Yargı el sürülmez güç değildir.
Medyada mahkeme kurulamaz. Yargının otorite ve tarafsızlığı korunmalıdır. Doğrudur!
Yasama, yürütme ve yargı organlarının tüm işlemleri medyanın denetimi altındadır.
Eğer bu üç kamu gücü, görevini yapmıyorsa, olaylar karşısında ihmalkâr davranıyorsa, basının görevi başta yargının yargıları olmak üzere eleştirmektir, olanı biteni kamuoyunun gözleri önüne sermektir.
Bu nedenle yasama, yürütme ve yargının gerekirse kamuoyunun vicdanında yargılanması ve eleştirilmesi kamuoyunun gözü kulağı olan basının hakkıdır.
Basın özgürlüğünden iletişim özgürlüğüne uzanan yolun kilometre taşlarından birisi; halkın gerçekleri öğrenme hakkıdır. İnsanların görüş edinme hakkı vardır ve bunun sağlanmasında basın vazgeçilmez güçtür.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde yer alan ifade özgürlüğünün demokratik toplum düzeni gereklerine uygun olarak sınırlandırılmasında “yargı otoritesinin korunması” en önemli sınırlandırmalardan birisidir.
Amacı basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını düzenlemek olan Basın Kanunu’na göre basın özgürlüğü; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma hakkıdır.
Basın özgürlüğü sınırlandırılabilir bir haktır. Bu hakkın kullanılması demokratik toplumun gereklerine uygun olarak yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlandırılabilir.
Bu sınırlandırmaların meşru ölçütünün esası yasalardır. Sınırlandırmalar temel insan hak ve özgürlüklerinin çekirdek özüne dokunamaz ve sadece yasalarla sınırlandırma getirebilirsiniz. Bu sınırlandırmalar Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeni ve laik Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
İşte bu tartışmaların tam ortasındaki basın özgürlüğü; toplumun ve kamuoyunun bekçisi olma görevini yerine getiren gazetecilerin hukuka uygun davranışı demek; gerçekleri, olayları, haberleri saptırmadan, eğip bükmeden, değiştirmeden haber yapmaktır. Aksine davranış, gazetecinin meslek ilkeleri ve doğru davranış kurallarının ihlalidir.
Yargının tarafsızlığının ve otoritesinin sağlanması amacıyla basın özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların sınırı ne olmalıdır?
Yürürlükten kaldırılmış olan 5680 sayılı Basın Yasası’nın 30’uncu maddesinin 2’nci fıkrasında, “Ceza kovuşturmasının başlamasıyla hüküm kesinleşinceye kadar hakim ve mahkemenin hüküm ve karar ve işlemleri hakkında mütalaa yayınlamak yasaktır” hükmü vardı.
Bu hükümle yargının saygınlığı ve otoritesi korunmaya çalışıldı. Korunan hukuki yarara göre amaç, yargılamanın dış etkilerden etkilenmesini engellemek ve bağımsızlığını sağlamaktı. O yüzden yargılamalarda sanık hakkındaki hükmün kesinleşmesine kadar geçecek sürede lehte veya aleyhte olsun herhangi bir mütalaa yayınlanması yasayla yasaklanmıştı. Amaç yargının nihai hükmü verene kadar dış etkilerden korunması ve adil yargılanma hakkına uygun bir karar verilmesini sağlamaktı.
Prof. Sahir Erman ve Prof. Çetin Özek’e göre; “Yargıç, siyasal güce, yönetsel yetkiye, yargılama organına olduğu kadar ortama karşı da bağımsız olmalıdır. Bu açıdan yargıç, bağımsızlığının kitle iletişim araçlarına karşı da korunması gerekir. Bu nedenle, yargılama sürecinde, yargıç kararları hakkında yargıyı etkileyecek yayın yapılması suç sayılmaktadır. Değinilen türden yayın yapılmaması için bir karara gerek yoktur. Norm, yargıyı etkileyici yayın yapmamak yükümlülüğünü öngörmüş ve aykırı davranışı suç saymıştır.” (Erman-Özek, Açıklamalı Basın Kanunu ve İlgili Mevzuat, Alfa Yayınları, İstanbul 2000, s.259)
Yargı, dış etki olarak görülen basına karşı kanunla korunmaya çalışıldı ama olmadı. 1950 yılında çıkarılan 5680 Sayılı Basın Kanunu ve bu düzenleme 2004 yılında tümüyle yürürlükten kaldırıldı.
Bu kez, 09.06.2004 kabul tarihli 5187 Sayılı Basın Kanunu’nda “Yargıyı Etkileme” başlıklı bir yasak yer aldı. Basın Kanunu’ndaki yargıyı etkileme yasağına göre; hazırlık soruşturmasının başlamasından itibaren takipsizlik kararı verilmesine veya kamu davasının açılmasına kadar geçen süre içerisinde, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme işlemlerinin ve soruşturma ile ilgili diğer belgelerin içeriğini yayımlamak suç sayıldı ve yasaklanmıştı. Cezası, para cezasıydı.
Ayrıca getirilen ikinci bir sınırlandırmayla; görülmekte olan bir dava kesin kararla sonuçlanıncaya kadar bu dava ile ilgili hâkim veya mahkeme işlemleri hakkında mütalaa yayımlayan kişiler hakkında para cezası verilirdi. Dolayısıyla sanıkların savcılık ifadeleri, soruşturma işlemleri ve soruşturma ile ilgili belgelerin içeriğinin yayınlanması ve bir sanık hakkındaki karar kesinleşinceye kadar dava ile ilgili “mütalaa”/yorum yayımlanması yasaktı.
Daha net bir örnekle açıklamak gerekirse örneğin “Narin cinayetindeki” ifadelerin, adli tıp raporlarının, mahkeme kararlarının ekranlarda veya kitle iletişim araçlarıyla yayımlanması yasaktı. Yayınlanan bu ifadeler, adli tıp raporları veya mahkeme işlemleri hakkında mahkemenin kararı kesinleşmeden bu günkü gibi yazılı, görsel ve işitsel basın organlarındaki yayınlarda “yorum” yapmak ve/veya “mütalaa” yayınlamak yasaktı.
Bu yasak kaldırıldı. Artık yargıyı etkileme suçu diye bir suç, bir sınırlandırma yoktur.
02.07.2012 kabul tarihli 6352 Sayılı “Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun” ile 5187 Wayılı Basın Kanunu’ndaki yargıyı etkileme yasağı kaldırdı.
2012 yılından itibaren Basın Kanunu’ndaki “yargıyı etkileme” suçu yok artık. Ama yasa koyucu bu suçtan vazgeçmedi. Suçu, Basın Kanunu’ndan çıkararak yürürlükten kaldırdı ama Türk Ceza Kanunu’na yerleştirdi.
6352 sayılı aynı Kanun ile 2012 yılında Türk Ceza Kanunu’nun “Gizliliğin İhlali” başlıklı 285’inci maddesinde önemli bir değişiklik yapıldı. Soruşturmanın gizliliğini alenen ihlal eden kişinin adli para cezası ile cezalandırılması kabul edildi.
Soruşturmanın gizliliğini ihlal suçunun oluşabilmesi için (Madde 285/1);
a) Soruşturma evresinde yapılan işlemin içeriğinin açıklanması suretiyle, suçlu sayılmama karinesinden yararlanma hakkının veya haberleşmenin gizliliğinin ya da özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesi,
b) Soruşturma evresinde yapılan işlemin içeriğine ilişkin olarak yapılan açıklamanın maddi gerçeğin ortaya çıkmasını engellemeye elverişli olması gerekir (Madde 285/1)
Gizliliğin ihlali suçunda;
Maddenin (2) fıkrasına göre; “Soruşturma evresinde alınan ve soruşturmanın tarafı olan kişilere karşı gizli tutulması gereken kararların ve bunların gereği olarak yapılan işlemlerin gizliliğini ihlal eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.”
Yasa “kişi” diyor, ama örneğin bu suçtan yargılanan kamu görevlileri olup olmadığını, yargı mensuplarından kaç kişinin veya kaç kişinin bu suç nedeniyle sanık olduğu, kaç kişi hakkında soruşturma açıldığını bilmiyoruz. Soruşturmanın gizliliğini sağlamakla görevli olanların soruşturulup soruşturulmadığı, sanık ifadelerinin kim tarafından nasıl sızdırıldığı, neden sızdırıldığı, neden yayınlanması amacıyla verildiği iddiaları hakkında bir haber. Bir bilgi yok.
Basit bir hatırlatma; süreli yayın sahibi, sorumlu müdür ve eser sahibi, bilgi ve belge dahil her türlü haber kaynaklarını açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya zorlanamaz. Ama kişiler ve kamu görevlileri için gizliliğin alenen ihlali suçu vardır.
Dava açılmasıyla başlayan yargılama sürecinde maddenin 3. fıkrasına göre; “Kanuna göre kapalı yapılması gereken veya kapalı yapılmasına karar verilen duruşmadaki açıklama veya görüntülerin gizliliğini alenen ihlal eden kişi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır. Ancak, bu suçun oluşması için, tanığın korunmasına ilişkin olarak alınan gizlilik kararına aykırılık açısından aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz.”
Eğer gizliliğin ihlali suçu; “kamu görevlisi tarafından görevinin sağladığı kolaylıktan yararlanılarak” işlenirse ceza yarı oranında artırılır.
Ayrıca, “Soruşturma ve kovuşturma evresinde kişilerin suçlu olarak algılanmalarına yol açacak şekilde görüntülerinin yayınlanması halinde” gizliliği ihlal suçunu işleyenler hakkında altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir (Madde 285/5).
Basın yayın fiillerini ilgilendiren en önemli düzenleme ise TCK 285’inci maddesinin 6’ncı, yani son fıkrasında yer alıyor: “Soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin haber verme sınırları aşılmaksızın haber konusu yapılması suç oluşturmaz.”
Gizliliği ihlal suçunun oluşması için basın yayın fiillerinde bir ayrıcalık kabul edilmiştir. Buna göre “haber verme” hakkı kabul edilmektedir. Buna göre; soruşturma ve kovuşturma işlemleri “haber verme sınırları aşılmaksızın” haber olabilir. Eğer haber verme sınırları aşılmazsa gizliliğin ihlali suçu oluşturmaz.
Ardından Türk Ceza Kanunu’nda “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçu vardır.
TCK Madde 288 düzenlemesine göre; “Görülmekte olan bir davada veya yapılmakta olan bir soruşturmada, hukuka aykırı bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi ya da gerçeğe aykırı beyanda bulunması için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi” suç işlemiş sayılır ve elli günden az olmamak üzere adli para cezası ile cezalandırılır.
Bu düzenlemeler basın yayın fiillerinin, bir başka yaklaşımla basın özgürlüğünün korunmasını sağlamak amacıyla yapılmış düzenlemeler olarak gözükmektedir. Örneğin adil yargılamayı etkilemek bakımından suçun oluşmasında aranan kriterlerin arasında sayılan yargı görevi yapanı “hukuka aykırı olarak etkilemek” amaçlı bir fiilin olması aranmaktadır ve bu amacın var olduğunun ispatlanması zordur.
Gizliliğin ihlalinin suç oluşturmaması bakımından aranan “haber verme sınırlarının” aşılıp aşılmadığının tespitinde gazetecilerin haberlerinde ve yaptıkları yorumlarında gazetecilik meslek etik ilkelerine uyup uymadıkları çok daha fazla önem kazanmıştır. Çünkü, haklarını kullananlar, ödev ve sorumluluk bilinciyle hareket etmelidirler.
“Medyada mahkeme kurulamaz” demiştik! Peki, yargı görevini yapmakta ihmal gösteriyorsa?
O zaman başa dönelim ve şu soruyu soralım; yargının işine gazeteciler karışmalı mıdır?
Basın karışmazsa ne olur? Yargının işlerinde basının rolü nedir?
Acaba yargının otorite ve tarafsızlığının korunması ile basın özgürlüğü nasıl bağdaştırılabilir?
Yargı eleştirilmez ve dokunulmaz bir güç müdür?
Basının rolü üzerine yol gösterici kararların başında AİHM’nin Castells/İspanya kararı gelmektedir. Bu dava, bir İspanyol senatörün Bask bölgesindeki faili meçhul cinayetlerle ilgili bir makaleyi bir dergide yayımlaması sonrasında milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılıp hapis cezasına mahkûm edilmesiyle ilgilidir. Dava konusu yazıda, işlenen cinayetlerin ve bunları işleyen faşist örgütlerin bir listesine yer verilmiş, cezasız kalan suçların arkasında başta hükümet ve onu oluşturan idare olmak üzere tüm devlet teşkilatının bulunduğu iddia edilmiştir. Bunun üzerine ceza davası açılmış ve “hükümetin manevi şahsiyetine hakaret” suçundan senatör hakkında mahkûmiyet kararı verilmiştir.
AİHM, ifade özgürlüğünün herkes açısından önem taşımakla birlikte halkın seçilmiş temsilcileri bakımından bilhassa önemli olduğunu; hükümet hakkındaki eleştirinin caiz olan sınırlarının, özel kişilere hatta bir politikacıya yapılan eleştiriye oranla çok daha geniş olduğunu; hükümetin medyadaki haksız saldırı ve eleştirileri başka yollarla önlemek varken, işgal ettiği hâkim pozisyonu dolayısıyla ceza davası açarak önlemeyi tercih etmesini aşırılık olduğu değerlendirmiş ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Asıl olan yazıda geçen cinayetlerin faillerinin kim olduğunun devlet tarafından araştırılmasıdır, yazı sahibini mahkûm etmek için ceza davası açmak değildir.
Mahkemeye göre ifade özgürlüğü herkes açısından önem taşımakla beraber, “halkın seçilmiş temsilcileri” için bu özgürlüğün özellikle önemli olduğu vurgulanmıştır. Yazı yazmak, haber vermek ve yazılı basın, söz söyleme hakkından daha üstün bir hak olarak görülmüştür. Mahkeme, parlamentodaki bir muhalefet üyesinin ifade özgürlüğüne müdahaleyi incelerken çok daha dikkatli davranarak, parlamentodaki söz söyleme özgürlüğü yerine, haftalık bir yayın organını tercih ederek görüşlerini “yazılı basın” yoluyla açıklayan Castells’in karşılaştığı “müdahaleyi” hak ihlali saymış ve “basın özgürlüğünün” korunmasına verdiği önemi şöyle açıklamıştır:
“Somut olayda şikâyetçi fikirlerini senato kürsüsünden değil -ki bunu hiçbir müeyyideye uğrama korkusu olmaksızın rahatça yapabilirdi- kendi seçtiği dergide açıklamıştır. Ancak bu yöntemi seçmiş olması, kendisinin hükümeti eleştiri hakkını kaybettiği şeklinde anlaşılmamalıdır.
Hukukun üstünlüğünün hâkim olduğu bir devlette, basının çok önemli bir yere sahip olduğu hiçbir şekilde unutulmamalıdır. Her ne kadar basının, karışıklıkların önlenmesi ve başkalarının şeref ve haysiyetlerinin korunması gibi bazı sınırları varsa da ana görevi, siyasi sorunlar ve kamuoyunu ilgilendiren diğer konularda haber ve fikirleri yaymaktır.
Basın özgürlüğü topluma, siyasi liderlerin düşünce ve tutumlarını keşfetme imkânı sağlayan en önemli araçlardan birisidir. Basın özellikle politikacıların kamuoyunu ilgilendiren konularda yorum yaparak bunları yansıtma fırsatı verir. Basın böylece herkesin serbest tartışmaya katılmasını sağlar ki, bu demokratik toplum ilkesinin çekirdeğidir.
Kuşkusuz, siyasi tartışma özgürlüğü mutlak bir nitelikte değildir. Bir akit devlet bu özgürlüğü ceza tehdidi altında bazı kısıtlamalara tabii tutabilir. Ancak, akit devletlerce alınacak bu önlemlerin 10’uncu maddede öngörülen ifade özgürlüğüyle bağdaşıp bağdaşmadığını belirleme yetkisi Divan’a aittir.
Hükümet hakkındaki eleştirilerin caiz olan sınırları, özel kişilere, hatta politikacıya yapılan eleştiriye oranla daha geniştir. Bir demokratik sistemde hükümetin eylem, işlem veya hataları, sadece yasama ve yargı organlarının değil, basın ve kamuoyunun da ayrıntılı incelemesine tabidir. Ayrıca hükümet, medyadaki haksız saldırı ve eleştirileri başka yollarla önlemek varken, işgal ettiği hâkim pozisyon dolayısıyla ceza davası açarak önlemeyi tercih etmiştir. Kamu güvenliğinin garantörü olarak yetkili devlet makamları, hakaret, kast veya kötü niyetle yapılan yayınları önlemeye yönelik olmak üzere, ceza niteliğinde olanlar da dâhil gereken önlemleri almak yetkisine sahiptir. Ancak bunda hiçbir şekilde aşırıya kaçılmamalıdır.” (E.Court H.R. Case of Castells v.Spain (2.1991.254.325), Strasbourg 23 April 1992), (Dr.iur. Şeref Ünal. AİHS TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 1995, s. 226–227)
AİHM’nin bu kararında altı çizilen cümle şu olmalıdır: “Bir demokratik sistemde hükümetin eylem, işlem veya hataları, sadece yasama ve yargı organlarının değil, basın ve kamuoyunun da ayrıntılı incelemesine tabidir.”
Kamuoyunu bilgilendirme ve gerçeklerin öğrenilmesinin sağlanması amacıyla basının yargı haberlerine, eleştirilerine ve yorumlarına sınırlama getirilmemelidir. Bir sınırlandırma getirilecek olsa bile demokratik toplum düzeni gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olmalıdır.
Olaylar hakkında yayım yasağı konulması yasaktır. Kamu, medya aracılığıyla, yargının ve kolluk güçlerinin çalışmaları hakkında bilgi alabilmelidir. Bu nedenle, gazeteciler, adliyenin işlemesi, yargının işlemleri, tarafsızlığı, otorite eksikliği, bağımsızlığını yitirmesi, soruşturma ve kovuşturmalar hakkında, özgürce haber yapabilmeli veya yorumda bulunabilmelidirler. Bu nedenle basının her zaman için yanlış olduğuna inanılan kararların veya yapılan işlemlerin üzerine yoğunlaşarak yargının ve soruşturma makamlarının işlemleri hakkında haber yayımlama ve eleştiri hakkı vardır, olmalıdır ve bu hak sınırlandırılmamalıdır.
Bu nedenle, olaylar hakkında “hukuksal görüşleri” ya da “uzman” görüşlerini her zaman yayımlayabilir. Ayrıca basının kendi yorumları, gazetecilerin basın özgürlüğü hakkı ile kamuoyunun gerçekleri öğrenme hakkının gereği olarak yargı mercileri ve işlemleri hakkındaki eleştiri, yorum ve haberleri basın özgürlüğünün koruması altındadır.
(Fİ/VC)