Şiirin "harika çocuğu" Arif Damar 85 yaşında, uzun süre tedavi gördüğü hastanede 20 Ekim Çarşamba günü saat 03:00'te aramızdan ayrıldı. Dün toprağa verildi. 85 yaşında yaşama sıkı sıkıya bağlı bir yazın ustasıydı. "41 yıllık Kadıköylü" Damar'ın yedi ay önce Gazete Kadıköy'den Semra Çelebi'ye verdiği röportajı yeniden yayımlıyoruz.
Ahmed Arif bir şiirinde "Ve ben şairim, namus işçisiyim yani, yürek işçisiyim" diyor ya, işte birlikte cezaevinde yattığı arkadaşı Arif Damar bu "yürek işçiliği"ni en iyi yapanlardan biri. 85 yaşında bir delikanlı. "Ben yaşlıyım ama ihtiyar değilim. Hala şiir yazıyorum. En son bir şiir yazdım, lodosa karşı yürüyen bir genç kızı anlatıyor" diyecek kadar hayata bağlı bir sanatçı. Hala okuyor, yazıyor kendini şiiriyle var ediyor. Tam 70 yıldır şiir yazıyor Arif Damar. Tabii şiirleri her zaman ona güzel ödüller kazandırmıyor, çoğu zaman başına işler açıyor. Ama o inatla yazmaya devam ediyor. "Sanatçı muhaliftir, muhalif olmak zorundadır, sanatçı dediğin eleştirmeli, daha iyisini elde etmek için eleştirmeyi bilmelidir" diyor.
Çocukken büyük acılar çekiyor, yoksulluk içinde büyüyor usta. Çanakkale'nin Gelibolu ilçesine bağlı bir köyde 1925'te dünyaya geliyor. O zamanki Osmanlı dönemi hocalarından yani öğretmenlerinden olan babasını henüz 5 yaşındayken kaybediyor. Annesi, oğlunun tabiriyle "öyle güçlü bir kadın ki" çok zor koşullarda olmasına rağmen iki çocuğunu da okula gönderiyor. Arif Damar İlkokulu Gelibolu'da okurken 5. sınıfta o çok sevdiği ve saygı duyduğu annesini yitiriyor bu sefer. Buna rağmen ağabeyiyle birlikte sıkı sıkıya sarılıyor yaşama Damar: "Bütün tevazum içinde söylüyorum, ben hayattan hiç çekinmedim, korkmadım." Annesi ölünce Çanakkale'ye teyzesinin yanına gidiyor ama orada da çalışmak zorunda kalıyor, geceleri dizleri sızlayarak yatağa girse de, gündüzleri okulda çok başarılı bir öğrenci olarak dikkatleri çekiyor. Okulun kitaplığından sorumlu olması ona okuma alışkanlığını kazandırıyor. Elinden hiç kitap düşmüyor. İlkokulu bitirdikten sonra General Kazım Dirik'in himayesinde bir süre Edirne'de kalıyor. İlk şiirini de burada yazıyor. Ancak tarihe ilk şiiri "Edirne'de Akşam" olarak geçse de, kitaplara girmeyen Çanakkale'deki ilk aşkı Fitnat'a yazdığı bir aşk şiiri olduğunu söylüyor. Henüz 15 yaşındayken, bir öğretmeninin çıkardığı "Yeni İnsanlık" dergisinde "Edirne'de Akşam" şiiri yayınlanıyor ve "yetenekli çocuk" olarak dikkatleri üzerine çekiyor.
Şiir serüveninin sonrasını Arif Damar şöyle anlatıyor: "Ünlü şair Hasan İzzettin Dinamo beni görmeye geldi okula, yetenekli çocuk olarak. Yenikapı Ortaokulunu bitirdim ve İstanbul Erkek Lisesine başladım. O sırada Nazım Hikmet şiiriyle tanışmıştım. Erzincan Depremi üzerine yazdığı bir şiiri gazetede yayımlanmıştı. Şiirden çok, altındaki not beni çok etkiledi. 'Kesemden verecek bir şeyim yok, yüreğimden verdim' diye. Bu nottan çok etkilenmiştim. Şairin hapishanede olduğunu duymuştum. Bu kadar güzel şiir yazan biri neden hapishanede diye sorup düşüncelerini merak ettim ve araştırmaya başladım. O zaman Nazım Hikmet'in Salkım Söğüt şiirini bir de Yahya Kemal'in Mehlika Sultan şiirini ezbere bilirdim. Yurdun penceresinden sokağa doğru bağıra bağıra bunları okurdum. Ağabeyim bana gizlice getirirdi Nazım şiirlerini, hepsini ezberlemeye başladım. Kadırga Öğrenci Yurdu'nda iki taraf vardı, İdealistler ve Marksistler. İki taraf da beni çekiştiriyordu, ben Marksistlerin elinde kaldım (gülüyor). İstanbul Erkek Lisesi'ndeyken artık Marksist olmuştum ama okuldan atıldım. Ben de zaten okulu değil okumayı seviyordum. Çok da üzülmedim. Ben de Gorki gibi bir yazar olurum dedim ve kitap okumaya devam ettim. Ondan sonra da kendi kendimi yetiştirdim. İyi bir okur olduğumu söyleyebilirim.
15 yaşında sizi şiir yazmaya iten neydi? Nasıl başladınız yazmaya?
Sevdiğim bir şeyi yapmak istedim. Yeteneğim olduğunu söyledikleri bir şeyi. Ben şiirlerimi yayınlamıyordum ama bana yayınla diye ısrar ettiler. Benim şair olmak gibi bir derdim yoktu. Yoksulluk, açlık çekmiştim. Bunlar ortadan kalksın, eşitlik olsun istedim. Gelibolu küçük yer, orda zengin çocukların benim kadar zeki ve çalışkan olmadıkları halde gayet şık okula geldiklerini görüyordum ben yalın pabuçla gidiyordum. Bu dengesizliği sezdim. Sezgi çok önemli bir şair için. Belki de beni şiire iten bu sezgilerimdi.
Arkadaşlarınız size Arif Barikat diyor. Nereden geliyor "Barikat" soyismi?
Kars Valisi'nin oğlu Doğan Aksoy bana verdi Barikat soyismini. Onların evinde nişanlandım ben. Nişanda Ruhi Su, Enver Gökçe, Yaşar Kemal gibi isimler vardı. Bu arada ben Kars'a gittim görevli olarak. Kars'tan dönünce nişanlım Güner "sensiz de yaşayabiliyormuşum" dedi ve böylece ayrıldık. O dönem çok üzüldüm. Askere gittim, sürgün alaylarında 33 ay askerlik yaptım. O dönem ölmemem bir mucize. Ama ben hala ölmedim demek ki dokuz canlıyım. Ben güzelliklere bakarım, doğaya, kadınlara... Güzelliklere bakınca uzun yaşarsın arkadaş (gülüyor)... Şiir yazmak için sürekli aşk halinde olmak lazım. Mesela ben Cumhuriyet Gazetesi'nde her ay, ayın şiirini seçiyorum. Türkiye'nin her tarafından 30 dergi geçiyor elime. Bunlar içinde yayınlanan en iyi şiiri yayınlıyorum. Ben orada şair boydan boya şiire girmiş mi ona bakıyorum. Şiiri bir hayat biçimi olarak benimsemiş mi bu önemli.
1951'de birçok şair ve yazar cezaevine girdi. Siz de onlardan birisiniz. Neler yaşandı o dönem?
Askerden geldikten sonra Türkiye Gizli Komünist Partisi'ne üye oldum. O sırada Mahmutpaşa'da işportacılık yapıyordum. Sonra TKP sanığı olarak 1951'de tutuklandım. "Dayanılmaz" diye bir şiir yazmıştım. 1. Şube Müdürü Ahmet Topaloğlu, gece yarısı geldi dedi ki "Seni Yeryüzü dergisinde çıkan şiirini daha güzel okuyacağın bir yere götüreceğim" dedi, beni aldı tabuta koydu. Çok hoşuma gitti, şiirim canlarını sıkmış diye. Oradan Harbiye Askeri Hapishanesi'ne gitmek bir kurtuluştu. Orda 2 yıl kaldıktan sonra beraat ettim. Ben hapishanede şair olmadım, şairken hapishaneye girdim. Ahmet Arif de öyle, birlikte yattık. Bütün arkadaşlarım içerdeyken bana tahliyeni iste diyorlar. Ben niye isteyeyim, çıksam aç kalacağım. Sonra hakim beni zorla tahliye etti (gülüyor). Sonra çeşitli yerlerde çalıştım ama polis sürekli baskı yapıyordu. Bu arada Günden Güne kitabım yayınlandı, o da toplatıldı. Yargılandım ama beraat ettim. Bilirkişi "Halk bunu anlamaz suç unsuru yoktur" dedi. Sonra İstanbul Bulutu kitabımı yayınladım. Bu kitabımla Yeditepe Şiir Ödülünü Cemal Süreyya ile birlikte paylaştık. Bu ödülden sonra ben legalleştim. Böyle bir faydası oldu bana.
Kadıköy Suadiye'de 15 yıl işlettiğiniz bir kitabeviniz vardı. Yeryüzü Kitabevi'ni nasıl kurdunuz?
1969'da Şişli'den Kadıköy'e taşındık. Eşim Tülin mimardır. Bir arsası vardı burada, müteahhide verdik. Böylece Moda'daki bu dairemizin sahibi olduk. Suadiye'de Yeryüzü Kitabevi'ni açtık. 15 yıl bu kitabevinde çok güzel günlerimiz oldu. Sonra 12 Eylül askeri darbesinin ardından 1982'de biri ihbar etmiş, propaganda yaptığım iddiasıyla. Beni yeniden gözaltına aldılar. Bana Komünist Partisi üyesi olduğumu kabul etmem için ricada bulundular. Halbuki ben Güney dergisinde TKP'yi eleştiren bir yazı yazmıştım. Ama o dergiyi bulup da ispat edemedim. En sonunda yasak yayın bulundurmaktan 3 aya mahkum ettiler. Çıktıktan sonra kitabevini kapattım ve kendi yazılarımla ve şiirlerimle daha çok ilgilenmeye başladım. Birçok kitabımı bu tarihten sonra çıkardım. En son 'Bir Gökkuşağı İnerse Nasıl" kitabımı yayınladım. Onunla Sedat Simavi Ödülü'nü aldım. Bu kitabımı F tipi cezaevlerine karşı ölüm orucuna giren ve yaşamını yitiren Sevgi Erdoğan'a adadım.
41 yıllık Kadıköylüsünüz. Nasıl bir şey bir şair olarak Kadıköy'de yaşamak?
41 yıl oldu, 41 kere maşallah (gülüyor)... Biz Şişli'den buraya taşındık. Orada yürüyüş yapacak yer yoktu. Burada çıkınca her tarafa yürüyüş yapabiliyoruz. Moda Çay Bahçesi'ne, iskeleye yürümek çok keyifli. Hiç özlemiyorum karşı tarafı. Şiirime de ilham oluyor Kadıköy'de yaşamak. Deniz, gemiler, yelkovankuşları, martılar, ağaçlar... Hepsi benim ilham kaynaklarım. Bana soruyorlar, denize bakan bu güzel evi nasıl aldın diye. Diyorum ki 1963'te Merişko Büyük Şiir Ödülü'nü aldım ( gülüyor). Karımın diğer adı Meriç ben de ona Merişko diyorum, 1963'te onunla evlendim ve bu benim en büyük ödülüm.
Şairler yazarlar genelde yaşadıkları semtin kafelerini, meyhanelerini mesken tutarlar. Sizin böyle severek gittiğiniz yerler var mı Kadıköy'de?
Ben en çok Son Gemi'ye giderim. Arada şairler de geliyor. Kapıda "gamsız olan giremez" diye bir yazı var, çok hoşuma gidiyor. Onun dışında Moda'da "Kemal'in Yeri"ne çay içmeye giderim. Orayı da çok severim. Ama meyhane olarak çok sevdiğim bir yer yok, eskiden Koço'ya giderdik ama artık gitmiyorum. Meyhanecilik Rumlar'ın işi, en iyisini onlar yapıyor.
Peki Arif Damar'ın bir günü nasıl geçiyor?
Sabah erken kalkıyorum, eskiden çayı ben koyardım artık oğlum Nice koyuyor. Gazeteler geliyor, onları okuyorum. Bol bol kitap okuyorum. Üzerine çalıştığım bir şiir varsa onunla uğraşıyorum. Çünkü benim artık kötü şiir yazma özgürlüğüm yok. Kötü şiir yazarsam sevilen şiirlerime de gölge düşürürüm. Mesela benim en sevilen şiirim Gitme Kal'dır. Ben onu 6 ayda yazdım. Şiir emek istiyor. (SÇ/TK)
Fotoğraf: Gürbüz Engin