Lefter Küçükandonyadis demek Fenerbahçe demektir, Ordinaryus demektir, futbol demektir. 13 Ocak 2012 Cuma günü vefat eden Lefter'in arkasından yazılanlara bakılacak olursa Lefter aynı zamanda Türkiye için birlik demektir, beraberlik demektir, her gruptan insanın bir arada ve kardeşçe yaşadığı Türkiye demektir.
Bunlara bir itirazım yok, ve hatta kanımca mutlulukla karşılanacak sözler sarf edildi Lefter'in arkasından hep. Yine de bu iyimser tablonun içinde kaybolmamak, "6-7 Eylül'ün karanlık İstanbul'unda Lefter olmanın ne anlama geldiğini" (Radikal, 16 Ocak 2012, sayfa 1) bize hiç anlatmayan Lefter'in nelerden geçtiğini bilebildiğimiz kadarıyla da olsa dillendirmek belki de vicdani bir borç ona karşı.
Yıllardan karanlık 1955 değil, yıllardan karanlık 1974. Bir çok kimsenin hatırasında Kıbrıs çıkarmasının gerçekleştirildiği yıl. Daha az sayıda insan için ise Kıbrıs konusundaki Türk-Yunan anlaşmazlığının kendilerine karşı yasal ama adaletsiz etkilerinin 6-7 Eylül'e nazaran daha sessiz sedasız yürürlüğe konduğu yıl.
Daha açık belirtmek gerekirse, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 8 Mayıs 1974 tarihli "Türk olmayanların meydana getirdikleri Tüzel Kişiliklerin taşınmaz mal edinmeleri yasaklanmıştır" (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 08.05.1974, E. 1971 /2-820, K.1974/505 sayılı karar) kararının alındığı ve azınlık vakıf mallarına el konulmasının yasal yolunun açıldığı yıl .
Bugün toz pembe başlıklarla uğurladığımız Lefter'in karakolda dayak yediği haberiyle manşetlere taşındığı o yıl Türkiye'de azınlıklar hem tüzel hem özel kişiler olarak sıklıkla ayrımcılığa uğramışlardı.
Lefter'in karakolda dayak yediği haberi ilk olarak 21 Eylül 1974 tarihli Hürriyet (sayfa 8) gazetesinde yer almış, Lefter'in başını ellerinin arasına almış resminin altında onun "Mahvoldum" sözlerine yer verilmişti.
Bir şahısla aralarında "kat satışı" hakkında çıkan anlaşmazlık üzerine Büyükada Emniyet Amirliği'ne gittiği belirtilen Lefter, burada anlaşmazlığı yaşadığı kişinin yakını, avukatı ve aynı zamanda polis teşkilatının içinden olduğunu belirttiği bir şahıs tarafından hakarete uğramış ve tartaklanmıştı.
Haberde belirtildiği üzere, bahsi geçen kat ile ilgili tartışma kısa süre sonra farklı bir boyuta geçmiş, emniyet teşkilatındaki şahıs Lefter'e şu sözleri söylemişti: "Ulan biz sizi Anadolu'dan sürüp İzmir'de denize döktük, buradan da atacağız."
Lefter milli formayı defalarca giymiş bir Türk vatandaşı olduğunu karşısındakine hatırlattığı sırada yüzüne "iki tokat patlar". Haberin devamında Lefter'in durumdan ne kadar şiddetli üzüntü duyduğu olayın yaşandığı gece sayıkladığı belirtilen şu sözlerle anlatılmıştır:
"Ben Rum değil Arnavut'um. Üstelik de Türk vatandaşıyım. Büyük Ada'da doğdum. Diyarbakır'da 4 yıl askerlik yaptım. [...] Ben Yunan Milli takımına karşı iki defa forma giydim. Hem de Atina'da! [...] 1947 yılında Atina'da attığım golden sonra Yunanlılar bana nasıl bağırıyor. Dinle ve benim ne olduğumu anlayıp utan!" (Hürriyet, 21 Eylül 1974, sayfa 8).
Haberin gazetede yer almasının ardından 22 Eylül tarihli Hürriyet gazetesinin birinci sayfasında dönemim başbakanı Ecevit'in Lefter'i dövenlerin tespit edilmesini istediğini belirten bir haber yer aldı.
Bu haberde Ecevit'in "Eğer olay Rumlukla karıştırılmışsa ve Lefter bundan dolayı dövülmüşse derhal bu adamı görevden alınız.
Halk böyle ayrım yapmazken, en heyecanlı sayılması gereken gençler duygularına hakim olurken, bir emniyet görevlisinin böyle duygulara kapılması eğer doğru ise hoş görülemez" (vurgu yazar tarafından yapılmıştır) sözleri dikkat çekici.
Ecevit'in bu sözlerinden hakim olunan duyguların Rumlara ve onlarla özdeşleşmiş diğer azınlıklara karşı ayrımcı ve negatif duygular olduğu anlaşılıyor.
Olayın ardından Hürriyet ve Tercüman gibi dönemin merkez ve sağ duruşlu gazetelerinde bile olay kınanırken, yaşananlar Necmi Tanyola, Erdoğan Şenay ve Tahsin Öztin gibi köşe yazarları tarafından "üzüntü verici" olarak değerlendirildi. Yine de yazılarda dikkat çeken önemli bir unsur Lefter'in gördüğü şiddeti eleştirirken onun aslında ne kadar Türk olduğuna yapılan sürekli vurgu.
Örneğin Tahsiz Öztin "Lefter'e İnen Tokat!" başlıklı makalesinde (Hürriyet, 22 Eylül 1974, sayfa 10) karakolda Lefter'e gavur denerek tokat atılmasından dolayı son derece kızgın, ancak bunun nedeni yazarın da belirttiği gibi "Lefter'in gavur olmaması".
Lefter'in Türk'lüğüne daha şiddetli vurgu yapan Erdoğan Şenay'ın makalesi (Tercüman, 27 Eylül 1974, sayfa 8) Kurtuluş Savaşı'ndan Türklüğün "insancıl" tabiatına kadar son derece milliyetçi temalarla bezeli.
Şenay makalesinde cümleye yer vermiş: "İsmet İnönü, Venizelos gibi ünlü büyüklerin önünde 'Yunan'a dayak atmış' galibiyet ışıklarını yakan golümüzün anında Atina Stadını İzmir'in kurtuluş günündeki Kordonboyu'na benzetmiştir Lefter". Görüldüğü gibi tıpkı emniyet mensubunun Lefter'i tokatlamadan önce belirttiği gibi, durumu kınayan yazısında Şenay da "Yunanlı'yı denize dökme" vurgusunu yapıyor.
Olayın üzerinden yaklaşık iki hafta geçtikten sonra Hürriyet gazetesi Lefter ile bir röportaj gerçekleştirerek, "Lefter iki kızını Türk'e Verdi" başlığıyla yayınladığı bu haberin üst başlığı olarak ise Lefter'e ait olan "Bana kefere diyenler utansın" sözlerine yer verdi (Hürriyet, 5 Ekim 1974, sayfa 10).
Röportajda Lefter'in kızlarından birinin bir Türk genci ile evli olduğundan, diğerinin ise yine bir Türk genciyle yakında evlenmek üzere nişanlandığından bahsedilirken, tüm bunların ortasında kendisine "Kefere" (Kafir) denmesindaki "kötü niyet"e vurgu yapılıyor; konuyla ilgili köşe yazarlarının da sıklıkla üzerinde durduğu gibi Lefter'in "bu vatanda doğduğunu, bu vatanda askerlik yaptığını, bu vatanda yaşadığını" belirttiği demecine yer veriliyor.
Röportajın sonunda ise Lefter'i korumak maksadıyla kaleme alınmış şu cümleler, tam olarak Türk olmanın ya da "içeriden" olmanın bir azınlık mensubu için ne kadar zor olduğunun bir ispatı gibi algılanabilir:
"Ama eller vicdana koyup sorulmalı: Lefter'in sahip olup da bu vatana vermediği şey kaldı mı artık? Canından çok sevdiği iki kızı vardı. Onları da iki Türk delikanlısına eş yaptı" (Hürriyet, 5 Ekim 1974, sayfa 10).
Lefter'in gördüğü şiddetin hiç bir şekilde mazur görülmediği tüm haber makalelerinde, demeçlerde, köşe yazılarında ve kendisiyle yapılan röportajda aşikar. Ne var ki, dikkat çekmek istediğim konu görünenler değil, onların altında yatan gizli anlamlar.
Lefter'in karakolda işittiği ve özellikle Rum azınlıklara karşı her fırsatta dinlendirilen "denize dökme" meselesini kendisine yapılan haksızlığa karşı çıkan her haber makalesinde aslında tekrarlanıyor ve meşrulaştırılıyor.
Yukarıda değindiğim hiç bir haber makalesi, tıpkı 1974 yılı boyunca olduğu gibi, Lefter nezdinde azınlıklara karşı olan tutuma dikkat çekip akl-ı selim çağrısında bulunmuyor. Başka bir deyişle, Lefter'i "kurtaran" onun askerliğini burada yapması, milli takım forması giymesi, kendisini Rum değil Arnavut asıllı olarak görmesi ve kızlarını Türk delikanlılarından damat seçmesinin ötesine geçemiyor.
Rastlantı bu ya, Kıbrıs mücadelesinin kilit ismi Rauf Denktaş Kıbrıs sorunu çözülemeden vefat etti; azınlık sorunları henüz çözülemeden aramızdan ayrılan Lefter Küçükandonyadis ile aynı gün, aynı saatlerde.
Rauf Denktaş'ın siyasi hayatı boyunca Kıbrıs hakkında yaptıklarının haklılığı ve haksızlığı sıkça tartışılırken Lefter'in bir azınlık olarak gördüğü saygıyı ve yaşadığı haksızlıkları da tartışmanın bir gereklilik olduğu inancındayım. Böylece belki de Lefter kadar "bizden" görülmeyen azınlıkların günümüzde hala mücadelesini verdikleri hak arayışını biraz da olsa anlamak mümkün olabilir. (PDK/ÇT)