Bu gün Türkiye’de konuşulan meseleler aslına bakılırsa Diyarbakır’da ve bölgede yurttaşlar tarafından; parklarda, sokaklarda, çay bahçelerinde ve deyim yerindeyse her yerde gündelik hayatın olağan sohbetleri haline geldi. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise bu meseleler her zamankinden bir tık daha fazla konuşuluyor; darbe, demokrasi, adalet, Kürt sorunu, Barış… Ama 15 Temmuz gecesi için en trajik cümlelerden birini çay ocağında arkamda oturan birisinin söyledikleri oldu: “Valla biz orda savaş uçaklarını görünce şaşırdık, normalde savaş uçakları bizim üzerimizden uçardı”.
Saygı değer, merhum baro başkanımız Tahir Elçi’nin hayat arkadaşı Türkan Abla çok güzel bir tweet paylaştı; “Bir ihtimal, eşimin katilini gözaltına alırsanız sakın işkence yapmayın. İşkenceye karşı ömrünü adamış birinin katili bile adil yargılanmalı.” Bu tweet adli yargılanma meselesi için çok önemli ve doğru okunması gereken bir mesajdır.
Bu tweetle birlikte herkesin hem fikir olduğu şey, Temmuz ayı Türkiye açısından zifiri karanlığın başlangıcı olabilirdi. Darbenin nihayete ermemesi karanlığın zifiri olmasını engellemiş oldu. Bir yandan halk ile kucaklaşmanın değeri bir kez daha ortaya çıktı. Tabi ki bugünleri yaşamamız demokrasiyi tartışmadığımız anlamına da gelmiyor. Zaten demokrasinin tanımı tartışması hala dünyada devam eden bir tartışmadır. Çünkü her devlet, her oluşum, her iktidar kendi görüşünü haklı çıkartmak adına demokrasi tanımını kullanıyor. Anlayacağımız şuan yaşadıklarımız da kime, neye göre demokrasi!
Demokrasinin getirileceği iddiasıyla insanların üzerine bomba yağdırmak, öldürmek, alıkoymak elbette büyük bir çılgınlıktı. Ancak bu coğrafyada yaşayanlar olarak bu duruma hiç şaşırmadık. Çünkü insanların üzerine bombalar yağdırarak demokrasinin gelmeyeceğini Roboski katliamından iyi biliyoruz.
Darbeciler bir ihtimal hedeflerine ulaşsaydılar, bu günkünden daha ağır koşullarda yaşıyor olacaktır. Kısacası; en ağır işkenceleri de yapabilir, İnsan haklarını en ağır şekilde de ihlal edebilir, idamı yasallaştırabilir, Muhalif herkesi yıllarca cezaevlerinde tutabilirdiler. Adaletin ve hukukun zerresini görmeyebilirdik.
Demokrasiyi dillendirmenin ötesinde her yönüyle uygulamak istiyorsak öncelikle idam tartışmalarını sonlandırmamız, Darbecilerin dahi adil yargılanması, Darbecilere işkence yapan kamu görevlilerini, darbe gecesi masum erleri öldüren, tartaklayan yurttaşların da yargılanması gerekir.
Şimdi diyeceksiniz biz darbecilerin neler yaptığını gördük, sonuna kadar hak ettiler.
Bu ülkede yaşayan diğer yurttaşlar gibi Kürtler’de onların neler yaptığını, zamanında adil yargılanma meselesini, KCK ve diğer yargılamalardan çok iyi biliyor ve tanıyoruz. Mesela duruşmalarda örgüt üyeliği tartışmasını yaptığımızda hiç dinlemez, direk bir beyan veya bir internet çıktısıyla masum insanlara yıllarca ceza verdiklerine tanık olurduk.
Hatta bir kısım yargıçlar kimi zaman tahliye taleplerini tamamen duymazdan gelirlerdi. Hasta tutsaklar, taş atan çocuklar, yaşlı kadınlar, erkekler, avukatlar, vekiller, belediye başkanları, futbolcular ve birçokları iki dudak arası tutsaklarıydı. Şimdikiler ise şuan Darbe Girişimi’nden tutuklu ve muhtemelen her gün tahliye talepli dilekçe yazıyorlardır.
Tabii darbecilerin geçmişteki yargılamalar için teknolojinin imkanlarını iyi kullanıp bilgisayarlara, telefonlara ve harici hard disklere suç unsuru bilgi ve belgeleri yerleştirdiklerini de biliyoruz. Sınav sorularını önceden servis ettiklerini de iyi biliyoruz.
KCK yargılamalarında duruşma salonun kapısında bizzat şahsıma soru cevap şeklinde “okumuş teröriste avukat denir” dediklerini de… Basına uyguladıkları sansürü ve sırf gazetecilik faaliyetleri nedeniyle basın emekçilerinin haksız yere yıllarca cezaevlerinde tutulduklarını, Hrant Dink’in katledilmesi ve birçok faili meçhulü de gördük.
Ama bizler onlar gibi değiliz. Bizler hukukun üstünlüğünden evrensel hukuk ilkelerinden ödün vermeden adil, eşit yargılamalarla yargılanmalarını istemeliyiz. Eğer suçsuz oldukları delillerle ispatlanırsa derhal tutukluluk hallerine son verilmeli. Olur ya darbeciler yargı kararıyla dinlenmişlerse ve bir ihtimal ikili konuşmalarında fıkra anlatmışlarsa, o fıkradan bir örgüt bir devlet kurmayalım gülüp geçelim…
Artık hükümetin yapması gereken şey darbecileri en kısa zamanda adil yargılamaktır. Darbe sürecinde çıkarılan OHAL kanunları kalıcı hale getirilmemelidir. Bir yandan da hükümetin öncülüğünde tüm siyasi partilerin katılımıyla en kısa zamanda çoğulcu ve özgürlükçü bir demokrasiye, iç ve dış barışa evrensel hukuk normlarına ve demokratik değerlere, sözleşmelere uygun bir Anayasa yapılmalıdır.
Belki de en önemlisi Kürtlerle, tekrar müzakere masasına dönüp Kürt sorunun çözümü için adımlar atılması gerekir. Sorunun silahla değil barışla, demokrasiyle çözülmesi gerekir. Kürt sorunun çözümü için Dolmabahçe Mutabakatı’na dönmek gerekiyor:
“Demokratik siyasetin tanımı ve içeriği, demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması;
"Özgür Vatandaşlığın yasal ve Anayasal güvenceleri, demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına yönelik adımların atılması;
"Kürt sorunun sosyoekonomik boyutları, çözüm sürecinde özgürlük-güvenlik ilişkisinin kamu düzeni ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması;
"Kadın, kültür ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri;
"Kimlik kavramı ve tanımlanmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi;
"Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve cumhuriyetin demokratik ölçütlerde tanımlanması, çoğulcu yaşam, içinde yasal ve Anayasal güvencelere kavuşturulması”.
Belki de saydığımız bu ilkelerin tekrar tartışılması ve konuşulması demokrasinin iç barışla güçlenmesine vesile olabilir. (EÜ/HK)