Kerbela'da 1400 yıl önce Hz. Hüseyin'le birlikte katledilen 72 kişinin acısını hâlâ unutmuş değiliz. Hz. Hüseyin'in Kerbela'da ölüme giderken dile getirdiği "zulüm ile abad olanın sonu berbat olur" sözleri 81 yıl önce idam sehpasında Seyit Rıza'nın son nefesini vermeden önce haykırdığı sözlerde yankısını buluyordu. 75 yaşındayken yaşı küçültülüp idam sehpasına çıkartılan Dersim'in Piri Seyit Rıza, "Kerbelayime, be gunayimi, ayıbo, zulumo, cinayeto" (Evlad-ı kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir) diyordu.
Seyit Rıza ve yoldaşlarının Kasım 1937'de idam sehpasında haykırdığı bu hakikat, 1400 yıl önce katledilen Kerbela şehitlerinin hakikatiydi. Çünkü Dersimliler, Seyit Rıza'nın deyimiyle, evladı kerbelaydılar, mazlumdular ve bihataydılar. Dersim, 1937-38 yıllarında Kürt ve Alevi kimliğinden dolayı önce katliamla ve daha sonra geliştirilen asimilasyoncu politikalarla yok edilmek istendi.
Yıllardır ölülerimizin ardından ağıtlarımızı, türkülerimizi, deyişlerimizi, şiirlerimizi söylüyoruz. Diyoruz ki, tarihin kirli sayfalarından kurtulalım. Dersim'de oyun oynanmadı; bedeli acı olana karşılık gelen her şey, yaşandı-yaşatıldı. Vicdanı körelmemiş kimse bu yaraları yeniden kanatmaz; merhem arayışına girer. Bununsa önkoşulu, mezar yerlerinin Dersimlilere işaret edilmesi... Ne var ki, Dersimliler mumlarını orada yakmak, niyazlarını da yine mezarların başında dağıtmak istiyorlar.
Zalimlik yargıyla güncelleniyor
Seyit Rıza ve arkadaşlarından öğrendiğimizle yaşamaya çalışırken, karanlık zihniyet de farklı araçlarla zalimliğini güncellemeyi sürdürüyor.
“Örgüt propagandası” iddiasıyla hakkımda açılan davada iki yıla yakın hapis cezası aldım. Yetmedi, sosyal medya hesaplarımdan elde ettikleri eski yıllara ait paylaşımlarımdan yeni davalar türettiler. Bu davalardan bir yenisi iki gün önce açıldı, 2015-16 yıllarına ait eleştirel paylaşımlarım hakaret olarak yansıtılmış iddianameye. Halihazırda hakkımda açılmış dört dava var ve ben biliyorum ki yenileri için savcılar yoğun bir mesai içinde.
Görülmemiş bir düşmanca yaklaşımın hedefinde olmamın tek nedeni, insanlık değerlerine sahip çıkmam, bu değerlerin mücadelesini her alanda veriyor olmamdır. Yargının uzun tutukluluk ve bu sırada iddianame hazırlamadaki uyuşukluğu ceza vermeye gelince kayboluyor: Mahkeme elini hızlı tuttu; 10 gün içinde gerekçeli kararın da çıkmasını sağladı. Belli ki aceleleri var! Sudan gerekçelerle siyasi bir karara daha imza attılar. Maddi temelden yoksun suçlamalara dayanılarak 1 yıl 11 ay 12 günlük cezanın İstinaf Mahkemesince onaylanması durumunda cezaevi süreci başlatılmış olacak.
Ne yapmışım / yazmışım?
Bu kararla birlikte daha önce aldığım ve ertelenmiş cezalarımın dosyaları da yeniden açılmış oluyor. Eğer İstinaf mahkemesi bu kararı onaylarsa, bu cezayla beraber, uzun yıllar cezaevinde yatmak zorunda kalacağım.
Davanın konusu; üç yıl önce yazdığım Twitter mesajları. 2015 yılında Kobanê savaşında IŞİD’e karşı YPJ'nin verdiği mücadeleyi (yani kadınları) öven mesajım, yine IŞİD'e karşı savaşırken hayatını kaybeden Aziz Güler'in cenazesine katılmam, PYD Norveç Temsilciliğinin açılışını tebrik etmem ve cezaevlerinde açlık grevlerin sonlandırılması için Öcalan ile görüşülmesi yönündeki isteğim, iddianamenin bütününü oluşturuyor.
Barbarlığı koruyan karar
Bu karar, dünyanın en barbar örgütüyle mücadele edenleri övmeyi suç sayıyor. Doğrusu bunun için en küçük bir pişmanlık duymuyorum. IŞİD denen barbar örgütün zulmüne maruz kalmış bir halkın acısını dile getirmeyi yargılamak, bana kalırsa, işte en büyük suç o.
Bütün dünyanın gördüğünü Türkiye'yi yöneten iktidar “görmüyor” ve haliyle kendisine bağlı kıldığı yargısı da şaşırtmıyor. Bu ceza bana değil, en çok Rojava halkına ve bu savaşta hayatını kaybedenleredir. Karar, IŞİD'e destek niteliğinde.
Yargının “susturma aracı” olarak dizayn edildiği aşikar. Özelikle son aylarda Dersim'de orman yangınlarına karşı göstermiş olduğum duyarlılığın da böylece cezalandırıldığını düşünüyorum. Tıpkı vandallığa karşı canını feda edenler gibi, Dersim doğasını, börtü böceğini, ağacını, kelebeğini ve nefes alan her canlıyı savunmam da işlerine gelmedi.
Türkiye, tarihinin en karanlık dönemini yaşıyor. Bu karar, yaşadığımız bu karanlığın resmini çeken ve yansıtan bir önemde. Yargının hukukun değil, siyasi iktidarın teminatı haline nasıl getirildiğini üzülerek görmekteyiz. Türk yargısının eskiden beri iktidarlarla ilişkisi vardı ve bu konuda sabıkası çok da iyi değil, ne var ki halihazırda olduğu kadar aleni bir şekilde iktidarların noteri olmamıştı.
Bu ceza topluma “sus” mesajı. “Yazmayın, çizmeyin, konuşmayın, biat edin” mesajı. Açıkça muhalif tüm aydınlara, sanatçılara bir tehdit.
Teslimiyet değil, onurlu bir yaşam ve ölüm
Şarkılarımızda bu topraklarda yaşayan halkların dertlerini veya umutlarını, kazanımlarını seslendirdik. Tarihe iz bırakan, gerçek sanatçıları iktidarın yanında görmek pek mümkün olmamıştır. Bütün siyasi, toplumsal aidiyetleri, temayülleri bile bir kenara bıraksanız, bir sanatçıdan savaş çığırtkanı çıkarmanız çok zordur. Barış, sanatçı için tartışmaya bile gerek olmayacak kadar zaruridir. Yargıyı kullanarak muhalif sesleri susturmak ve teslim almak istedikleri bir gerçek. Bu tehdidi işleyemez hale getirmek elbette bizim elimizde. Koşullara ve iktidara göre hareket etmek yerine, çekinmeden ve korkmadan bizi biz yapan değerleri savunmalıyız. Kimse bizden onursuz bir yaklaşım içinde olmamızı beklemesin; ölümümüzü bekleyebilirler ama böyle bir vedamız da, tıpkı yaşarken olduğu gibi onurlu olur. Dışarıda veya içeride fark etmez; bu mücadele, insan kalabilme ve insanlığı savunma mücadelesi.
Bu ülkeyi ne yazık ki kötü insanlar yönetiyor. Kötülerin karşısında iyi kalmayı, sevgiyi ve barışı savunmayı ısrarla sürdürmeliyiz. Kazanacak olan da bu değerler olacak. (FT/AS)