Ruhi Su, Pir Sultan Abdal'dan Dadaloğlu'na, Karacaoğlan'dan Yunus Emre'ye halk türkülerini yeniden seslendirdi. Nâzım Hikmet'in Kuvayi Milliye Destanı'ndaki "Dörtnala gelip Uzak Asya'dan..." diye başlayan şiirini "Süvarinin Türküsü" adıyla ilk o besteledi.
1951 TKP Tevkifatı'nda "Bu Nasıl İstanbul Zindan İçinde" ile "Mahsus Mahal"ı besteledi. 1968'de öldürülen Vedat Demircioğlu için "Bir Sabah Uykusunda"yı, 1 Mayıs 1977'de öldürülenler için "Şişli Meydanı'nda Üç Kız"ı o söyledi. "Semahlar" döndük, "Zeybekler" oynadık onunla...
Askeri okuldan Müzik Öğretmen Okulu’na
Ruhi Su, 1912 yılında Van'da doğdu. Kendi deyişiyle: "Birinci Dünya Savaşı'nın ortada bıraktığı çocuklardan biriydi".
Anne ve babasını hiç tanıyamayan Ruhi Su, çocukluğunu yoksul bir ailenin yanında Adana'da geçirdi. On yaşında Adana Öksüzler Okulu'na gitmeye başlayan Su, 1926 yılında dönemin Savunma Bakanı Recep Peker tarafından "bütün öksüz çocukların zorunlu olarak askeri liselere gideceği" bildirisi yayınlanınca, İstanbul Halıcıoğlu Askeri Lisesi'nde okumaya başladı.
Ancak askeri okulda okumak değil, müzik eğitimi almak istiyordu. Askeri liseden zorla "çürük" raporu alarak ayrıldı. Müzik okuluna giremeyen Su, tekrar Adana Öksüzler Okulu'na geri döndü. Müzik tutkusu içinde giderek büyüyen Su, Ankara Müzik Öğretmen Okulu sınavını kazanmayı başardı. Bu arada evlendi; Güngör adında bir oğlu oldu.
1935'te Ankara Riyaseti Cumhur Orkestrası'na (Cumhurbaşkanlığı Orkestrası) seçilerek, çalışmaya başlar. Aynı zamanda müzik öğretmeni olarak da, "İkinci Ortaokul" ve "Hasanoğlan Köy Enstitüsü"nde ders verir. Daha sonra Devlet Operası'nda çalışmaya başlar. 1952 yılına dek "Bastien Bastienne", "Madam Butterfly", "La Boheme", "Fidelio", "Maskeli Balo", "Yarasa", "Figaro'nun Düğünü", "Rigoletto" gibi operalarda sahneye çıkar.
“Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor”
Bu arada radyoda da "Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor" anonsuyla sunulan bir radyo programı yapmaya başlar.
Büyük ilgi görür programı. Daha sonra cezaevinde evleneceği Sıdıka Su, kendisinden önce sesini tanımıştır Ruhi Su'nun.
"Ruhi o zamanlar radyoda türkü söylerdi. Tanışmıyoruz tabii. 15 günde bir, pazar sabahları saat 10'da, ailece toplanırdık radyonun başına Annem, Ruhi'nin sesini duyduğunda yemek yapıyorsa, önlüğünü çıkarıp, ellerini yıkayıp Ruhi'yi dinlemeye gelirdi. Müthiş bir saygı duyardı ona."
Radyodaki sesi "Alevi türküleri söylüyor, komünizm propagandası yapıyor" diye susturulur.
“Bu nasıl İstanbul zindan içinde”
1950 yılında yolu Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ndeki koro çalışmaları sırasında Sıdıka Umut ile keşişti. Türkülere duydukları sevginin yanı sıra, aynı dünya görüşünü de paylaşıyorlardı.
Türkiye Komünist Partili (TKP) olan Ruhi Su ve Sıdıka Umut'un yolları bir daha hiç ayrılmamacasına birleşiyordu. 26 Ekim 1951'de tarihe "1951 TKP Tevkifatı" olarak geçecek tutuklamalar başladı. Yüzlerce kişi tutuklanmıştı. 1952 yılının Kasım ayında tutuklanma sırası onlara gelmişti.
Sıdıka Umut, Kasım 1952'de eve gelen polisler tarafından İstanbul'a, işkenceleriyle ünlenen Sansaryan Han'a götürüldü. Ruhi Su da, bir ihbar üzerine opera binasından çıkarken gözaltına alınarak, tıpkı Sıdıka Umut gibi Sansaryan Han'a götürülecekti. Sansaryan Han'ın "tabutluk" adı verilen hücrelerinde beş ay ağır işkencelerden geçen Ruhi Su, "Bu nasıl İstanbul Zindan İçinde" isimli türküsünde Sansaryan Han'ı anlatır:
"Bu nasıl İstanbul zindan içinde
Kayboluverdi gecem gündüzüm
Bu nasıl İstanbul zindan içinde."
Aynı şeyleri yaşadıklarını beş ay sonra öğrenirler. Cezaevindeyken evlenirler. Beşer yıl hapse çarptırılmışlardır. Arkasından sürgün yılları başlar. Sıdıka Su Ankara'ya, Ruhi Su da Konya'nın Çumra Kasabası'na yollanır 20 aylığına. Üç ay sonra kendini eşinin sürgün yeri olan Ankara'ya naklettirmeyi başarır.
Bir dostları, Etimesgut'a iki kilometre uzaklıkta, bir tarlanın ortasında, elektriği ve suyu olmayan, kerpiçten yapılmış iki odalı bir işçi lojmanı verdi Su ailesine. Her sabah ve akşam iki kilometre yol yürüyerek jandarmaya imza atıyorlardı.
Ankara Emniyeti sahneye çıkarmamaya kararlıydı Ruhi Su'yu. Operaya da geri dönemiyordu. Eve ekmek götürebilmek için sırtında yük bile taşımıştı.
“Karacaoğlan’ın karasevdası”
1959 yılında oğlu Ilgın doğdu. Emniyet nezaretinin bitimine yakın Atıf Yılmaz, Ankara'ya gelerek, Ruhi Su'dan Adana'da çekeceği "Karacaoğlan'ın Karasevdası" filminin müziklerini yapmasını istedi... Bu film, yaşamında yeni bir dönüm noktası olacaktı.
Ruhi Su, film bittikten sonra İstanbul'a geldi. Taksim Gazino'sunda sahne almaya başlayan Su, 1960'da eşi ve oğlunu da İstanbul'a getirdi. 1960'lı yıllardan başlayarak, gazino ve kulüplerde sahne alan Ruhi Su'nun, 60'lı yılların ortalarından itibaren albümleri yayınlanmaya başladı.
Önceleri 45'lik, daha sonra longplay olarak yayınlanan plaklar elden ele dolaşmaya başlarken, türküleri de dillerden eksik olmuyordu. 1975 yılında kurduğu Dostlar Korosu'nda yüzlerce sanatçı yetiştirdi. 1980'lere doğru çıkardığı kasetlerle, türküleri bütün ülkede çalınmaya, söylenmeye başlamıştı. Konserler, geceler, mitingler artık Ruhi Su'nun türküleriyle renkleniyordu...
12 Eylül oldu, türküler sustu
İlk ve son pasaportunu 1977’de aldı. Yurtdışında birçok konser verdi, etkinliklere katıldı. Prostat kanseri olduğunu öğrendiğinde tek tedavi şansının yurtdışında olduğunu biliyordu ancak 12 Eylül yönetimi gerekçe gösterme gereği bile duymadan pasaportunu uzatmadı.
20 Eylül 1985’te 73 yaşında öldüğünde, postallar altında ezilen halk duyduğu öfkeyi bastıramadı ve cenaze töreni 12 Eylül sonrası ilk büyük kitle gösterisine dönüştü. Cenazede gözaltına alınan 163 kişi İstanbul siyasi şubede 15 gün süreyle gözaltında tutuldu.
Ruhi Su'nun yaşamı devletin muhalif bir sanatçıya neler yapabileceğinin bir göstergesiydi. Ama aynı zamanda muhalif bir sanatçının tüm baskılara, işkencelere, hapislere, sürgünlere karşın nasıl inandığı yolda üretimler yaptığının da bir örneği.(SÇ/EÜ)