1950’de Colombia Üniversitesi’nde bir araya gelen 15 ülkenin önde gelen 34 editörünün, özgür bir basının daha iyi bir dünya yaratılmasına katkıda bulunacağı inancıyla kurduğu IPI’ın bu gün 120’den fazla ülkede üyesi bulunuyor. IPI(International Press Institute)kendisini basın özgürlüğünün korunup geliştirilmesi, haber ve bilginin özgürce akmasının teşvik edilmesi ve gazetecilik pratiklerinin iyileştirilmesine ve korunmasına adamış bir küresel ağdır. 65 yıldır dünyanın çeşitli ülkelerindeki hak ihlallerine karşı “basın özgürlüğü”nü korumaya çalışıyor. 7 Haziran seçimlerinden önce IPI tarafından “Demokrasi Risk Altında IPI Türkiye Özel Raporu, 2015” yayınlandı.
“2015 Seçimleri Yaklaşırken Yaşanan Hak Erozyonu” başlıklı bölümdeki tespite göre;Türkiye son yıllarda medya üzerinde artan bir baskıya şahit oldu ve bu baskı, her yere nüfuz eden bir otosansür iklimi yarattı. “ Bu durumun ayırt edici özellikleri, IPI Ulusal Komitesi Başkanı Kadri Gürsel’in 19 Şubat 2015’te Milliyet gazetesinde yayınlanan köşesinde not ettiği gibi, “astronomik vergi ve para cezaları, boykot çağrıları, reklam ambargoları, el koyup yandaşlara peşkeş çekmeler, yayın yasakları, gazetecilerin miting meydanlarında hedef gösterilmesi, gazetecilerin kovdurulması, hapse atılması, yıldırıcı hakaret davaları ve muhalif gazetecilerin sosyal medyadaki troller, tetikçi internet siteleri ve görevli köşeciler tarafından korkutma ve sindirme amacıyla hedef alınmaları”dır.
IPI Raporuna göre; “Öte yandan hükümet yetkililerinin, özellikle de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın medyaya doğrudan baskı yapmak konusundaki istekliliği, son derece endişe vericidir.” Baskı, “hükümet yetkililerine “hakaret” konusunda özel koruma sağlayarak yolsuzluk iddialarını haberleştirenlere hapis veya yıkıcı nitelikte para cezası istenebilmesine neden olan yasaların kullanımını da kapsamaktadır.” Raporun tespite göre; Cumhurbaşkanı T. Erdoğan; Ağustos 2014’te cumhurbaşkanı seçilmesinden bu yana gazetecilere, sanatçılara, karikatüristlere, sosyal medya kullanıcılarına, okul çocuklarına ve diğerlerine en az 70 hakaret davası açmıştır.
Raporun girişteki tespitine göre “Türkiye Haziran 2015 genel seçimine doğru ilerlerken, ifade ve medya özgürlüğü de dâhil insan hakları genel bir erozyona uğramaktadır” ve ufukta bu erozyonun sona ereceğine dair bir işaret görünmemektedir.
Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından Temmuz 2015 tarihli Avukat Tora Pekin tarafından kaleme alınan “Avrupa Birliği’ne Giriş Sürecinde Türkiye’de Yayınlama Özgürlüğü” Raporu yayınlandı.
Sayın Pekin’e göre; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. madde kapsamında AİHM’nin, pek çok kararında ısrarla vurgulandığı üzere, bir siyasetçinin kabul edilebilir eleştiri sınırları, sıradan bir şahsa kıyasla daha geniştir. Yargıtay’ın görüşü aynı yöndedir. Buna rağmen, Türk Ceza Kanunun 125/3. maddesinde yer alan kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçunun cezası bir yıldan az olamaz. Hakaret suçunun cezası ise üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezasıdır. Buna karşın cumhurbaşkanına hakaret edilmesi hali, hakaret suçunun ağırlaştırılma nedeni sayılıyor. TCK’nın 299 uncu maddesine göre Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılıyor ve suçun alenen işlenmesi halinde verilecek ceza altıda bir oranında artırılıyor.
TCK’daki bu duruma dikkat çeken Sayın Pekin’in görüşüne göre; “Diğer deyişle AİHM içtihadının tam tersi düzenlemeler söz konusu. Bunu medya aracılığıyla işlenen suçlara hapis cezası verilemeyeceği yönündeki eğilimle birleştirdiğimizde, TCK 125/3 ve 299’un mutlaka kaldırılmaları gerektiği ortaya çıkıyor.” Çünkü asıl sorun, bir gazetecinin sonuç ne olursa olsun, yaptığı yayın nedeniyle, adliyeye sürüklenmesi, bir davanın muhatabı olması. Bu soruşturma ve davalar gazetecileri doğrudan hapis ve yüksek para cezası / tazminatla tehdit ediyor ve onu yıldırma potansiyeli taşıyor (Rapordan).
Sadece soruşturma sayılarının çokluğunun bile gazeteciler üzerinde caydırıcı etki (chilling effect) doğurduğuna değinen avukat Tora Pekin; böyle bir ortamda gazetecilerin ifade özgürlüğünden söz etmenin mümkün olmadığı görüşünde. Raporda belirtildiği üzere; “Bu anlamda Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, yönetici ve siyasetçilerin, kendileri ile ilgili her haberi, her yorumu adliyelere taşıması, bu “caydırıcı etki”nin bizzat istendiğini gösteren bilinçli bir tutum. AB kaynaklı raporlarda da eleştirilen bu siyasi kültürün, sona erdirilmesi esasta yine siyasetin işi.”
CHP eski milletvekili Sayın Melda Onur Adalet Bakanlığı’na 5.3.2015 tarihli başvurusuyla bilgi edinme talebinde bulundu. Sayın Onur TCK’nin 299’uncu maddesine göre Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu için kovuşturma yapılması Adalet Bakanının iznine bağlı olduğundan 11. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün görev yapmış olduğu 28 Ağustos 2007-28 Ağustos 2014 tarihleri arasında ve 12. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın göreve başlamış olduğu 28 Ağustos 2014 tarihinden itibaren açılan ceza davaları sayısını ve tutuklanan olup olmadığını sormuş.
Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 17.03.2015 tarihli yazısıyla bilgi edinme talebini yanıtlamış. Adalet Bakanlığı Sayın Gül için görev yaptığı yedi yıl içinde 1359 adet kovuşturma izni talebi gelmiş ve bunlardan 545 adedi için kovuşturma izni vermiş. Tutuklama yok. Buna karşılık 12. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın görev yaptığı 28 Ağustos 2014 tarihinden itibaren 28 Şubat 2015 tarihine kadar geçen altı ay içinde Adalet Bakanlığına 236 adet kovuşturma izni talebi gelmiş ve bu taleplerden 105 adedine izin verilmiş ve 8 kişi Cumhurbaşkanına hakaretten tutuklanmış (meldaonur.net. Ayrıca Hürriyet 24.03.2015 tarihli haber, Orhan Erinç Sıra Demirperde başlıklı yazısı Cumhuriyet 28.03.2015).
Bazen istatistikler gerçekleri apaçık ortaya koyuyor. Hem IPI ve hem de Türkiye Yayıncılar Birliği Raporlarında ortaya konan tespitlerdeki somut gerçeklere göre gazetecilere ve kişilerin eleştirilerine karşı devletin başı olan Cumhurbaşkanı ile kamu görevlilerinin tahammülsüzlüğü ifade ve basın özgürlüğünün sürekli ceza tehdidi altında olduğunu kanıtlıyor.
Bu duruma rağmen sürekli tehdit altında kalan basın özgürlüğünün korunmasına dair kararlar üreten Anayasa Mahkemesi en son verdiği bireysel başvuru kararında haklarında yapılan eleştiri karşısında kamu görevlilerine ders verir gibi yeniden çok anlaşılır bir hatırlatma daha yaptı.
AYM verdiği kararında Castells/ İspanya kararına atıfla kamu gücünü kullanan kamu görevlilerine; “…kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplam örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir” diyor.
Görüşünü bir kere daha bu kararda açıklayan Anayasa Mahkemesi net bir gerekçeyle, “…toplumu yakından ilgilendiren meselelere ilişkin bilgilerin kamuoyu ile paylaşılmasında kamu yararı olduğunda kuşku yoktur. Ayrıca kamu gücünü kullanan organlara ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırı da özel kişilere göre daha fazladır.” (AYM Genel Kurul Ali Rıza Üçer Başvurusu(2). B.No: 2013/8589, 2.7.2015 tarih).
Hal ve durum çok açık… Kamu görevlileri ve Cumhurbaşkanı kendileri hakkında yapılan eleştirilere karşı tahammüllü değil, tahammülsüzler.
Olsun varsın, önümüzdeki günlerde çoğaltacakları tahammülsüzlüklerine rağmen, kamu görevlileri ile Cumhurbaşkanı hakkındaki eleştiriler sürekli artacaktır. Daha da sertleşecektir, hatta olağan hale gelen TCK’nin 299’uncu maddesinin ihlali iddiasına dayalı ceza davalarının çoğalmasına rağmen! (Fİ/HK)