"İsveçli parlamenterler, tutuklu gazeteci, yayıncı, yazar ve insan hakları savunucusu Ragıp Zarakolu'nu Nobel Barış Ödülü adaylığı için önerdi."
İç karartıcı gündem içinde okuduğum en güzel haber buydu. Elbette bu haberin de dramatik bir tarafı var. Zarakolu'nun dramı, yalnızca şimdiki tutukluluğu değil. Sistem uzun süreden beri Zarakolu'nu çeşitli ceza yöntemleriyle susturmaya çalışıyor. Onun ve ölen eşinin demokrasi mücadelesine katkılarına duyduğum şükranı, kurdukları yayınevi üzerinden dile getirmeye çalışacağım.
Söylenen sözün, yapılan işin zamanı ve yeri, en az o söz ve o iş kadar önemlidir.
Bugün Kürt vardır demenin hiçbir değeri yoktur!
Demek ki söze değerini veren asıl öğe, söylendiği zaman ve mekândır.
80'li, 90'lı yıllardaki katliamların kara bulutları altında inkârın hüküm sürdüğü bir dönemde Kürt kimliğinden, haklarından söz etmenin, sözün kendisinden daha büyük bir değer içerdiğini söylemem, bir abartı değildir. O 20 yılın bilânçosu, bunun acı bir kanıtıdır. Yaşatılan cani iklimin yaraları kanıyor hala!
İnkâr politikası yalnızca iktidarın keyfi şiddetinin korkulu tapınaklarıyla sınırlı değildi. Dönemin medyasını gözümüzün önüne getirdiğimizde, birkaç unsurun dışında neredeyse tümünün devletin ideolojik aygıtının önemli parçaları olduğu tekrar görülecektir. Hele bu Kürt meselesinde kamuoyu hazırlama, oluşturma, yönlendirme pratiklerinin kimi yerde en kaba, kimi yerde en süzme hallerinin binlerce örneğini gördük.
Bugünden baktığımızda, bu değerlendirmenin çok ağır kaçtığı düşünülebilir.
Bu değerlendirmemin ağırlığı, bugün Kürt vardır demenin hafifliğiyle ters orantılıdır ve birincisine anlamı, ikincisinin 'ucuzluğu', vermektedir.
Topuyla, tüfeğiyle, yasalarıyla, keyfiliğiyle ve ideolojik aygıtlarının bilumum taarruzlarıyla hareket halinde olan egemen güçlerin tüm fütursuzluklarının ortalığı kasıp kavurduğu dönemlerde, nefes alınabilecek az sayıda adacıklardan birini de Belge Yayınları oluşturuyordu. Yayınevinin sahibi olan ve büyük bir özveriyle demokrasi mücadelesine katkıda bulunan iki de 'Don Kişot'u vardı: Ayşe Nur Zarakolu ve Ragıp Zarakolu.
Mücadelenin faturaları bizim gibi ülkelerde epeyi kabarık ve bedelleri de yüksek 'meblağlı' oluyor. Öyle ki, ya zindanlara tıkmakla ya da öldürmekle bedeller tahsil ediliyor. (Özgür Gündem gazetesinin serancamı ibretliktir) Devletin tahsilâtçı organları harıl harıl çalışıyorlar ve tahsilatların resmi ya da gayrı resmi yoldan yapılmasının, devletin yapılanması gereği hiçbir esamisi olmuyor.
Belge Yayınları için de faturalar kesildi ve sözünü zor günlerde sakınmayan Ayşe Nur Zarakolu hep susturulmaya çalışıldı. Uluslararası birçok ödülün sahibi olan bu müthiş kadına onlarca dava açıldı, hapisle cezalandırıldı. Ocak 2001 tarihinde yitirdiğimiz Zarakolu'nun arkasında açılmış davalar vardı. 'Cesaret Ana' ve insan hakları aktivisti olan Ayşe Nur Zarakolu'nun tabutu, Kürt ve demokrat kadınlarının omuzlarında, zılgıtlar eşliğinde taşındı.
Faturalar kesilmeye, bedeller ödetilmeye devam ediliyor!
Kasım 2011 tarihinde de Ragıp Zarakolu, KCK operasyonları bağlamında içeri alındı.
Belge Yayınları, muktedirleri çileden çıkarıyor!
Çünkü resmi tarihin mökkem* surlarla korumaya aldığı tabuların yıkılmasında Belge yayınlarının da payı büyük. Yayınladıkları her bir kitap, surlarda bir gedik açıyor.
Yazının başında dedik ya; söylenen sözün, yapılan işin yeri ve zamanı önemlidir diye.
Özellikle şu son 20 yılda Belge'den çıkan kitaplar, özellikle Ayşe Nur Zarakolu'nun başlattığı "Marenostrum" dizisi, resmi tarihi ve onun tabularını sarsan, parçalayan özelliklere sahip. Belirtmeliyim ki, Aras Yayınları da benzer bir misyona sahiptir.
Yayınevi, Marenostrum dizisiyle1880'lerden 1950'lere dek, daha çok anlatı edebiyatı ve sözlü tarih çalışması diyebileceğimiz çevirileri Türkiye okuruna sunuyor. Elbette yayınevi, bu dizinin dışında çoğu araştırma ve siyaset içerikli birçok kitap yayınladı. Kitaplar Abdülhamit'in son dönemleri, İttihat Terakki, Cumhuriyet'e geçiş ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında nelerin yaşandığı üzerine zengin verilere ve bakış açılarına sahip.
Yakın tarihte tek tip toplum projeleri nedeniyle yaşatılan kimlik çatışmaları ve travmalar, ötekileştirilen kimliklerin imhası, kimlik zenginliğine sahip bu coğrafyanın çoraklaştırılması, imha edilen ve bu topraklardan atılanların mallarına el koymalar vb; bir dönemin yaşanmışlıklarını o kitaplarda bir yanıyla edebi, bir yanıyla belgesel, bir yanıyla anı biçiminde görüyoruz. O kitaplarda bir zamanlar bu coğrafyada yaşamış ne kadar halk varsa, onların sesini duyuyoruz.
Onların sesini duymadan bir tarih yazılabilir mi?
Belge Yayınları'nın kitap listesine internetten kolayca ulaşılabilir.
Örneğin Franz Wefrel'in "Musa Dağda Kırk Gün" tarihi romanı, Maria Yordanidu'nun o sıcak, yalın, samimi üslubuyla yazdığı kitaplar, Yorgo Andreadis'in Pontos Rumlarının hayatlarını anlattığı kitaplar ve daha başka bir yığın değerli kitaplar, okura bambaşka pencereler açar.
Engels'in, yanılmıyorsam şöyle bir sözü vardı: "Fransa'yı anlamak için bir yığın istatistik okumaktansa Balzac'ı okumayı tercih ederim." Bu sözün Türkiye'deki izdüşümü, Belge Yayınları'nı okumaktır.
O kitaplardan tarihe, kültüre, geleneğe, dile dair o kadar çok yeni ve zengin şeyler öğrendik ki...
Gerçekler, tabuları paramparça ediyor!
Belge Yayınları bunu en zor zamanlarda yaptı.
İşte yayınevinin mücadelesini değerli kılan asıl öğe de, yapılacak işi yerinde ve zamanında yapmasıdır.
Ayşe Nur Zarakolu'nu minnetle anıyor ve hapisteki Ragıp Zarakolu'na selam gönderiyorum. (HŞ/HK)
*Güçlü, sağlam