Yaratılmışların en şereflisi olsa da insan bir kereye mahsus hayata bırakılmıştır. Bir kere. Sade bir kere.
Yaşam bahçesine penceren sonsuz kereye açılmaz. Açılır. Açılır. Açılır… Sonra bir gün rüzgar gelir pencereni kapatır, ve alıp götürür seni. Sürükler seni.
Sürüklendiğin yerde hiçbir şey yoktur. Yaşam bahçesine açılan pencerende gördüklerin artık yoktur.
Kuşun sesi, bitkinin hışırtısı, rüzgârın uğultusu, yağmurun sesi, dutun tadı, iyicene kulak verdiğinde kalplerin sesi… Daha nice sesler ve tatlar yoktur sana.
Ölüm hiçbir şeydir. Yaşam çoklu şeydir.
Yaşam,
uzun bir caddedir, her gün filesiyle bir kadının geçtiği,
yaşam belki,
bir urgandır, bir adamın daldan kendini astığı,
yaşam belki okuldan dönen bir çocuktur,
yaşam belki, iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaradır,
ya da birinin şaşkınca yoldan geçişi,
şapkasını kaldırarak,
başka bir yolda geçene anlamsız bir gülümsemeyle “günaydın” diyen**
Abbas Kiyarüstemi’nin Kirazın Tadı’nda Bedii mutsuzdur. Yaşamına son vermek ister. Kiraz ağacının altında intihar etmeyi düşünür.
Şafak vakti kiraz ağacının altında kazılan mezarda uyku hapı alacak, kendisine yardım edecek kişi de, ölmüşse üzerine toprak atıp onu gömecek, ölmemiş ise mezardan çıkaracak. Bunun karşılığında ise para alacak.
Ölümü aradığı yol zikzaklıdır. Tozlu topraklıdır. İnsanın akan hayatı gibidir o yollar.
Bedii’ye yaşamını sona erdirmeye neden olan mutsuzluk nedir? İntiharın büyük günahlardan olduğunu bilmesine rağmen neden intihar etmek ister ki Bedii? Mutsuz olan insanın en yakınındakini incittiğine inanan Bedii için mutsuzluk da büyük günahlardan mı? Yaşamını sonlandırmakta kararlı ise bir insan öldükten sonra üzerine toprak atılıp atılmamasını neden ister ki? Yoksa bütün güzel şeyleri bize toprak verdiği için mi üzerimiz toprakla örtülür?
Kendisine yardım etsin diye arabasına binen yolcular (Kürt asker, Afgan ilahiyat öğrencisi ve yaşlı Türk Bagheri) değiştikçe, sorular artıkça ve bilinmezken cevaplar Bedii’nin sürdüğü arabanın dışındaki hayatın hareketliliği artar, tozlu topraklar yerini canlılığa, yeni renklere, yeni tatlara bırakır.
Değişen hayatın içinde Bedii ölümü mü arar yoksa gerçekten yaşamayı mı?
Arabasına binenler ona yeni bakışlar sunar. Bagheri, ona kendi intihar etme isteğinin ardından gelen yaşamın tadını bakın nasıl da güzel anlatıyor:
Size başımdan geçen bir olayı anlatacağım. Henüz yeni evlenmiştim. Başımızda bir sürü bela vardı. Öylesine bıkkındım ki her şeyi sonlandırmaya karar verdim. Bir sabah şafak sökmeden, yanıma bir ip alıp arabama atladım. Kendimi öldürmeyi kafama koymuştum. Dut ağaçlarıyla dolu bir bahçeye vardım. Orada durdum hava hala karanlıktı. İpi bir ağaca doğru fırlattım ama tutturamadım. Bir kere iki kere denedim ama kar ettiremedim. Ardından ağaca çıktım ve ipi sımsıkı düğümledim. Sonra elimin altında yumuşak bir şeyler hissettim dutlar! Lezzetli, tatlı dutlar. Birini yedim taze ve suluydu. Ardından bir ikincisini ve üçüncüsünü. Birdenbire güneşin dağların ardından yükseldiğinin farkına vardım. Ama ne güneş! Ne manzara! Ne bahçeydi ama! Birdenbire okula giden çocukların seslerini duydum. Bana bakmak için durdular. Ağacı sallamamı istediler. Dutlar dallarından yere döküldü. Çocuklar yerken kendimi çok mutlu hissettim. Eve götürmek için biraz dut topladım. Karım hala uyuyordu. Uyandığı zaman o da dutlardan yedi. Çok hoşuma gitti. Kendimi öldürmek için evden ayrılmıştım. Dutlarla geri geldim. Bir dut hayatımı kurtardı. Sadece bir dut, hayatımı kurtardı.
- Her şey düzeldi mi peki?
Hayır, her şey düzelmedi, ama ben değiştim. Böyle olunca elbet her şey değişmeye başladı. Çünkü düşüncelerim değişmişti. Daha iyi hissetmeye başladım. Yeryüzündeki her insanın hayatında sorunları vardır. Bu böyledir. Yeryüzünde bir sürü insan var. Sorunsuz bir aile yoktur.
Filmin sonunda Bedii gök gürültüsüyle mezara girdiği zaman ışık yok olur. Bu ölümün geldiği andır. Ancak yönetmen Kiyarüstemi ortaya çıkar ve kurgusal gerçekliğe müdahale eder. Bu yaşamın devamlılığı ve güzelliği ile Bedii’nin yaşadığının ifadesidir.
Bu müdahale ile Kiyarüstemi, sanatın amacının ölüme direnerek bize bir kereye mahsus bağışlanan yaşamın yanında yer alması gerektiğini söyler.
Kirazın Tadı’nda kiraz ağacının altında yaşam sevdasıdır aranan. Aynı zamanda Kiyarüstemi’nin yaşama duyduğu sevdası, bunu filme çekmesi, kamerasının hayatı nasıl yücelttiğini anlatır. Ölme isteğinin nasıl yaşam döngüsüne dönüştüğünün anlatımı.
Filme çekilen şey kutsaldır: Yaşam.
Boşuna değil yaşam:
Sevgi var, elma var, inanç var.
Evet,
Yaşamak gerek, bir şakayığın soluğu kadar.
Yüreğimde bir şey var, ışık ormanı gibi,
Sabah uykusu sanki, ve öyle sabırsızım ki,
Koşmak istiyorum, bozkırın sonuna doğru,
dağın zirvesine doğru.
Uzaklardan şarkı sesi geliyor,
Beni çağırıyor.***
(KT/HK)
* Bu yazı İran’da geçirdiğim rahatsızlık sırasında başucuma o güzelim sevgilerini bırakan o güzelim insanlara…
** Füruğ Ferruhzad / Yeniden Doğuş
*** Sohrab Sepehri / Gül Bahçesi
Bu yazı daha önce Gazetekarınca'da yayınlandı.