Faşist saldırıların, katliamların birbiri ardına geldiği 1978 yılına, Kahramanmaraş katliamının yapıldığı günlere tarihte kısa bir yolculuk yapalım hep birlikte...
19 Aralık 1978 günü Çiçek Sineması'nda bir film gösterilmekte... Salon "ülkücü" gençlerle dolu. Sovyetler Birliği'ndeki "komünist zulmü" anlatan, Cüneyt Arkın ve Oya Aydoğan'ın baş rollerini oynadıkları, Mehmet Kılıç'ın yönettiği "Güneş Ne Zaman Doğacak?" isimli filmin arasında bir ses bombası patladı.
Gece yarısı patlayan bombanın ardından "seyirciler" sokağa döküldüler. "Seyirciler", birden bire "eylemci" olup, "Kanımız aksa da zafer İslam'ın!" sloganını atarak Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) il binasına saldırdılar...
Bir süredir şehirde dolaşan "Komünistler, Allahsız Aleviler şehir suyuna zehir kattılar" söylentisi, "Sinemayı komünistler bombaladı" söylemi ile birleşince olanlar oldu...
Ertesi gün Alevilerin oturduğu bir kahvehane bombalandı. 21 Aralık günü Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) üyesi iki öğretmen, Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu öldürüldü. 22 Aralık'ta öldürülen iki öğretmenin cenaze törenine on bin kişi katıldı.
Cenaze korteji Ulucami önüne geldiğinde cami içinde ve çevresinde iki bin kişi silahlanmış bir şekilde cenaze kortejini beklemekteydi. O gün, Bağlarbaşı Cami imamı Mustafa Yıldız, Cuma vaazında halkı saldırıya şu sözlerle hazırlamıştı: "Oruç tutmak, namaz kılmakla hacı olunmaz, bir Alevi öldürürsen beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanırsın. Bütün din kardeşlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır."
Faşistlerin öncülüğündeki "karakalabalıklar", "Komünistlerin ve Alevilerin cenaze namazı kılınmaz!" sloganı eşliğinde cenaze kortejine saldırdı. Kortej dağıtıldı. Ama kalabalığın "öfkesi" dinmemişti! Kahramanmaraş çarşısına doğru yürüyüşe geçenler, CHP'li ve Alevi olan yurttaşlara ait işyerleri tahrip ettiler. Çatışmalarda üç kişi daha yaşamını yitirdi. Daha önceden belirlenen evler ve işyerleri Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ya da Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) yazılarıyla, "Üç Hilal" işaretleriyle donatıldı. Onlar haricindeki ev ve işyerleri yerle bir edildi. O gece faşistler; sokak sokak, ev ev dolaşarak ertesi gün "komünist Alevilerin silahlı saldırılarda bulunacağı" söylentisini yaydılar.
"Bir Alevi öldüren..."
Ertesi gün yani 23 Aralık"ta katliamın çağrısı Belediye hoparlörlerinden ve Ulucami minarelerinden yankılanacaktı: "Alevi kafirler, Yörükselim"de birçok din kardeşimizi şehit ediyorlar. Allah'ını seven Müslümanlar hazır olsunlar!" İşte, ülke tarihine koca bir utanç olarak geçecek olaylar bu yalanla başlayacaktı...
Başta Yörükselim olmak üzere Alevilerin yaşadığı Serintepe, Mağarah ve Yenimahalle semtlerinde evlere saldırıldı. Uzun menzilli silahlarla taranan evler, bombalandı ve yakıldı. Çoluk çocuk, kadın erkek demeden Aleviler vahşice öldürülmeye başladı. Ellerinde silahlar, taşlar, sopalar, keserler, baltalarla saldıran gözü dönmüş caniler tam bir katliam yaptılar...
24 Aralık sabahı şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Günlerdir devam eden olayları önlemekte yetersiz kalan askerin yardım çağrısı dikkate alınmamış, şehre askeri güç gönderilmemişti. O gün sokağa çıkma yasağına sadece Alevi yurttaşlar ve polisler uydu. Olaylar sırasında saldırganlar arasında polislerin de bulunması nedeniyle, polis görev dışı bırakılmıştı. Sabahın erken saatlerinden itibaren civar şehir ve köylerden gelen faşistlerin de yardımıyla saldırılar başladı. Öğle saatlerinde CHP, Türkiye İşçi Partisi (TİP), Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP), TÖB-DER, Polis Derneği (POL-DER) binaları yerle bir edilmişti. Av tüfeği satan dükkânların yağmalanmasıyla silahlanan "karakalabalıklar", "Müslüman Türkiye" sloganı ile Alevi mahallerine bir kez daha saldırdı. "Bugün cihat günüdür, bir Alevi öldüren cennete gider. Sütçü İmam aşkına vurun!..." naralarıyla savunmasız insanlar kurşuna dizildi. Evleriyle birlikte yakıldılar... Bütün bunlar yetmezmiş gibi, hastaneler kuşatıldı. Bir şekilde kurtulan yaralılar öldürüldü.
Şehir tam bir kıyamet günü yaşıyordu. Faşistlerin bir başka yalanına, "Aleviler, dinsiz ve sünnetsiz" olduğuna inanan o gözü dönmüş caniler yollarda erkekleri çevirip, pantolonlarını indirip sünnetli olup olmadıklarına bakıyorlardı.
25 Aralık günü de devam eden olaylar ancak gece yarısında sona erecekti. 19 Aralık"ta başlayan olayların bilançosu ağırdı: Resmi rakamlara göre 104 kişi, yaşayanlara göre de 111 kişi yaşamını yitirmiş, binin üzerinde insan yaralanmış, 552 ev ve 289 işyeri tahrip edilip, yakılmıştı. Bu katliamın sorumluları olarak ilk günlerde sadece 75 kişi yakalanmıştı. Olaylar bütün Türkiye"yi sarstı. Faşistlerin istedikleri olmuştu. Katliam, dehşet ve korku yaratmıştı. Ve elbette öfke!
"Kahramanmaraş toplumsal olayları"
Bütün bu olaylar olurken devlet ne yapıyordu diye soranlara yanıt verelim. İktidarda CHP vardı, başbakan Bülent Ecevit'ti. Olayların başlamasıyla birlikte yetersiz kaldığı, kendisine yapılan saldırılar karşısında bile etkisiz kalan güvenlik kuvvetlerine takviye bir türlü gelememişti.
Maraş'ta yaşanan bu katliamı, "Kahramanmaraş Toplumsal Olayları" olarak nitelendiren Ecevit, çareyi "sıkıyönetim" ilan etmekte bulacaktı. 25 Aralık gecesi toplanan Bakanlar Kurulu, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin'in de katıldığı toplantıda "yaygın şiddet eylemlerini" engellemek için 13 ilde sıkıyönetim kararı aldı. Türkiye'yi 12 Eylül darbesine götürecek süreç böylece başlamış oluyordu. Muhalefet lideri Süleyman Demirel, aylardır dile getirdiği sıkıyönetimin ilanından çok memnundu. Elbette asıl memnunluğu bu katliamla birlikte başbakanlığa daha fazla yaklaşıyor olmasıydı. Demirel gibi sıkıyönetim isteyen bir başka lider Alpaslan Türkeş'ti. O da bu durumdan memnundu ancak daha önce Kahramanmaraş katliamının provası niteliğinde sayılabilecek Malatya, Sivas ve Elazığ olaylarında olanların dışında bir şey olmuştu. Katliam bütün Türkiye'de büyük nefret uyandırmıştı. Katliamın ardında MHP ve ülkücülerin olduğu gerçeği, bebekleri bile gözlerini kırpmadan öldürenlerin sağcı olmaları "iç savaş" senaryolarını bozmuştu.
Özaydınlı'nın raporu
Gelelim bu katliamın senaryo yazarlarına ve oyuncularına... Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı'nın özel bir ekibe hazırlattığı ve kamuoyuna yansımayan bir rapordan bir bölümü birlikte okuyalım:
"18.12.1978 günü ÜGD Maraş Şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli'ye, 'halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için, solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını' emretmiştir."
Yeni Gündem dergisinin 1986 yılında ilk kez açıkladığı rapor Çiçek Sineması'nın bombalanmasıyla başlamaktadır. Raporda akıllara takılan bir başka ilginç ayrıntı da olayların hemen öncesinde şehrin konuklarının çoğalmasıdır.
"19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş ili otellerinde kalan kişilerle ilgili yapılan araştırma" ile ilgili bölümü okuyalım:
"19-20 Aralık günü yatan ve kendilerini Millî Piyangocu olarak tanıtan 26 değişik isimli şahısın, Millî Piyango İdaresi'nden alınan, 26 Ocak gün ve 0313/653 sayılı yazıları ve ekinde bulunan belgelerden, ne sabit, ne de seyyar bayi olmadıkları anlaşılmaktadır.
Kahramanmaraş ilinde de yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır ve 19-25 Aralık günlerinde çekiliş olamayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır." [1]
Şimdi "sen bu piyangoculara niye taktın" diye soracaksınız... Taktım, çünkü yıllar sonra tıpkı Kahramanmaraş"taki gibi Alevilere karşı düzenlenen bir başka katliamda, 2 Temmuz 1993"te düzenlenen Sivas Katliamı'nda da rastladım bu piyangoculara. Olaylardan sonra araştırma yapan müfettişlerin raporlarında yine olaylar öncesi Sivas'a gelen ve otel kayıt defterini dolduran "yabancılar"dan söz ediliyordu. Maraş'ın piyangocuları, Sivas'ta "Hicret koşucuları" yani atlet olmuşlardı. Aslında durum apaçıktı. Önce dışarıdan profesyonel katiler ve tertipçiler geliyor. Halk tahrik edilerek olaylar başlatılıp, yönlendiriliyor ve sonra şehir terk ediliyordu. Gerisini yıllarca birlikte yaşadıkları komşularını baltalarla, keserlerle öldürebilecek kadar "tahrik" olan o gözü dönmüş cani "karakalabalıklar" hallediyordu!
Olayların ardından belleklerde, gözleri oyulmuş, kolları parçalanmış bedenler, tecavüz edilmiş kadınlar, yakılmış yıkılmış evler kalmıştı. Bir de Süleyman Demirel'in olayların ardından kendisini sıkıştıran gazetecilere söylediği: "Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz, böyle bir şey söylemiyorum, devlet cinayet işleyenin yakasına yapışmak zorundadır" sözü belleklerde...
Maraş Katliamı sanıklarına ne olduğuna gelince... 16 Nisan 1979'da askeri mahkemede başlayan dava, 8 Ağustos 1980'de sonuçlandı. Yargıtay'a giden davanın sanıkları, 1991'de çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle serbest kaldı. Davanın bir numaralı sanığı Ökkeş Kenger -sonradan soyadını değiştirerek Şendiler oldu - beraat ederek daha sonra 1991 yılında MHP'den milletvekili oldu.
Aradan 28 yıl geçti, yeni iddialar ortaya atıldı. Ökkeş Şendiler yanıtladı: "Kahramanmaraş'ta Alevi-Sünni çatışması olmamıştır." Haklıdır... Aleviler kimseyle çatışmamış, katledilmişlerdir!
Onlar yaşanan bu katliamın üstünü ne kadar örtmek isterlerse istesinler, ne kadar "unutalım" derlerse desinler, unutmayacağız, unutturmayacağız! (FK/EKN)
[1] Yeni Gündem dergisi, 23-29 Kasım 1986, sayı 36.
* Bu yazı 21 Aralık 2008 tarihli BirGün Gazetesi'nden alınmıştır.