısından hukuk gereklidir ve hatta tehlikenin tehlikesi dahi önlenmelidir. Artık yeni cezalandırma siyasetine göre ceza hukukunun normları esas alınmayacaktır. Düşman ceza hukuku esaslarına göre tehlikeyle mücadele esastır ve güvenlik tedbirleri için önleyici hukuk sistemleştirilmelidir. Kısaca "tehlikenin tehlikesi" önleneceği için bu amaçla yaratılan düşman ceza hukukuna göre ortada somut bir fiil, mutlaka bir eylem aramaya gerek kalmaz. Suçun faili somut bir hukuksal değeri ihlal ettiği için değil, tehlikeli olduğu için cezalandırılmaktadır.
Sonuç olarak düşman ceza hukuku sistemleşmekte ve sinsice ceza hukuku içine yerleşmektedir. Böylece kişi olmaktan çıkarılarak "tehlikeli" ve "düşman" ilan edilenlerin yaratacağı "tehlikenin" önlenmesi adına kafanızın içindeki düşüncenin dahi cezalandırılabileceği "düşünce ceza hukukuna" dönüşmüştür.
Düşman ceza hukukunu benimseyen bir zihniyetin ceza hukukunu cezalandırma siyasetine ve iktidar hesaplaşmalarının aracına dönüştürmesi tehlikelidir.
Kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırarak düşman ceza hukuku siyasetini benimseyenlerin ceza kanunlarını araç olarak kullanarak kurumsallaştırmak istedikleri cezalandırma siyaseti çok daha tehlikelidir. Dünden çok daha önemli hale gelen yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını istemek bağnazlık olmadığı gibi kuvvetler ayrılığının ve hukukun üstünlüğünün gereğidir.
Bu yüzden "Yargıda Reform Strateji" adına ortaya koyacakları yargı reformu kanun tekliflerindeki "stratejilere" karşı dikkatli olmak gerekiyor.
Çünkü düşman ceza hukukunda yana olanların hukuka ve kanunlara ihtiyaçları var! (Fİ/RT)