Haberin İngilizcesi için tıklayın
İlk "Duvardan düştü” dediler, sonrasında ise “Polis öyle bir şey yapmaz” dediler. Hatta bazı gazeteler “Gazetecinin şüpheli ölümü” diye verdi haberi.
Ama o “Yeter artık vurmayın, kör oldum" demesine rağmen polislerce dövülerek öldürülen gazeteciydi. Gencecik bir muhabirdi Metin Göktepe. Polislerce öldürüldüğünde 28 yaşındaydı.
25 yıl önce bugün. Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen iki tutuklunun cenazesini takip etmek için gittiği Alibeyköy'de gazetecilik yaptığı için öldürüldü Metin Göktepe.
Şimdi aradan geçen 25 yılı anlatmanın bir yolu var mı? Sahi, özlem nasıl bir duygu? Ablası Meryem Göktepe… “İçimin soğuması, içimizin soğuması mümkün değil” diyerek başlıyor söze: “Her şey dün gibi...”
“Ben 30 yaşındaydım, Metin ise 28. Yaşamadığımız, yasını tutamadığımız yıllar var” diyor, acısının yıllar içinde daha da katlandığından bahsediyor:
"…Ben idrak edemiyordum, bir insan, bir insanı nasıl böyle öldüresiye döver? Ta ki Ali İsmail Korkmaz’ın sokak ortasında dövüldüğünü gördüğüm ana kadar. Kardeşimin yasını bile Ali İsmail'den sonra tuttum ben, ancak ondan sonra hüngür hüngür ağladım.
Daha sonra yüzleştim çünkü, evet Metin’i de böyle dövmüşler dedim. İçlerindeki kinle hatta daha fazla insan, daha fazla darbeyle Metin’i birçok defa öldürmüşler dedim. Vahşice öldürmüşler kardeşimi. Arkadaşımdı o benim, can dostumdu.
Hani sordunuz ya içiniz soğudu mu diye? Ne benim, ne de annemin içinin soğuması mümkün. Metin’in öldürüldüğü dönemde doğmamış, daha sonra doğmuş çocuğuma bile yansıyan bir yas bizimki. Kuşaklar boyu taşıyacağımız bir yas. İlk öğrendiğimizde yasını bile tutamadığımız bir kardeş…
Bayılmışım ilk öğrendiğimde. Kendime geldiğimde çevremde tanımadığım belki tanıdığım onca insan. Birilerini güçlü durmalısın diyor, karşımda polisler gülüyor, zevk alıyor. Güçlü durmalıyım diyorsun.
Oysa ben avazım çıktığı kadar, delirinceye kadar saçımı başımı yolmak istiyordum, bağırmak, ağlamak istiyordum. Çünkü benim kardeşim öldürülmüş.
O gün…
Metin'in liseden Uysal adında bir arkadaşı Özgür Gündem'de çalışıyordu. 9 Ocak sabahı arayıp benimle buluşmak istedi. İçimde bir şüphe.
Buluştum, yanında da bir arkadaşı vardı. Ne oldu diye sordum. Gazeteye gidelim, orada anlatırım dedi. Gazeteye varır varmaz birisi ‘Ablasıymış’ dedi. O an ben ‘Yok’ dedim, bu başka bir şey. Bir kabus ve ben uyanmalıyım. Uyanmak için elime toplu iğne batırdım.
Birisi ‘Metin yaralıymış’ dedi. Yengem de Çapa’da yattığını söyledi. İçimde sevinç ve üzüntü. En azından hayatta diye düşündüm o an. Çapa’ya doğru yola çıktık.
Ama vardığımızda Cerrahpaşa’daydık. Bir kalabalık… Genç bir kız gördüm, yerlerde çırpınıyor, arkadaşları onu toparlamaya çalışıyorlar. Daha sonra öğrendim ki Metin’in kız arkadaşıymış.
Abimi gördüm, İbrahim’i. Ona doğru gittim. Niye Adli Tıbbın önünde olduğumuzu kavrayamıyordum. 'Metin nasıl' diye sorum abime. Bana bakıyor gözleri dolu dolu. Sarstım onu orada, hatta yumrukladım. Dedim ki, 'Cevap ver nasıl Metin'. ‘Anla artık’ dedi, ‘Metin öldü’.
Sonrası…
Ayıldığımda ise yasını tutamadan mücadele içinde bulduk kendimizi. Gözaltına alındığı bile kabul etmediler ilk. Gözaltına alındı ama serbest bırakıldı dendi. Ve ben kendimi adli tıptan ‘sağlıklı bir rapor’ çıkması için beklerken buldum.
Avukatımız otopsiye girmek istediğinde, alamayacaklarını ancak aileden birini alabileceklerini söylediler. ‘Sağlıklı bir rapor yazılsın’ diye otopsiye girmeyi kabul ettim o gün. Yeter ki bu cinayet aydınlansın dedim. Fakat onlar tahmin etmiyordu böyle bir girişimi. Avukatımızı almayı kabul ettiler sonrasında.
Avukatın otopsiden çıktığındaki yüz ifadesini hiç unutamıyorum. 25 yıldır hiç unutmuyorum. Çünkü adeta kendinden geçmiş, sabit bir noktaya bakıyordu. Sonrasında ‘Bu vahşet, bunu nasıl yaptılar bir insana’ dedi. Ve en önemlisi ‘Metin niye gülüyordu?’ diye sordu. Gülümsemesi yüzündeymiş kardeşimin.
Yürek ne zaman soğur?
Bunların hepsi belleğimizde ki iyi ki de öyle. Unutmamızın, yüreğimizin soğumasının imkanı yok. Hrant öldürüldüğünde de Metin bir kez daha öldürülmüş gibi, o cenaze bizim evden çıkmış gibi hissettim. Keza Gezi'deki o çocuklar da öyle.
Ne zaman yüreğimiz soğur biliyor musun? Demokratik, adil, basının özgür olduğu, insanların hak ve özgürlükleriyle yaşadığı bir ülke olduğumuzda diyebiliriz ki artık ‘Yakınlarımızı kaybettik ama, bedel ödediler ama işte en azından adalet sağlandı, eşitlik sağlandı’.
Daha sonrası…
İlk dava İstanbul'daydı. Duruşmanın hemen öncesinde Aydın'a sürdüler. Sürülmeden bir hafta önce de benim evimi bastılar. Gecenin bir yarısı, ben yalnızken gelip alıp götürdüler.
Gözlerim bağlı bir şekilde bana Terörle Mücadele’de erkek işkence sesi dinlettiler. Hiç unutmuyorum içlerinden birisi bana şöyle söyledi: 'İyi dinle kardeşini böyle öldürdük.'
Ben bir an kendimi kaybeder gibi oldum. Sonra dedim ki kapatmalısın kulaklarını. Bunlar bunu istiyor. Geride çocuğum var, annem var ve kardeşlerim var. Bu zevki onlara tattırma dedim. Bu şekilde sabaha kadar sürdü. Sabahında ise bir yanlışlık olmuş deyip bıraktılar beni.
Sonra Aydın’a gittik. 3 binden fazla insan vardı orada. 350’den fazla da avukat. Bir o kadar da gazeteci. İlk başlarda Metin’in ölümünü görmeyen ana akım gazetelerin hepsi oradaydı.
Sonradan öğrendim ki ana akımdaki muhalif gazeteciler kameralarını ve fotoğraf makinalarını bırakarak eylem yapmışlar bu dava görülsün diye. Hatta Kanal 6'da çalışan Elif Yılmaz ve birkaç gazeteci işlerini bırakarak Evrensel'le dayanışma gelmişler o dönem.
Dayanışmanın çok ciddi boyutta yaşandığı bir dönemdi o dönem. Umut vaat ediyordu. Ama sonra kimseyi yıldıramayacaklarını anlayınca bu sefer Afyon’a sürdüler davayı.
Büyük bir spor salonunda başladı dava. Yine çok büyük bir kalabalık vardı. Ama polisler bir türlü tutuklanmıyordu, tutuklu yargılanmıyordu. Hatta görevlerine devam ediyorlardı.
Davayı ilk olarak İstanbul’dan Aydın’a süren Mehmet Ağar, Metin’e gazeteci değil terörist bile demişti. Eğer teröristse ölümü hak etmiş olacağının bir itirafıydı aslında bu.
Metin öldürülmedi diyemiyorlar, inkar edemiyorlardı bunu ama manipüle etmeye çalışıyorlardı.
O dönem Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan annemden özür diledi. Ama annem dedi ki ‘Ben özrünüzü kabul etmiyorum. Katiller yargılansın, katilleri yargılayın’. Bu dava böyle böyle ilerledi. Dayanışmayla, kamuoyuyla ve ciddi bir sahiplenmeyle. Polislerin tutuklanması için çok ciddi çaba harcadı gazeteciler.
Tam 3 yıl boyunca her ayın son cuması otobüslerle gidildi gelindi Afyon’a ve nispeten bir kazanımla sonlandı dava. Polisler 7,5 yıl hapis cezası aldılar, bir buçuk yıl yatarak ödüllendirildiler.
"O gün bugün değil"
Tüm bunların sonrasında ise ne oldu diye sorarsanız, en başa dönüyoruz. Adaletin işleyip işlemediğine… O zaman işkence kapılı kapılar arkasındaydı, şimdi Ali İsmail gibi, Berkin gibi gençler öldürülüyor sokakta. O dönemde polis bunu yapmaz diyenler cinayet kanıtlanınca özür dilemek zorunda kaldılar bizden ama şimdi ‘oh olsun’ gibi bir yaklaşım var. Sordunuz ya yüreğimizin soğuyup soğumadığını. O gün bugün değil…"
Metin Göktepe cinayeti |
4 Ocak 1996 sabahı Ümraniye Cezaevi’ne giren askerler mahpusları, sopalarla, dipçiklerle ağır şekilde dövdü. Mahpuslardan Abdülmecid Seçkin, Orhan Özen, Rıza Boybaş ve Gültekin Beyhan kaldırıldıkları hastanede hayatını kaybetti. TIKLAYIN - “Ümraniye Cezaevine Saldırı, MGK Planının Parçasıydı” Metin Göktepe, 8 Ocak 1996'da öldürülen mahpuslardan Orhan Özen ve Rıza Boybaş'ın cenazesini izlemek için Alibeyköy'e gitti. Basın kartı olmadığı gerekçesiyle ilçeye sokulmadı, yüzlerce insanla birlikte gözaltına alındı. Götürüldüğü Eyüp Kapalı Spor Salonu'nda polis şiddetine maruz kaldı, öldürüldü. Duvardan düştüğü iddia edildi. İstanbul'dan Aydın'a ve "güvenlik" gerekçesiyle Afyon'a taşınan Göktepe Davası, 28 Eylül 2000'de beş polis memuruna "kastı aşan insan öldürmek" ve "faili belli olmayacak şekilde insan öldürmek" suçlarından verilen yedişer yıl altışar ay hapis cezasının onanmasıyla bitti. Bir polis memuru ise Yargıtay'ın kararı bozmasından sonra 20 ay hapis ve beş ay kamu hizmetlerden uzaklaştırma cezası aldı. Mahkum polislerin cezalarının tamamlamalarına 19 Aralık 2000'de yürürlüğe giren Şartlı Tahliye ve Ceza Erteleme Yasası engel oldu. Göktepe hakkında 10 Nisan 1968'de Sivas'ın Gürün ilçesine bağlı Çipil köyünde doğdu. Gazeteciliğe 1992'de Haberde ve Yorumda Gerçek dergisinde başladı. 7 Haziran 1995'te kurulan Evrensel gazetesinde başından itibaren yer aldı. |
(HA)