Sevgili Metin;
Metinimiz sadece 28 yılını bizimle, hayatla geçirebilmiş olmana rağmen 44 yıl geçmiş annem doğuralı seni.
Seninle ilgili ilk hatıralarımda iki buçuk, bilemedin üç yaşlarındasın. Ben de sanırım beş yaşlarında. Mutfak kapısında öylece sana bakıyordum neden müdahil değildim hala bilemiyorum. Senin iki yaş küçüğün Aziz'i beşiğinin ucundaki ipten tutmuş, susturmak için sallıyordun. O zaman da şaşmıştım bu küçük bedenin nasıl büyük bir yürek olduğuna, hala şaştığım gibi. Sonraları hep şaşarak, gıptayla, gururla izledim seni. Sanki sen kardeş değildin de bendim kardeş olan bazen. Hatta diğer büyükler de öyleydi çoğunlukla.
Şimdilerde senin acın dinmedi, aksine başka başka duygularla birleşerek katmerlendi iyice.
Özlem nasıl tarifsiz bir duygu.
Bu duyguyu herkes bir biçimiyle tatmış bu coğrafyada, ne yazık! Tatmamış da ağu olmuş içirilmiş bir biçimde neredeyse herkese.
Seninle diğer kardeşlerimizde olduğu gibi ikişer yıl arayla doğmuşuz. Senden gün olarak sadece 15 gün önce doğmuşum. Sen olsaydın doğum günümde bana nasıl seslenirdin diye düşünüp ağzından çok özlediğim o hitabınla mektup yazdım.
Merik derdin bana. Sen aslında hepimize, herkese özel olduğunu hissettiren çok başka bir insandın.
Hayatının hiçbir alanına bencillik koymamış olmana rağmen, ben artık şimdilerde belki bencilce, arkadaşlarının yaptıklarında senin ne yapabileceğini izler oldum.
Bundan on kadar yıl önce evlenenleri izledim gıpta ederek. Sonra çocukları olanları. Daha sonra hepsinin nasıl başarılı birer gazeteci olduklarını izledim.
Muhtemelen sen de bir TV kanalında, kendi gazetecilik anlayışına uygun bir program yapıyor olacaktın.
Sonra kitap, şiir yazanları izledim.
Elimden geldiğince hepsine yetişmeye çalıştım, her birinde epeyce seni gördüğümden, seni yaşattıklarını düşündüğümden.
Sakın sen kıskandım sanma, çünkü senin yapın ne kıskançlık ne de hiçbir insan için hainlik barındırmaz ve sen bu duygulara çok kızarsın. Ama öyle bir şey ki bu; özlem mi desem, arayış mı bilemediğim bir şey, bir duygu işte...
Biliyor musun ki seni kaybettiğimiz günden daha acı geliyor doğum günü kutlamamız. Hem mutluluk hem de acı. Neden bilmiyorum, belki yaşadığın o kısa sürede sen hepimizin özel günlerini hatırlayıp organize ettiğindendir.
İşte bu yüzdendir ki senin fotoğrafın bile daha az herkeslerden. O kadar güzel bakan ve öylesine içten gülen bir yüz nasıl da avucumuzdan kayıp gitmiş hayıflanması işte bu benimkisi. Yani sevgili Metin, aradan yıllar da geçse senin yüreğinin değdiği bir insanın seni unutması olası değil. Sana olan hasretim, özlemim hiç eksilmeden katlanarak devam ederken güzel gülüşlü Metin, 361. Cumartesi buluşmasından bir durum anlatarak bitireyim.
Yine o atmosfer her daim inanılmaz ya, öyleydi. Orada kar, kış, yağmur demeden kayıplarının izini süren ve aslında kendi yakınlarının katillerini değil, insanlığın aydınlanmasına uğraş veren Cumartesi insanlarını sana anlatmaya gerek yok elbet.
O gün Dargeçit'te kayıp yakınlarının kendi oğullarının, babalarının kemiklerini aramak için nasıl bir mücadele verdiği anlatılıyordu. Oraya gidip önce dağılmamak sonrasında da dirençle dönmemek imkansız.
Bir kayıp annesi, oğlunun kemiklerine ulaşabilirse "adak" adamıştı, yine eşini kaybeden Şehriban Tepeli "Siz hiç kaybettiğiniz bir eşyanızı değersiz de olsa aramadınız mı?" diye seslenmiş ve mezarı olanları ne denli kıskandığını söylemişti. Yine hiç yaşlanmayan Maksut'un kendisinin oğlu olup olmadığını soranlar olduğunu, genç ölümlerin bir kere daha ne zor olduğundan söz etmişti.
Onca acının yaşanmışlığına rağmen yakınlarının kemiklerini arayan Cumartesi İnsanları aslında "insanlığı" arıyor. Bundan böyle kimsenin ciğerine ateş düşmesin kaygısıyla yağmur, çamur, ayaz, kar, boran dinlemeden oturumlarını sürdürüyor. Hal böyleyken orada acının da acısı olduğunu görüyorsun.
O gün Tolga Ceylan için daha önce İğneada aramasına birlikte götürdüğümüz Nehir yine Tolga'nın fotoğrafını taşımak istediğini söyledi. Sonrasında da bana dönüp "Aslında anne ben öyle hissediyorum ki Metin ölmedi, kayboldu belki de bir gün gelecek" dedi.
O anda bir kez daha acının acısını yaşadım. Başkalarının umutsuzluğu küçücük bir yürek için umuttu. Aslında belki de oradaki tüm kayıp yakınlarının onca çabası belki yaşıyordur umudunun da silinmesi pahasına istenen kemiklerin bulunmasıyla hesap sorulmaya bir adım yaklaşılması umuduna dönüştü.
Yine Maksut Tepeli'nin eşinin dikkat çektiği gibi sen hiç yaşlanmadan öylece gülümsemeye devam ederken bizim özlemimiz ve keşkelerimiz bizimle yaşayarak sürüp gidecek hayatımızda.
İşte sevgili Metin bir doğum günü ve bir ödül töreni daha geldi. Bir kere daha "Metin Göktepe Gazeteciliği" üzerine konuşulacak ve yaşamının son anına, son nefesine kadar "Ben gazeteciyim, Metin Göktepe" diye haykıran evlat, sevgili, kardeş, arkadaş, yoldaş, dost, dayı, amca, ağabeye olan özlemle anılacaksın hiç unutulmadan...
İyi ki doğdun, iyi ki kardeşimsin, iyi ki...
Meryem, senin deyiminle Merik...