Cizre'de Yahya Menekşe'yi polis panzeri ezdi, Van'da Zeki Erinç polis kurşunuyla öldü. Yüksekova'da 29'undaki, İkbal Yaşar, yine polisin kurşunuyla öldü. Çoğunun durumunun ağır olduğu onlarca yaralı oldu, Siirt'te, Van'da, ve Yüksekova'da. Üç yerde de polis ve jandarma, yakın tarihimizde görülmeyecek bir hırçınlık ve saldırganlıkla kadınlara, çocuklara, gençlere vurdu.
Polise taş atan gençler ölesiye dövüldü, kadınlar ayaklar altına alındı. Havaya değil, insanlara ateş açıldı, onlarca yaralanma, üç ölüm bundan yaşandı. Haber kanallarının, gazetelerin yazdığı gibi kimse havaya açılan ateşten vurulup ölmedi. Havaya sıkılan kurşun yüz metrelerce yukarıya yükselip, yere düşeceği sırada kimseyi göğsünden vurup öldürmez, yine aynı kurşunlar yerdeki insanları yaralamaz...
Bölgede görev yapan gazetecilere olmadık hakaretler edildi, gazeteciler feci şekilde dayaktan geçirildi, tehdit edildi. Yüksekova'da iki gazeteci, çalıştıkları ulusal ajanslardan haberlerini çarpıttıkları gerekçesiyle istifa etmek zorunda kaldı.
Kaymakam "Uyuşturucu taciriydi" dedi
Yüksekovalı genç İkbal Yaşar... Üniversiteye hazırlanıyordu. İki çocuğu vardı, birkaç yıldır evliydi. Newroz'u kutlamak isteyen gruptaydı. İki yaşındaki oğlu Ömer'in doğum gününde, 23 Mart'ta göğsünden vurulup öldürüldü.
Öldürülen İkbal'in anısına herhangi bir saygı gösterilmedi. Hakkari valiliği, tüm Hakkarililerin gözlerinin içine baka baka bir "gerekçe" uydurdu ölüme:
"İkbal Yaşar uyuşturucu tacirleri tarafından öldürüldü."
Oysa aynı valiliğe bağlı Yüksekova kaymakamı Mehmet Ünal, nedense bir uyuşturucu tacirini gece yarısı saat 02:30'da gizlice Yüksekova'nın Akalın mezarlığına, ilçe müftüsü Mehmet Şahin'i de yanına alarak defnediyordu. Siz bu toplumda, bir savaş hali yoksa eğer, insanların gece yarısı defnedildiğine tanık oldunuz mu hiç? Veya, bir uyuşturucu tacirinin devletin temsilcisi konumundaki kaymakamca defnedildiğine?
Yüksekova'da yaşananlar akıl sınırlarını bu denli zorlayan olaylardı işte. Sonradan yaşananları muhtemelen okumadınız ya da kaçırdınız, onları da aktaralım; Başta Yaşar ailesi olmak üzere, binlerce Yüksekovalı, İkbal'in gece yarısı defnedildiğini öğrenince yeniden sokaklara döküldü, barikatlar kurdu. Nihayet, Yüksekova Cumhuriyet Savcılığı, cenazenin kaymakam beyin defnettiği mezarlıktan çıkarılmasına izin verdi de, İkbal, ailesinin istediği mezarlığa defnedildi.
Sloganların saçmalığı
Bunların yanı sıra, kışlasında durması gereken, varsa dağlarda kendisine yönelik bir "terörist" tehdit, gidip onunla uğraşması gereken asker de heyecanına yenik düşüp Yüksekova sokaklarında marşlar söyledi. Coplarını ellerine vura vura rap rap yapan askerler, olağanüstü halin de olmadığı bir kentte "Her Türk asker doğar" gibi günün anlam ve önemiyle de bağdaşmayacak saçmalıkta sloganlar attı.
Yüksekova, Siirt ve Van'da yaşananlar Kürt sorununa demokratik çözüm yöntemlerini tartıştığımız, böylesi bir zemin araladığımız bu dönemde hem hayra alamet değildi, hem de aslında ilerisi için bir fikir de içeriyordu. "Newroz olayları" klişe ifadesiyle, "terör örgütünün provokasyonundan" uzaktı. Şayet bir "provokasyon" bile olsa, polis ve jandarmanın bile isteye bu provokasyona dahil olduğunu görüyoruz.
Bu Newroz şiddetin en yoğun yaşandığıydı...
Konuştuğumuz Yüksekovalıların hemen hepsi, iki türlü bir şaşkınlık ve şok içindeler. Birincisi, devletin, 1990'lara geri dönüşü işaret eden harekatlarını hiç mi hiç beklemediklerini, bu nedenle de yaşananlara anlam veremediklerini söylüyorlar. İkincisi ve belki de en önemlisi, yerel halkın da (buna isterseniz Demokratik Toplum Partisi'nin [DTP] tabanı da diyebilirsiniz) haklarından kesinlikle taviz vermeyeceğini, bunun için gerekirse sokaklarda çatışacağını gördüklerini anlatıyorlar.
2008 Newroz'u, devlet şiddetinin en yoğun yaşandığı Newroz'lardan biri oldu. Yüksekova'da yaşananlar, 1992'de Cizre'de yaşananlardan farksızdı. Tek fark, can kayıplarındaydı. Ancak, Yüksekova'da günlere yayılan gerilim ve çatışmalar 92'de Cizre'de yaşananların bir tekrarını yaratabilecek kuvvetteydi de.
Peki bütün bunlara yol açan ve bu şiddeti gerektiren neydi? Yıllardır bölgedeki Newroz kutlamaları haftaiçi günlere denk geliyorsa, DTP kutlamaları hafta sonuna almak istiyordu. Nihayet, yıllardır da kimi yerlerde 21 Mart'ın denk geldiği gün neyse o günde kutlanıyor, kimi yerlerde de hafta sonları.
Polisin yarattığı "dehşet"
Nitekim bu yıl da örneğin Diyarbakır'da Cuma günü, İstanbul'da Pazar günü kutlandı. Ve bu iki günde de herhangi bir sıkıntı yaşanmadı. Ancak Van ve Hakkari valilikleri, başka kentlerden de katılımların önüne geçmek gerekçesiyle bu illerde Newroz'un Pazar günü kutlanmasına izin vermedi. Bu gerekçe haklı olsaydı, kutlamanın Pazar günü yapıldığı İstanbul'da savaş çıkması gerekiyordu.
Çünkü Diyarbakır'dan sonra en kalabalık kutlamanın olduğu yer İstanbul'du ve İstanbul'da da tek ciddi olay-taşkınlık yaşanmadı. Bir hatırlatma daha, bu olayların yaşandığı Yüksekova'da geçen yılki Newroz kutlaması da ayın 21'inde değil, 23'ünde gerçekleştirilmişti.
Yalnızca ateş açarak, insanları coplayarak değil, son Newroz olaylarında Yüksekova'da DTP milletvekili Sevahir Bayındır'la bağımsız vekil Hamit Geylani de dahil olmak üzere, polis ağza alınmayacak küfürler ve hakaretlerle kentin içinde bir "dehşet" atmosferi yarattı.
İzin verilse veya müdahale edilmese bir günde insanların bayramlarını kutlayıp evlerine dönecekleri bir rutin mesele, anlaşılan bazı güçlerin kararlarıyla sürece yayılmak, meseleyi içinden çıkılmaz hale getirmek istendi. Nihayet gayet başarılı da oldular. Yüksekovalılar, 21 Mart'tan bu yana diken üstündeler. Liseli gençler o günden bu yana her gün okul çıkışı yürüyüşler yapıyorlar.
İnsanlar, bu şiddeti kendilerine reva gören yerel yetkililerin bir an önce görevlerinden alınmalarını bekliyorlar. Ancak, bu yönde merkezi bir "çıkış"a dair de herhangi bir emare yok. Kürt meselesinin çözümünü düşünen hükümetin önündeki en büyük engelin yine yerel bazı güçler olduğunu görmesi gerek. Fakat şayet, bu yerel güçler bizzat hükümet koordinasyonunda hareket ediyorsa, o zaman söylenecek daha çok laf var tabii ki... (HA/GG)