8 Ocak 1996. Metin Göktepe'nin hayatının sonu olan gün, bir gazetecinin polis tarafından öldürülmesinin trajik öyküsü olmaktan çıkıp örgütlü ve kararlı bir gazeteci topluluğunun üstü kapatılmak istenen bir cinayeti aydınlatmasının öyküsüne dönüştü.
Göktepe cinayeti, tanıkların başlarına neler gelebileceğini bile bile yaptıkları tanıklık sayesinde çözüldü. Yüzlerce gazetecinin defalarca Afyon'a gitmesinin sonucu aydınlatıldı.
O altı polis, duruşmalarda o salonda hazır bulunanların mahkeme heyetine, verecekleri kararın sorumluluğunu hissettirmesiyle mahkûm oldu.
Yoksa Göktepe'nin bu meçhul ülkede meçhul kalanlardan olması kaçınılmazdı. Nasıl olsa, kendi kendini vuranların, duvardan düşenlerin, birden yolunu kaybedip kayıplara karışanların ülkesiydi burası. Çok mu zordu 28 yaşında bir Evrensel muhabirinin kendi kendine ölmesi?
Eyüp Nöbetçi Savcısı Erol Canözkan mesela, bunu gayet mümkün buluyordu. Ona göre Metin Göktepe, Eyüp'te bir çay bahçesinde otururken sandalyeden düşüp ölmüştü. İçişleri Bakanı Teoman Ünisan'a göreyse, duvardan düşmüştü. İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar da aynı fikirdeydi. Çok normaldi her şey.
Resmi açıklamaların hepsi aynıydı; bu olay kazaydı. Zaten aynı gün işadamı Özdemir Sabancı'nın da öldürülmüş olması Göktepe cinayetini gündeme getirmeye çalışanların işini çok zorlaştıracaktı.
Ama engeller aşıldı. Cinayet, kamuoyunun gündemine girdi; açıklamalar, protestolar ertesi gün başladı. 4 bin kişi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti önünde toplandı; valiliğe yürüdü, Taksim'de Evrensel Gazetesi sattı.
11 Ocak'taki cenazesinde 25 bin kişi vardı.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) ve Uluslararası Af Örgütü, cinayeti araştırmak için heyet gönderdi. Göktepe'nin ölümünün sorumlusunun emniyet güçleri olduğunu saptandı.
Cumartesi Anneleri/İnsanları o hafta Metin Göktepe için buluştu. Anneler, Metin'i zaten tanıyorlardı. O her hafta gelip onların seslerini yazıya dönüştürenlerden biriydi.
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) suç duyurusu kampanyası başlattı. Katılanların sayısı on binlerle ifade ediliyordu.
Durum ciddiye bindikçe, polisler suçu birbirlerinin üzerine atmaya başladı. İçişleri Bakanlığı müfettişleri tarafından yapılan sorgularda 48 polis ifade verdi: "Ben yapmadım, o yaptı."
Dava süreci başladı. Dosya Mart ayında İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'ne geldi. Sanık polisler Saffet Hızarcı, Fedai Korkmaz, Burhan Koç, Murat Polat, İlhan Sarıoğlu, Selçuk Bayraktar, Metin Kuşat, Tuncay Uzun, Fikret Kayacan, Seydi Battal Köse, Şuayip Mutluer'in dosyası diğerlerinden ayrıldı.
Müdahiller, 11 sanığın kaçma risklerinden dolayı tutuklanmalarını istediler. Avukatlar, sanık polislerin bir kısmının tutuklanmasını isterken, Yargıtay 10. Ceza Dairesi, davayı Aydın'a taşıdı. Dava, ilden ile sürüklenmesine rağmen ne ilgi azalıyordu; ne de duruşma salonlarındaki kalabalık.
Polislerin ifadesi halen alınmıyordu, duruşmalara gelmiyorlardı bile. Hatta daha da ileri gidildi, dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener, polisleri görevlerine iade etti. Bu karar, o kadar yoğun bir kamuoyu tepkisiyle karşılandı ki kısa süre içinde polisler görevden alındı.
6 Şubat 1997'de dava Afyon'a taşındı. O gün Afyon Kapalı Spor Salonu'nda binlerce kişi vardı. Bir spor salonunda öldürülen Göktepe'nin adaleti benzer bir salonda aranacaktı. Duruşmayı izleyenler arasında uluslararası basın da vardı. 200 yerli ve yabancı gazeteci oradaydı.
Davanın yeri değişti, müdahaleler, sabotajlar oldu. Ama o kalabalık hep baki kaldı.
6 Mayıs 1999'da Afyon Ağır Ceza Mahkemesi'nde altı polis, Murat Polat, Şuayip Mutluer, Saffet Hızarcı, Fedai Korkmaz, Metin Kuşak ve Seydi Battal Köse "kastı aşan adam öldürme" suçundan 7 yıl 6'şar ay hapse mahkûm edildi. Daha sonra Seydi Battal Köse'nin cezası 1 yıl 8 aya düşürüldü.
İçişleri Bakanlığı aleyhinde açılan tazminat davası da kazanıldı.
Bugün onun ölüm yıldönümü. Bizim bu mücadeleyi ve sonuçlarını görmeye her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Her taraftan akan adaletsizlik karşısında, gün geçtikçe daha güçsüz hissetmemek adına örgütlü bir topluluğun yapabileceklerini hatırlamalıyız.
Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İhsan Çaralan'ın dediği gibi, Metin Göktepe davası her yaştan, her milliyetten, her cinsten milyonlarca insanın davasıydı.
Ama en çok gazetecilerin bir gazeteci için mücadelesiydi ve kazanıldı. İlkti. O yüzden bugün bizim için çok değerli. (IC)
* Fotoğraflar ve bilgiler Evrensel Basım Yayın'dan çıkan Metin Göktepe "gazeteciyim" kitabından.
* "Ben hep gülümseyerek yaşadım dünyayı" kitaptan bir bölümün başlığı
* Fotoğraf galerisi için tıklayın.