Oturduğunuz yerde…! Sırtınızı sağlam bir yere yaslayın ve Mem Ararat’ın “Lorika Cemîla” parçasını dinleyin. Çünkü Cemîla, Tahir Abiden önce, 7 Eylül’de evinin kapısının önünde vurularak öldürüldü. Sokağa çıkma yasağından dolayı ailesi tarafından minik bedeni günlerce buzdolabında saklandı Cemîla’nın. Şu an Tahir Abi ile beraber ve sanırım onun kollarında uyuyordur.
Kasım ayının sonlarında aramızdan ayırdılar seni. Hala şoktayız, hala bir yerlerden çıkıp “merhaba ne yapıyorsunuz” diye o tok sesinle bizi selamlamanı bekliyoruz. Ama ne acı ki yoksun abi, sen aramızdan koparıldıktan sonra çok şey değişti…
Mesela Sur’un tarihi değerleri için canını ortaya koyduğun Dört Ayaklı Minare Camii’nin avlusunun artık bir duvarı yok; hatta avlusu bile yok. Tanklarla, toplarla yakıp yıkıp dümdüz ettiler. Orda yaşayan halkın yüzde 80’i göç etmek zorunda kaldı; ki bu halk zaten zulümden kaçıp buralara gelmişti. Seni aramızdan kopardıkları günden sonra silah ve top sesleri hiç susmadı.
Diyordun ya “bakın göreceksiniz, 90’lı yılları arar hale geleceğiz.” Gerçekten de şu an yaşadığımız felaket tarihte hiç yaşanmadı. Sur’u daha fazla anlatıp canını sıkmak istemiyorum.
Ama maalesef bunları da bilmeni isterim abi; seni aramızdan kopardıkları günden sonra Sur’un başına gelenlerin daha fazlası belki de; Cizre, Nusaybin, Şırnak, Yüksekova ve Silopi’nin başına geldi. Saydığım kentlerde halen, kısmen sokağa çıkma yasağı belli mahallelerde devam ediyor. Türkiye’nin hemen hemen her yerinde haftada bir bombalar patlıyor. Onlarca insan ölüyor.
-Evet…Biliyorum anlattılar. Taybet Anam, Selamet Yeşilmen kardeşim ve savaşın ne olduğunu bilmemesi gereken çocuklarım…
…Şey diyorum mahcup bir sesle; daha senin katilini/katillerini yargı önüne çıkaramadık. Dört Ayaklı Minarenin altında senin katiline/katillerine ait delilleri bulacaklarına, marşlar eşliğinde, bir fetih edasıyla kendilerince gövde gösterisi sergilediler.
Daha kötüsü ne biliyor musun Abi?
O şaşırmış ve en sert tepki verdiği ses tonuyla “daha ne olsun; insanlar canlarından, evlerinden, tarihlerinden, anılarından oldu daha ne olsun!”
-Yine söylüyorum “Şu anda içinde bulunduğumuz Diyarbakır'ın tarihi Suriçi bölgesi 9 bin yıllık geçmişe sahip bu alan içerisinde surlar, camiler, kiliseler ve daha başta tarihi yapılar bulunmaktadır. Diyarbakır deyince zihinlerimizde en çok canlanan Diyarbakır ismiyle en çok an ılan zihinlerimizde en çok sembolize olan Dört Ayaklı Minare'yi ne yazık ki iki gün önce şu an da gördüğünüz gibi ayağından vurdular. Şunu diyoruz tarihi Dört Ayaklı Minare insanlığa sesleniyor. Beni ayağımdan vurdular ne savaşlar ne felaketler gördüm ama böyle ihanet görmedim diyor bize.”
Dört Ayaklı Minare’nin tablosuna bakıyorum uzun uzun. Tam karşımda duruyor. Tam 202 gün geçti, hukuk adına, adalet adına hiçbir şey yapılmadı. Aklımdan binlerce şey geçiyor.
En çok sen geçiyorsun abi, Tahir abi! Kıyıcığında vurulduğun son görüntüyle değil ama! Yaşlanıp da, huşu içinde, keyifle, özgürce sokaklarda dolaştığının hayalini kuruyorum.
O hayalden çok mu uzaktayız?
Gün geçtikçe aslında uzaklaşıyoruz hayallerimizden. Çünkü kentlerimizde, kendimizi bir karakoldaymış gibi hissediyoruz. Hemen o alışık olduğumuz tavrınla, ses tonunla “hadi yaw o nasıl oluyor” diye tepki veriyorsun.
Hemen söyleyeyim abi şehrin tüm giriş ve çıkışlarında, en işlek yerlerinden en ücra noktalarına kadar arama noktaları var. Hatta birçok yere deyim yerindeyse “seyyar” karakollar kuruldu. Kısaca ablukayı, esareti iliklerimize kadar hissettirecek bir atmosfer yarattılar. Bu atmosferde gözaltına alınan birçok gençten haber alınamıyor. Hatta yaşayıp yaşamadıklarına ilişkin kaygılarımız gün geçtikçe artıyor.
Anlayacağın abi bizim işimiz çok zor artık. O 90’lı yıllarda ki faili meçhullerin daha fazlasını göreceğiz.
- Çok tehlikeli!” diye bir refleks gösteriyorsun ve devamla “desene bir sürü faili meçhul cinayet dosyası daha sizleri bekliyor…”
Senden sonra o meşhur konuşmanla ilgili; programın moderatorü Ahmet Hakan seninle ilgili her fırsatta günah çıkarıyor.
- Gülüyorsun!
“Şimdi onu boşver, bu devlet daha benim failimi ortaya çıkarmadı, kırgınım, sırtımı döndüm tüm dünyaya. Faili meçhuller kervanına katmak istiyorlar. Şunu da hiç aklınızdan çıkarmayın; Her şeye rağmen demokrasiden, eşitlikten, insan haklarına saygıdan, hukukun üstünlüğünden ödün vermeyin. Bu memlekette her şeye rağmen bir gün hukukun var olacağını düşünerek hareket edin…”
Benim baromun başkanı, sokak ortasında vuruldu ve halen katilleri yakalanmadı. Hatta, bir ülkenin baro başkanı vuruldu ve yer yerinden oynamadı! Aslında yer yerinden oynadı! Dünyamız yıkıldı, talan oldu, viran oldu! Ve hukuk ve adalet hiçbir şey yapamadı! Hep savunduğumuz o adalet…
Bizleri sorarsan abi; çok da iyi değiliz, hala toparlanamadık, Baro da bildiğin gibi.
Bir avukat olarak söylediklerini, hiç unutmadık. Bir abi olarak söylediklerini hiç unutmadık. Hatta hayat felsefemiz oldu. Muhammed Ali de yakın zamanda bir güvercin misali oralara uçtu. Tanıştınız mı bilmiyorum ama onun güzel bir sözü var “aklım kesiyorsa ve yüreğim inanıyorsa başarabilirim.” diyor. Biz dostların da sana söz veriyoruz: Aklımız da kesiyor, yüreğimiz de inanıyor o katil/ katilleri bulacağız.
Ve o hayalimi gerçekleştireceğiz. Belki sen olmayacaksın, minarenin altında yürüyen. Belki o minare de olmayacak zamanla… Ama o sokaklarda çocuklarımız, ihtiyarlarımız, kadınlarımız özgürce ve keyifle yürüyecekler!
Bir kabus gördüğümü düşünüyorum halen, seni çok özlüyoruz…(EÜ/NV)