Sabah erkenden daha kurmuş olduğum saat çalmadan uyandım. Benden başka uyanan yoktu. Bütün gece hiç uyumamıştım. Uyandım diyorsam aslında yataktan çıkmıştım.
Neden bütün gece uyumadığımı anlatmayacağım. Sizin de buna takılıp kalmanızı istemiyorum.
Henüz kimsenin uyanmadığı bir sabahtı. Yatağın yanında duran terlikleri ayağıma geçirip, evin bütün odalarını dolaştım. Kapısı kilitli olduğu için görmediğim o oda dışındaki her yeri kısa bir süre içinde tanımaya, kabullenmeye çalıştım.
Kapısı kilitli o odanın, içinde neler olduğunu merak etmedim. Kapalı yerlerin gizemli olduğunu düşünenlerden değilim. Açık seçik görünür durumlarla ilgilenirim. Gerçeklik yeterince etkileyicidir.
Çalışma odasına benzeyen bir odanın kapısında bir süre durdum. Duvardaki bir fotoğraf, güneş gözlüklü orta yaş üstü bir erkek fotoğrafı... Sıcak, tanıdık bir görüntü...
Fotoğrafın altında bir yazı, bulunduğum yerden okunmuyor. Yaklaştım. Tükenmez bir kalemle yazılmış bir dörtlük;
"Rüzgâra yoldaş gelmişim
yazın ilk gününde
Kendiyle beraber götürecek beni
Sonbaharın son günü "
Abbas Kiyarüstemi
Bir kez daha okudum. Bir kez daha...
Beşten fazla!
Sağdaki pencereden güneşin ilk ışıkları içeriye doğru usulca girmeye başladılar. İlk aydınlığa baka baka tekrar ettim.
"Rüzgâra yoldaş gelmişim."
Mevsim sonbahardı. Aylardan ekim, günlerden çarşamba... Bulunduğum evde henüz kimse uyanmamıştı. Sokaklar, kalabalıklardan ve gürültüden biraz öncesini ağırlıyordu. İçeriye dolan ilk ışıkla Abbas Kiyarüstemi’nin sözcüklerini okumuş, bulunduğum yerde kala kalmıştım.
Sonraki günler de bu sözcüklerin peşinden gitmiş, 2001 yılında Harvard Üniversitesi Yayınları’ndan Ingilizce’ye çevrilerek yayınlanan Hamrab Ba Bad adlı kitabının Türkçeye Pan Yayıncılık tarafından Rüzgârla Yoldaş adıyla çevrildiğine ulaşmıştım. Şiirlerinde, günlük yaşamdaki sıradan olayları yazmış olan Abbas Kiyarüstemi 22 Haziran 1940 Tahran doğumlu. 4 Temmuz 2016 ‘da Paris’te öldü Sıradan meselelerin, filmlerini yaptı, şiirlerini yazdı, fotoğraflarını çekti. Bir röportajında bunu şöyle ifade eder:
“Günlük yaşamda olup biten şeylerin sinemadan daha önemli şeyler olduğunu düşünüyorum “
Ülkesi İran’ın, gündelik hayatını, politik kaygılarını; canlı, şiirsel bir bakışla dünyaya usulca gösterdi. Yaptığı filmlerden:
Yakın plan (1990) Nema-ye Nazdik, sinemada göstermeye çalıştığı gerçekliğin en belirgin görüldüğü filmlerinden biridir. Filmin senaryosunu İranlı ünlü yönetmen Muhsin Mahmelbaf’ın taklidini yapan bir adamın haberlerini gördükten sonra yazmıştır. Yarı belgesel tarzdaki bu filmde hem yönetmen Mahmelbaf’ı hem de taklitçiyi izledim. Film ilerledikçe taklitçinin kendisini Mahmelbaf gibi tanıtmasının sebebinin mali nedenler olmadığını asıl nedenin, gerçekten sinemayı sevdiği için Mahmelbaf olmak olduğunu gördüm.
Sonra Kirazın Tadı (1997 - Ta’m e Guilass ) ile tanıştım. Bir replik her şeyi ifade edebilir mi? Şiir gibi... Dokundu, aldı ve götürdü.
“Ben bir ağacın köküne saçacağın gübreyim."
Kirazın Tadı, 1997 yılının Tahran topraklarında arabasıyla dolaşan orta yaşlı bir adamın hikayesini anlatır. Bu hikaye: bireyin, hayat ile ölüm arasındaki çekişmenin neresinde durduğuna ayna tutar.
Ve final:
İranlı şair ve yönetmen Füruğ Ferruhzad'ın Rüzgar Bizi Sürükleyecek başlıklı şiiriyle aynı ismi taşıyan 1999 yapımı şiir gibi bir film: "Rüzgar bizi sürükleyecek."
Sembolik ve şiirsel anlatımla tekrarlanan imgeler.
Yuvarlanan elma, yuvarlanan futbol topu... Belleğimde kalanlar.
Kısacası sineması, şiirin kardeşi, karakterleri hepimizin tanıdığı insanlardır. Ne bir romandan ne de tanımadığımız o uzak diyarların insanlarıdır.
Anlattığı hikâye, bizim hikâyemizdir. Sorduğu sorular anlaşılmayınca tekrar soran karakterler vardır. Yani o denli gerçek o denli alışık olduğumuz durumlar.
Mevsim sonbahardı. Aylardan ekim, günlerden çarşamba... Bulunduğum evde henüz kimse uyanmamıştı. Sokaklar, kalabalıklardan ve gürültüden biraz öncesini, ağırlıyordu. O gün not defterime şöyle bir cümle yazmışım:
Işığın zarafeti diğerlerini olağan kılmasıdır. (GB/HK)