Yemin bir şiir olarak okunur bazı dilde, yemin bir inanç ve onur meselesidir bazı zihinde. “Tutulamayacak yeminsin, yemin ederim”[1] diyen Küçük İskender’in leziz mısrası özetler yeminler arası bu çelişkiyi. Net, müdanasız, yalın bir cümle ile hatırlatır şair, yeminin bazen tutulamayabileceğini.
Yemin etmek mühim meseledir bu sebeple. Tutulması ya da tutulmamasından ziyade, edilmesi bizatihi bir anlam taşır. Kocaman bir yükü dile bilemektir yemin, dili o ağırlıkta yaşatabilmektir.
Kuvvetli bir hafızaya sahip olanlar için yemin, unutulmayacak kadar derindedir. Yemin tutabilmek, bir kıvanç işaretidir insanın yüzüne konan. Bir yemini hakikatle tutmamak, açık yaraya dönüştürür kimilerini.
Her sözden bir sömürü çıkarabilen devletler için yemin, insanı devlete bağlayan manevi bir pranga oluverir bu sebeple. Türkiye örnekleminde ilkokul andından başlayan, daha sonra bütün marşların içine kerametle sindirilmiş olan milliyetçi ve eril dil, yeminle kutsanır.
Bu ülkenin insanları yemin ederek vatandaş oluverir bu sebeple. İnsana yemin ettiren devletin en kötü oyunu, o yemine inandırdığı insanlar oluverir.
Etmesi değil inanması daha büyük bir yük oluveren sözlere dönüşür yeminler devlet dilinde. Devlet kendisine hibe niyetine insan kaynağı bulabilmek için ettirir yeminini kendi dili ile. Sahiden inanılırsa devlet yemininin kudretine, insanlardan birer “potansiyel hibeler” var edilir.
Tutulacak yemin, tutulmayacak yemin
Birlik, beraberlik, memleketin bütünlüğü ve bölünmezliği üzerine devlet eliyle ettirilen yeminler, marşların içine işlemiş antlar yolu ile otoriter bir yapının otoriterleşmeye meyyal insanları oluveririz biz.
Tanıl Bora’nın 10. Yıl Marşı’na atfettiği “sesli muska” tasviri,[2] bize ses aracılığı ile okutulan bütün devlet söylemlerinin müşterek noktası haline gelivermiştir bu sebeple. Bütün yeminler bizim biz, düşmanın düşman olduğunu sistematik olarak hatırlatan sesli muskalar haline gelir.
Kuzey Kıbrıs Yönetimi Parlamentosu Milletvekili Doğuş Derya’ya ettirilmek istenen yeminden ziyade; onun dönüştürdüğü, dilini değiştirdiği ve bu yolla söylemini politikleştirdiği yemin çok daha değerli, çok daha tutulasıdır bu sebeple.
Bazı yeminlerden kaçmak gerekir, bazı yeminleri “kalbimizin üzerinde dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşımak” lazım gelir.[3]
Derya’nın yemini, kalbin üstünde hep taşınılacak yemin gibi nimettendir. Dönüştürmeye çalıştığımız eril dile en politik noktasından –meclisten - müdahale eden; onu tam kalbinden delip geçmeye çalışan cesur bir tavrın tasviridir Derya’nın yemini.
Vatan bir bütündür, yeminler dâhil
Kuzey Kıbrıs bayrağındaki iki kırmızı şerit anavatana yani Türkiye’ye olan bağlılığı anlatır. Türkiye’nin “yavru vatan” lügati ile dil sömürüsü de yarattığını düşünürsek, bu “iki kırmızı şerit”in bağlılık yemini, sadece bayrak üzerinde kalan, soyut bir bağlılık da oluvermez.
Okullarda okutulan kitapların Türkiye’den gitmesi, müfredatın aynı olması, sabahları okunan İstiklal Marşı ve “Andımız” bu bağlılığın gündeliğe müdahalesidir ve görünen yüzüdür sadece.
Vatan bir bütündür, yemin etmek dâhil. Hem bağımlı, hem bağımsız bir devlet yaratılır anavatanın eliyle ve diliyle.
Yemin, kelimenin bilinen anlamının ötesine geçen, onu yeniden doğuran, bir yanıyla dokunduğu yeri mitleştiren ama bir yanıyla gündeliğimize sokan söz büyüsüdür.
Yeminin büyüsü tam da böyle kritik noktalarda, ummadığımız anlarda parlayıverir.
Derya’nın yarattığı kendi yemini, güzel bir müşterek temennidir. “Devletin varlığı ve bağımsızlığı” yerine “insanın ayrımcılığa uğramasına karşı” edecek bir yemin seçilmiştir Kuzey Kıbrıs’ta; “lafın gelişi” olsun diye değil, izinden gidilebilecek bir ant okunmuştur parlamentoda. Bundandır bu yeminin, o “yeminlere” benzemeyişi.
Medyanın yemini
Bir parlamentonun ilk defa “lafın gelişi” bir yeminden ziyade; bir şey söyleyen, bir meramı olan yeminle karşı karşıya gelişi medyayı da şaşırtmış olacak ki, yemin törenini canlı veren devlet televizyonu BRT yayını bir anda kesmiş.
Gezi/ Haziran direnişinden bize tanıdık gelen bir tavırdır medyanın bu tavrı. İnsanlar canlarından olurken, geri kalan daha iyi görebilsin diye gözlerini kaybederken, medyada “kamu mallarına verilen zarardan” bahsedilmiştir de, cana verilen zarardan pek dem vurulmamıştır zira.
Aslolan gerçeğin kendisidir bu yüzden, medyanın bize gösterdiğinden ziyade bizim gördüğümüz, sevinçle tanıklık ettiğimizdir aslolan.
Bu sebeple Kuzey Kıbrıs’taki yemin, bir umuttur bizim için.
Hepimizin temennisinin, el yordamıyla peşinden gittiğimizin bir dilde can bulmasıdır. Eril ve milliyetçi dile tam yerinden müdahaledir o yemin.
KKTC’yi tanıyan tek ülke Türkiye’dir denir, lakin şimdi asıl tanıyıp, meramına gönül vermemiz gereken şey bir ülkeden ziyade, o yemindir. (IK/HK)