Sadece futbol dünyası ile ilgili olanlar değil, geniş kitlelere de sorduğunuzda adını telaffuz ederek Lefter derler. Bir de “ver Lefter’e, yaz deftere” derler.
Adı, aslında Rumca’da “Özgür” anlamına gelen Elefterios. Arnavutluk’tan Büyükada’ya göçüp Balıkçılık yapan Hristo ile Argiro’nun ilk çocukları Panani’den sonra doğan ikinci çocukları.
22 Aralık 1924 düşülmüş doğum kaydı olarak. Ve hep işin kolayına kaçılarak kısa adı “Lefter” olmuş. Öylece de bilinmiş. Soyadı da “Küçükandoniyadis.”
Dünyası adeta top olmuş, yaşadığı Ada’da ayakkabısı yıpranıp da balıkçı Hristo babadan dayak yememek için bezden kendisinin yaptığı toplarla çıplak ayakla hayli top peşinde koşmuş. Ve sonraki yıllarda iki ayağıyla birlikte çıplak olarak top koşturması tekniğine çok yaramış.
"Futboldan kim adam oluş ki..."
Topa bunca ilgisi önce Büyükada sonra da Adalar takımında yer almasını sağlamış. Futbolla ilgili herkeslerin gözü Lefter’in üzerindeyken ailesi hep soğuk davranmış. Hatta annesi “futboldan kim adam olmuş ki sen de olasın” demiş!
Tabi aileye rağmen ısrar, sonuca ulaşmasını sağlamış, daha 17 yaşındayken yaşı büyütülerek 1941’de Taksim Spor Klübü Lefter’i kadrosuna dâhil etmiş. Taksim spor klübü de az buz değil o yılların İstanbul’unda. Nor Şişli Eseyan ile Güneş takımlarının birleşme kararı ile birlikte Beyoğlu Ermenileri tarafından kurulur Taksim Spor Kurulu.
Hemen kuruluş sonrası Taksim’in Taksim olduğu yıllarda İki yıl Taksim’de top koşturmuş Lefter. 1943’te askere alınmış. Askerliğini Diyarbakır’da yapmış hem de dört yıl.
Diyarbakır’da askerken de futbolla olan bağını hiç kesmemiş. O yıllarda iki ayrı şehir mekânı Lefter’e yer olur. Biri Saraykapı’daki İçkaledir.
Diğeri de Askeri birliklere giysi üreten bir mekân olan şimdilerin hayli popüler Suriçi Mardinkapı girişindeki Kervansaray Oteli Lefter’in karargahı olur. Hac yolcularının 16. yüzyıldan beri toplanma mekânı olan tarihi Deliller Hanı’nda bir günün hikâyesi ile sürdürelim isterseniz.
Sene 1944, mevsim sonbahar. Askerde Lefter’in ilk yılı. Çocukluktan beri Sarı-Lacivert renklere ve bu iki rengin takımı Fenerbahçe’ye hasta. Askerlik öncesi Taksim’de top koştursa da dönüşte ne yapıp edip Fenerbahçeli olma hülyası var.
Bu sebeple Diyarbakır’a ulaşıp da birliğine teslim olduktan ve kentle tanıştıktan hemen sonra kentin o yıllardaki futbol takımlarından bile isteyerek Ayspor’a yazılır. Yıllar sonra “Neden Ayspor” diye soranlara da “Diyarbakır’ın Sarı laciverdi Fenerbahçe’si ayspor’du da ondan” der.
Lefter’in Ayspor’da top koşturduğu yıllarda Ayspor iller arası Türkiye müsabakalarında Türkiye üçüncülüğünü kazanarak Diyarbakır’da bir ilki gerçekleştirir.
Ve Ayspor bu vefayı asla unutmaz. Lefter’in vefatından sonra kentin bir başka spor klübü Hançepekspor maçına kolları siyah bantları ve sarılaci formalarıyla çıkarlar Aysporlular sahaya ve maç başlamadan önce de takımdaşları Lefter’in anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunurlar.
Sene 1944, mevsimlerden sonbahar. Diyarbakır’ın sarı ama sıcak hüzünkâr sonbaharı...Lefter’in askerde ilk yılı. 15. Piyade Tümeninin 3.Bölük Komutanı olan Yüzbaşının kapısı ürkek bir tıkırdama ile çalınır. ‘Gir’ der yüzbaşı. Kapı açılır ve selam veren asker kapı ağzında sessizce bekler.
“Gel bakalım İstanbullu” der Yüzbaşı, “otur şuraya…”
Asker gösterilen yere biraz da çekinerek oturur.
“Adın Lefter’di değil mi?”
“Evet” der asker.
“Bak sana bir şey söyleyeceğim. Futbol oynadığına göre haberin vardır. Paşa bir kupa koydu. Bölüklerarası müsabakalar olacak. Beni tanırsın, yahut anlatmışlardır sana… Müsabakalara katılmamak olmaz, gireceğiz. Ama bu işin tüm sorumluluğu sende. Söyle, her türlü imkânı sağlayayım. Yalnız sonunda kupayı muhakkak odamda görmeliyim. Bunu yapamadığın takdirde terhis tezkeresi yok! Anlaşıldı mı?”
“Anlaşıldı kumandanım!”
“Şimdi isteklerin neler, onları öğrenelim…”
O ana dek emirleri soluk bile almadan dinleyen Lefter irkilir. Huyunu çok iyi bildiği bölük komutanından nasıl bir şey istenirdi ki!
“Hiçbir şey kumandanım…”
Komutan sinirlenir ve birden patlar:
“Nasıl, ulan şimdi kalkar ayağımın altına alırım. Konuş!”
Lefter, çaresizdir mecburen, zoraki de olsa kelimelerini odanın boşluğuna adeta fısıldar.
“Peki yüzbaşım, bana on tane er veriniz.”
Komutanı;
“Başüstüne!” der.
Öyle ki; Bölük komutanı yüzbaşı, şampiyonluk kupası önüne konulduktan sonra subay gazinosundaki arkadaşlarına şöyle der: ‘Ben hayatımda ilk ve son “başüstüneyi” bir İstanbul çocuğunun önünde söyledim. İsmi Lefter’di. O asker bana on bir kişinin dahi getirme ihtimali şüpheli bir onuru, tek başına getirmişti. Helal olsun ona…” der.
Tez zamanda sadece birliğinin değil, Diyarbakır’ın da sempatisini kazanır. Eski Diyarbekir’de kaya tuzu ve buzla dondurma yapan o yılların meşhur Dondurmacısı “Efo Dayı” anlatırdı: “Lefter İyi müşterimdi, çarşıya her çıktığında rahat yarım kilo dondurmamı yerdi.” Hatta bir seferinde Aysporla Karagücü maçında birinci devre Ayspor’un, ikinci devre de Karagücünün formasını giyer ve herbirine ikişer gol atar. Maç da iki, iki biter. Maçtan sonra Efo dayının dondurmasını yer. Efo dayı o gün için “dondurma parası almadım” diye anlatmıştı.
Diyarbakır karması, Mersin karması ile maç yapmaya gider, ‘Lefter’siz olmaz!’ derler. Lefter’i “tebdili kıyafet” ile Diyarbakır karmasına katarlar ve Mersin’e giderler. Ne var ki maçta 25 metreden attığı muhteşem gol sonucu sahte lisans foyası ortaya çıkar ve Diyarbakır karması “hükmen yenik” sayılır.
İnançlı biridir Lefter. Nitekim kızı Rula Katmer ölümünden sonra bir belgesel için verdiği röportajda zaman zaman Büyükada’daki Aya Yorgi Rum Kilisesi’ne gidip dua ettiğini, kiliseye gidemediği zamanlarda da evde dua ettiğini vurgular. Lefter’in Diyarbakır yıllarında artık ne Mar Kuzma, Mor Dumyana ne de içkaledeki Rum Kilisesi olmadığından ibadet için fırsat buldukça bir adı da Rum kapı olan Urfa kapı yakınında Lalabey mahallesindeki Maryemana Süryani Kadim Kilisesine gidip pazar ayinlerine de katıldığı kaynaklarda ifade edilendir.
Diyarbakır’ı hiç unutmaz! Diyarbakır’da onu! Eşi Stavrini İstanbuldaki Diyarbakırlılardan İsmail Hakkı İçten ve Remzi Çakmaklı’nın Lefter hastanedeyken kendilerini ziyaretinde “hep anlatır Diyarbakır anılarını” der. Ve doktorlarca hasta ziyareti yasaklanmasına rağmen eşinin onayıyla ziyaret gerçekleşir bir de fotoğraf karesi kalır geriye.
Hazır Lefter’in Diyarbakır yıllarından söz ederken askerliğinin bitmesine yakın Fenerbahçeli olacağına vesile olan bir ilginç öneriyi de anımsatmak gerek. 1946 yılının sonunda Fenerbahçe’nin iki oyuncusu Cihat Arman ile Halit Deringör askere gitmek üzeredir. Kaptan Cihat’ın yerine Beyoğlu’ndan Ruhi Şelabi düşünülmektedir.
Görüşmeye Fenerbahçe yöneticisi Rüştü Dağlaroğlu gider. Beyoğluspor yöneticisi Ohanides Nikoliyades’ten hiç beklemediği şu yanıtı alır. “Sana öyle bir futbolcu önereceğim ki, sanki annesi onu Fenerbahçe için doğurmuş” der. Ve ekler “Adı Lefter ve Taksim kulübündeydi ama şimdi galiba Diyarbakır'da asker.
Ona hemen ulaşıp kulübe alın. Sonra da bana Fener camiası olarak dua edin.” Dağlaroğlu, babası Diyarbakırda emniyet amiri olan Beyoğlu’lu Ruhi’yi solbek olarak transfer eden Dağlaroğlu, Ruhi’den Lefter’i askerden döner dönmez kulübe getirmesini ister. Askerden terhis olup dönen Lefter Fenerbahçe’nin Vefa ile oynayacağı maçtan önce kulüp merdivenlerinde Dağlaroğlu ile karşılaşır. Dağlaroğlu, kısa boylu çelimsiz gördüğü Lefter için “Bundan futbolcu mu olur, yine de bir deneyelim” der.
İşte o vefa maçı öncesi son idmanda tarihe kalacak örnek olay yaşanır. Üstelik Lefter’in kadir kıymet bilir bir efendiliğine de örnektir davranışı. Fenerbahçe’nin B takımıyla idmana çıkar. O idmanda A takımına dört gol atar ve maçtan sonra duş almadan ortadan kaybolur.
Arar sorar ve mekânı Büyükada’da bulurlar Lefter’i. Utangaçtır, ‘ne oldu ki idman maçından sonra ortadan kayboldun’ diye sorarlar. “Onlar benim büyüklerim, abilerim onlara dört gol attım. Soyunma odasında onların yüzüne nasıl bakabilirdim” der. O öyle der de, “bundan futbolcu mu olur” diyenler asıl utanır ve futbolcu olunduğunun ispatı vücudu Lefter olur.
1940’lı, 50’li yılların Diyarbakır siyah beyaz fotoğraflarının bir çoğunda uzun boyuyla kendini gösteren şehrin renkli simalarından Yunus Tokat, yıllar sonra Diyarbakır’dan ayrılır İstanbul’u mesken tutar. Kadıköy İskele meydanına yakın Başçavuş sokakta adı Doğruluk Ticaret olan bir nalburiye dükkanı açar. Dükkanın Sami Hazinses, Hüseyin Peyda, Bedri Ayseli, Recep Kaymak, Yusuf Azizoğlu dahil o kadar çok yolu Diyarbakır’la kesişen müdavimi vardır ki! İşte o konuklarından biri de Lefter’dir.
6-7 Eylül Olayları
Yaşamında olumsuz izler bırakan olaylar da yaşar. Lefter daha 17 yaşındayken 1940’lı yılların henüz başında Müslüman olmayan tebaaya yönelik “Varlık vergisi yasası” çıkarılır.
Öyle bir yasa ki varlıklı olmaktan yoksulluğun en dibine düşürülme hâlidir yasanın uygulaması. Vergiyi ödeyemeyenlerin sürgün gibi toplama kamplarına, yollarda taş işçiliğine yollandığı yıllardır.
Lefter’in balıkçı babası Hristo çok yoksul olduğundan ve verecek hiçbir şeyi de olmadığından varlık vergisinden kurtulur. Ama akrabalarından hiçbiri kurtulamaz, çareyi terki diyar etmekte bulurlar. Lefter ailesi ile birlikte bir anda yalnızlaştıklarını hüzünle fark eder. Ve o günlerin ne denli acılı, büyük zorluklara kadir olduğunu hayatının son demlerinde belgeselini yapan Nebil Özgentürk’e kamerayı kapattırarak anlatır.
Varlık Vergisi yıllarından tam 15 yıl sonra 1955’de 6-7 Eylül Olayları'nda bir anlamıyla Alman Nazilerinin kristal gecesinin benzerinin tanıklığı düşer bahtına bu kez Lefter’in.
1955 yılının 6-7 Eylül'ünde, Atatürk'ün Selanik'te doğduğu eve bomba atıldığı provokatif haberinin hemen ardından İstanbul'da azınlıklara karşı saldırılar yaşanır. Haberin yalan olduğu kısa süre sonra ortaya çıksa da üç gün içinde birçok Rum, Ermeni, Süryani vatandaşın ev ve işyerleri yakılıp yıkılarak yağmalanır.
6-7 Eylül Olayları'nda Fenerbahçe’nin as futbolcusu olan ve ülkenin milli formasını da defalarca giyen Lefter’in Büyükada'daki evine de aynı güruh tarafından saldırıda bulunulur. Lefter, eşi ve kızlarının güvenliğini sağlayıp silahıyla kapının arkasına dikilir. Evi taşlanır, boyalar atılır penceresine, kapısına, küfürler-hakaretler edilir “vurun şu gâvuru” diye!
Lefter, ailesine linç korkusunu yaşatanların her birini seslerinden, yüzlerinden kapı arkasından isim isim tanır tanımasına ya, faillerin isimlerini hiçbir zaman açıklamaz.
Yaşadığı o acı olaya dair yalnızca ağzından şu cümleler dökülür: "On beş gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O meşum gün ve gece ise, taşlar ve boya tenekeleri ile karşılaştım. En kötüsü, harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar. Çok sordular, 'kim yaptı' diye, ama o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim." Kadıköy’den Fenerbahçeli taraftarlar duyar teknelere atlayıp ulaşırlar Lefter’e ve “Kim olduklarını tanıyor, biliyorsan söyle, hadlerini bildirelim” derler. “Asla” der ve hiç kimsenin adını anmaz ve ele vermez. Sonrasında da o günlerin ruh halini soranlara “günlerce ağladım, sadece ağladım” der.
Ülke tarihine mal olacak kadar çok sayıda “millilik” ve gol krallıkları yaşadı, yaşattı. 1947 ile 1964 yılları arasında birer yıl İtalya’nın Fiorentina ve Fransa’nın Nice takımlarında top koşturmasını sicilinde sayarsak gönlündeki “Fenerlilik” kendi tabiriyle hani “ben Fener formasını sırtımda değil, başımda taşıdım” dediği hep dipdiriydi.
"Ver Lefter'e yazsın deftere
Üstelik kadir kıymet bilir bir efendilik. Askerlik dönüşü Fenerbahçe’ye gireceği günler B takımıyla idmana çıkar. O idmanda A takımına dört gol atar ve maçtan sonra duş almadan ortadan kaybolur. Arar sorar ve mekânı Büyükada’da bulurlar Lefter’i. Utangaçtır, ‘ne oldu ki idman maçından sonra ortadan kayboldun’ diye sorarlar. “Onlar benim büyüklerim, abilerim onlara dört gol attım. Soyunma odasında onların yüzüne nasıl bakabilirdim” der.
Eskiler der ki “İnsan Askerlik ve Mahpusluk günlerini asla unutmaz. Asıl dostluk o günlerde yani insan "dar yerde iken belli olur”. Onun Diyarbakır askerlik günlerini hatırlayanlar onurla, gururla “ver Lefter’e yazsın deftere” sözünün müellifleri olduklarını hâlâ dillendirirler.
Üniversitelerde eskiden üstün bilimsel çalışmalara imza koymuş ve en az beş yıllık az sayıda profesöre bir paye olarak “Ordinaryüs” ünvanı verilirmiş. Profesörlerin de profesörü, hocası anlamına gelen Ordinaryüs ünvanı YÖK yasası ile 1980’li yıllarda kaldırılır. Akademik ünvan olarak tarihte kalır.
Ama biri var ki, ki o biri yani Lefter top sevdası nedeniyle ilkokuldan terktir ve dışarıdan ilkokul diplomasını sonradan almıştır. Üstelik ilkokul tahsilli olmakla yetinmeyip yıllar sonra futbol yazıları da yazmıştır. İşte o Lefter’e “Futbolun Ordinaryüsü” payesi neredeyse toplumsal mutabakatla verilir ve ömür boyu da ukdesinde kalır hep öyle anılır “Futbolun Ordinaryüsü Lefter” diye.
Zeki Müren’i ve şarkılarını dinlemeyi pek severmiş Lefter, en çok da "Alkışlarla Yaşıyorum’u"
Sevgi dolu bir dünyam var
Dört yanımda tüm insanlar
Dünya malı neye yarar
Dostluklarla yaşıyorum...
Dostluklarda yaşadı ve dostluklarla öte yakaya göçtü. İyi ki Lefter bu ülkenin siciline düşmüş. İyi ki Lefter hayatının en verimli çağında Diyarbakır’la tanıştı ve sonraki yılllarında da Diyarbakır’dan artakalan dostluklar hep yaşamında yer etti.
Türkiye’de top koştururken kimi ırkçı fanatiklerce “Rum tohumu” olarak yaftalanan, Türkiye milli forması ile Yunanistan milli takımına karşı sahaya çıktığında da Yunanlı ırkçılarca “Türk tohumu” olarak hakarete uğrayan, ama ırkçılara inat geniş kitlelerin gönlündeki tahtı, bahtla hep zirvede duran Elefterios (Lefter) Küçükandoniyadis (22 Aralık 1924 - 13 Ocak 2012) 8 yıldır Büyükada’daki Rum Ortodoks Mezarlığında yatıyor. Ruhu şad toprağı bol olsun ustanın...
Ve şimdi şarkının sözlerinde dile gelen “Bitti kalem, doldu defter. Ver Lefter’e yaz deftere. Efsaneler ölmez Lefter...” derken, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun İstanbul destanındaki dizeleridir ona dair ve akıllarda kalan;
“İstanbul deyince aklıma stadyum gelir.
Kanımın karıştığını duyarım, ılık ılık.
memleketimin insanlarına
Daha fazla sokulmak isterim yanlarına.
Ben de bağırırım birlikte
Avazım çıktığı kadar.
Göğsümü gere gere.
Ver Lefter`e yaz deftere...”
(ŞD/EMK)
Kaynaklar:
-Fenerbahçe ve Ayspor kulüplerinin Google arşivleri.
-Lefter üzerine YouTube belgeselleri
-Diyarbakır anılarını paylaşan
İhsan Nergiz, Suat Tokat, Şinasi Ötürk
Görsel: Anadolu Ajansı