İkinci Dünya Savaşı 1945’te sona erdi ama hemen sonrasında başlayan ve “Soğuk Savaş” olarak adlandırılan bir yeni savaş başladı. Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na katılmadı ama Soğuk Savaş’ın en önemli aktörlerinden, askeri olmaktan çok ideolojik ve siyasi çatışmayla şekillenen bu yeni savaşın “cephe ülkesi” olarak nitelendirilen ülkelerinden biriydi.
Türkiye’de hak ettiği kadar konuşulan, tartışılan bir şey değil ama 1945 sonrasında bu ülkenin siyasi ve ideolojik yaşamını Soğuk Savaş kadar etkileyen, hatta belirleyen bir başka şey yoktur. Başka bir deyişle, Türkiye, Soğuk Savaş kurbanı bir ülkedir. 1946 seçimlerinin gündeme gelmesinden başlayarak bugüne kadar gelen siyasal-ideolojik süreç Soğuk Savaş göz ardı edilerek anlaşılamaz; "bölücülük, komünizm ve irtica" tehdidinden oluşan bir sacayağı üzerinde yükselen siyasal sistem esasen Soğuk Savaş'ın eseriydi. Bu savaş döneminin en önemli politikacısı da altı kere gidip, yedi kere iktidara gelen ve 40 yıl boyunca ülkenin yönetiminde olan Süleyman Demirel'di.
1989’da Berlin Duvarı yıkılıp, 1991’de de Sovyetler Birliği dağılınca Soğuk Savaş sona ermiş oldu. Yine sanıldığının aksine dünyaya çok açık, dünyada olan-bitenden çok etkilenen bir ülke olan Türkiye, Soğuk Savaş sonrasında yeniden kurulmakta olan dünyaya adapte olmayı 90’lı yıllarda başaramadı. Bu yılları Süleyman Demirel’in egemenliğinde geçirince bu Soğuk Savaş politikacısının biraz liberal bir çizgiye kayarak geçirdiği değişimler ve bunun Türkiye’ye yansımaları yetmedi.
Özellikle 1984 yazında başlayan ve giderek basbayağı bir isyan haline gelen son Kürt ayaklanması “terör”, “terörizm” nitelendirmeleri eşliğinde orduyla bastırılmaya çalışıldıkça Türkiye dünyanın geride bıraktığı Soğuk Savaş ortamına kendi içinde dönmüş oldu. Bu arada Çankaya'ya çıktıktan sonra Soğuk Savaş'ın sona erdiğinin daha çok farkına varan, özellikle de Kürt isyanına biraz farklı yaklaşmaya başlayan Turgut Özal esrarengiz bir ölümle tasfiye ediliverdi.
Soğuk Savaş politikaları
İşte 2001 büyük ekonomik krizinin tetiklediği çok çeşitli tepkilerin, beklentilerin de etkisiyle 15 ay önce kurulmuş AKP’nin Kasım 2002’de iktidara gelmesi bu tarihsel koşulların, bu siyasal konjonktürün eseriydi. İçeride ve dışarıda AKP’ye destek olanlar İslamcı hareketin içinden gelen ve kendilerini “muhafazakar-demokrat” olarak tanımlayan bu “yenilikçi” siyasi kadronun Türkiye’yi artık çok geciktiği Soğuk Savaş sonrasına adapte edeceğini düşündüler.
Çünkü AKP tam da bunu vaat etti; Kürt isyanına demokratik yollardan son vermek de dahil olmak üzere, Türkiye’yi Soğuk Savaş sonrası dünyaya uyumlu bir şekilde yeniden inşa edeceğini söylüyordu ve onun için dünyada da ülke içinde de o kadar büyük bir destek buldu. İlk yıllarında bunu yapacağını ima eden adımlar attığı ölçüde, gelişen çeşitli çatışma eksenlerini bu bağlama oturtup ilerlemeye çalıştığına inandırdığı ölçüde desteğini arttırdı. “Yeni Türkiye” kavramlaştırması tam da işte bu yeniden kuruluşu da ima ediyordu ve iktidar yılları boyunca AKP bu imajı çok iyi pazarladı.
Ama pazarlama teknikleriyle göz boyama, kandırma başka, hayatın gerçekleri başka; AKP’nin bezirgan liderliği güçlendikçe aslına rücû etti ve özellikle de 2011'de seçimleri üçüncü kez kazandıktan sonra artık “Yeni Türkiye” Tayyip Erdoğan’ın suretinde bambaşka bir ülke vaat eder hale geldi. Birkaç yıl içinde Erdoğan’ın “Türk usulü başkanlık” hayallerine gelindiğinde artık yeniden Soğuk Savaş politikalarına dönen, hatta Demirel’den daha berbat bir Soğuk Savaş politikacısı kesilen Erdoğan’ın ve AKP’nin içeride de, dışarıda da eski desteğinin sürmesi mümkün değildi. 7 Haziran seçimlerini AKP’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın kaybetmesinin arka planı budur ve Erdoğan'ın politik anlayışı ve hedefleri değişmedikten sonra kaç seçim yapılırsa yapılsın bu hakikat de değişmeyecektir.
Kürt İsyanı ve Gezi İsyanı
13 yıllık AKP iktidarı ancak yine bir Soğuk Savaş ürünü olan “irtica tehdidi”ni ortadan kaldırmaktan öte bir şey yapmadığı gibi Soğuk Savaş ayarlarına dönünce HDP’nin 7 Haziran’daki zaferini hazırlayan koşulları da adım adım oluşturmaya başladı. Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, 7 Haziran'da HDP'ye verilen 6 milyon oy Türkiye'de devam eden Soğuk Savaşı bitirmek için en büyük adımdır. HDP’nin yüzde 13'ü aşan oy ve 80 milletvekili ile taçlandırdığı zaferi tam da bu anlama gelmektedir ve bu nedenle tarihsel bir olaydır; arkasının gelmesi için tarihsel-siyasal koşullar da gayet uygundur. HDP bu durumu iyi değerlendirirse gerçekten de "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır!"
Bu tarihsel koşullarla birlikte Kürt halkının 30 yıldır süren isyanının Gezi isyanıyla buluştuğunu, 2007 kışında Hrant Dink’in cenazesinde yürüyen yüz binlerin 2013 yazında Gezi'de milyonlara dönüştüğünü unutmamak ve HDP'nin geleceğini, siyasi misyonunu tam da bu bağlamda anlamlandırmak gerekir. Ve böyle düşünüldüğünde demokratik ve sol bir siyasi hareket, bir kitle hareketi olarak HDP’nin çok daha büyümesi, gelişmesi mümkündür.
Elbette 7 Haziran'ın asıl sahibi Kürt halkıdır, Kürdistan’da da Türkiye’de de HDP’ye verilen 6 milyon oyun büyük çoğunluğu Kürtlerden gelmiştir ama bu oylara eklenen, dolayısıyla Kürt halkının yanına gelen, onun uzattığı eli sıkıca kavrayan milyonlarca Türk oyunun bulunduğu da aşikârdır ve bu çok önemlidir. Artık Kürt sorununu inkar etmek, masayı devirmek mümkün olmadığı gibi böylece yine Soğuk Savaş yadigârı “bölücülük” ve “sol” artık bir öcü, bir tehdit olmaktan çıkacaktır; hem devletin hem de toplumun dilinden ve söyleminden çıkacağı tarih çok uzak değildir. Tersine bütün tehditlere ve vaatlere rağmen 6 milyon seçmenin “bölücü terör örgütü”nün siyasi uzantısı diye sunulan, sadece seçim kampanyası sırasında yüzlerce saldırıya uğrayan, üyeleri öldürülen, parti binaları bombalanan, mitinglerinde katliam düzenlenmeye çalışılan bir partiye böylesine destek olması henüz sonuçları tahmin edilemeyecek kadar büyük ve önemli bir olaydır. Onun için Türkiye Soğuk Savaşı asıl şimdi geride bırakıyor ve yeni bir döneme giriyor.
Latin Amerika'ya bakmak...
Bu yeni dönemin nasıl bir şey olabileceğini öngörmek için Latin Amerika’ya bakmak gerekir. Bu kıta da Türkiye’ye benzer bir şekilde Soğuk Savaş kurbanıydı. Askeri darbelerinin ve sol hareketlerinin Türkiye ile kıyaslanabileceği bu kıta 90’lı yıllarda bir bütün olarak yüzünü sola döndü ve her biri kendi tarihinin ürünü olarak yeniden siyasi kuruluşunu gerçekleştirdi. Soğuk Savaş’ın geride kalmasının Latin Amerika açısından anlamı budur. HDP’nin AKP’nin vaat edip yapmadığı misyona talip olmasını, yani Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’yi yeniden kurmaya, siyaseten yeniden inşa etmeye soyunmasını vurgularken Latin Amerika’ya yeniden bakmak çok yararlı olacaktır. Elbette Türkiye’nin kendine özgü koşulları ve kendi özel tarihi süreçleri, dengeleri vardır ve tabii ki kendi özel hikâyesini yazacaktır. Ama artık HDP bu hikâyeyi yazacak olanlardan biri, hatta en önde geleni olabilir.
Türkiye normalleşecek ise, restorasyondan geçecek ise bu artık basitçe AKP öncesi koşullara, hele hele 90’lı yıllara dönüş biçiminde olmayacaktır. Türkiye demokratik bir dönüşüm sürecine girmek zorundadır ve bunun da lokomotifi HDP olabilir ve olmalıdır. HDP’den başka buna aday güç yoktur ve HDP bu açıdan ne kadar kararlı, ne kadar ısrarlı ve ne kadar akıllı davranırsa etrafına o kadar yeni güçler toplayacak, yeni müttefikler bulacak, içeride ve dışarıda meşruiyetini genişletecek ve şimdiden tahmin edilemeyecek bir güç kazanacaktır. Olası bir AKP-MHP hükümeti yeni bir "Milliyetçi Cephe Hükümeti" olur ve Türkiye'nin yeniden kuruluşunu sağlayamaz; bu kadar yoğun bir kutuplaşmadan sonra zorla kurulacak bir AKP-CHP hükümeti de bir yeniden kuruluşu sağlayamaz ve uzun ömürlü olamaz. Mevcut siyasi tablodan hangi hükümet formülü çıkarsa çıksın yapacağı demokratik-siyasi muhalefetle HDP büyümeye devam edecektir ve erken bir seçim mutlaka gündeme girecektir.
30 yıldır süren Kürt isyanının artık her türlü provokasyonu engelleyebildiği ve oy sandıklarını kullanabildiği, milyonları sokağa döken Gezi’nin meydana geldiği, Oy ve Ötesi gibi on binlerce gönüllüyü harekete geçiren sivil inisiyatiflerin örgütlenebildiği bir ülke kolay teslim olmazdı. 7 Haziran akşamı bu görüldü, şimdi arkasını getirmek gerek… Soğuk Savaş’a gerçekten son vermek için harekete geçmek gerek. Geç kalındı zaten, daha fazla geç kalmamalı... Ve AKP'nin iki seçimdir kullandığı o söz artık HDP için geçerli olmalı: "Durmak yok, yola devam!" (SÖ/EKN)