Diyarbakır Surlarının Güneydoğu burçlarından Yedikardeş Burcuna yakın sur duvarlarının iççeperlerinin bir yerinin orta gövdesinde etrafı kalp şeklinde dizayn edilmiş iki kör merdiven vardır. O merdivenler hiçbir yere gitmez / çıkmaz. Uzaktan baktığınızda kalp görüntüsünü verir izleyenlere. Bu sebeple sevdalılar, âşıklar, kavuşamayanlar, hasret çekenlerin, uzakta olup da birbirlerine mesaj yollama meramında olanlar anılan mekândan sıkça görüntü alarak ulaştırmak istediklerine ulaştırırlar.
Aslında bu yönüyle baktığımızda insanın olanca hissiyatıyla bağlandığı şehri, bir anlamıyla yüreğinin bir parçasıdır da! Bu sebeple kentin en değerli varlığı surlarına kalbi nakşedip oradan anlam yüklemek hayli önemlidir.
Çok değil elli, altmış yıl kadar önce avuç içi kadar diyeceğiniz bir alan olarak kabul gören eski suriçinde yaşıyordu binlerce yıldan bu yana şehir halkı. Bütün hayatını suriçi dediğimiz etrafı çepeçevre 5.5 kilometre çapında sur duvarları ile çevrili alanda sürdürüyordu. Dünyaya oradan sesleniyordu. "Dünya dediğiniz nedir ki!" Diye soranlara! Şaşkınlıkla, "dünya tam da burasıdır" diyebiliyorlardı.
Dolayısıyla bugün işte yarım yüzyıldır sur duvarları dışındaki çok katlı binalara taşınmış, ama kalbi sur duvarlarının içinde atan eski şehir kültürlü şahsiyetler konuştuklarında “şehre gittim, alışveriş yaptım, bi kahve, çay içtim…” dediklerinde meram ettikleri, gayet doğallıkla telaffuz ettikleri “şehir” aslında o sur duvarları ile çevrili “suriçi”dir demeye getiriyorlar...
İşte o Suriçi denilen mekânlar manzumesi, artık suriçi’li olmayan, hatta belki suriçini hiç görmeyen uzaktaki hayli insanın da son iki yıl içinde yaşadıkları ve başına gelen onca “iş” nedeniyle tanınır, bilinir, konuşulur oldu.
2015 Sonbaharı ile 2016 İlkbaharı arasında Suriçine konulan, kaldırılan hendekli-barikatlı ve sokağa çıkma yasaklı hâl nedeniyle adeta Kürdün “büyük felaket”i yaşandı mekânda!
Ölümler, yıkımlar, toplu göçler; bir kentin göz göre göre taammüden cinayete kurban edilişinin çaresiz tanıklığı idi yaşananlar.
Mart 2016 itibariyle aylar süren sokağa çıkma yasaklı hâl sona erdirildi diye ilan edilmekle birlikte üzerinden beş ay geçmesine rağmen suriçindeki yasaklı bölgeye hâla girilemiyor. Hâla yıkım devam ediyor. Ve hâla bölgeden yıkılan evlerin hafriyatları, bir zamanlar yaşamın olanca canlılığıyla varlık bulduğu mekânlar artık moloz yığını halinde Dicle boyuna dökülüyor.
Şehir normal hayatına dönmüyor / dönemiyor. Ağır bir küskünlüğün hüznü sinmiş sanki o eski ve yükü hayli ağır şehrin üzerine. Eskiden sabahın altısında, yedisinde kepengini, kapısını açan esnaf artık ondan önce işyerini açmıyor. Akşam altı olmadan önce de kapatıyor. Gece ise suriçi neredeyse ölü şehre dönüyor.
Kentin Ticaret ve Sanayi Odası bu duruma dikkat çekerek yakın zamanda duyarlık oluşturmak için “Alışverişin kalbi suriçinde atıyor” sloganıyla bir çağrı yapmış. Ve bu çağrı ekseninde bir afiş hazırlayarak bilboardlara çıkmıştı.
Bu çağrıdan önce de, sonrasında da şehrin duyarlı sakinleri elbette suriçinden alışverişi özendirdiler.
Ne çare ki; şairin kelamınca “yaram derine gitmiş / fitil tutmaz bilirim” misali olmuyor. Binlerce yıldır, kervanların mal getirip mal götürdüğü, Osmanlı döneminde hanlarının ve alışveriş mekânlarının envai çeşit ürünle dünyaya nam saldığı kadim suriçinde artık alışverişin kalbi atmıyor.
Hayli bir sürede atmayacak gibi. Hangi ticaret erbabı ile konuşsanız umudunu yitirmiş gibi.
Bu darbeli halden kurtuluşun yolu yok mu? Elbette var.
Malum, 15 Temmuz “Darbe Girişimi”nin failleri ile başta Suriçi olmak üzere diğer yerleşkeler Cizre, Yüksekova, Nusaybin, Şırnak, Hakkâri’nin yıkımına telefatına sebep olanlar aynı faiiler(miş) meğer. Hemen tümü darbeye teşebbüsten içerdeler. Türkiye kamuoyu Kürdün aylar, yıllardır dil dökmesine rağmen inanmak istemedi ve farklı tanıdı bu failleri. Ama Kürt kamuoyu bu failleri çok iyi tanıyordu. Çünkü yaşadıklarının tanığıydı bizatihi kendisi…
Bu yeni durum bir anlamıyla faille mağdurun bir başka hâl altında yüzleşme ve hesaplaşma hâline tekabül ediyor.
Bu sebeple sadece alışverişin kalbinin artık surda atamıyor olmasından tutun, Suriçi sakinlerinin bugün ne hâlde olduklarının akıbet sorgulamasının da yapılıyor olmasının yüzleşme zamanıdır.
Yani, ezcümle daraltılmış manasıyla suriçinde ticaretini sürdürmeye çabalamanın basit ve sıradan özeti değildir mesele. Herhangi bir “yeni yaşam” dayatmasına mecbur kılınmadan suriçinde hayatların yeniden varlık bulması meselesidir aslolan…
(ŞD/HK)