Yazı ilk olarak 24 Mayıs tarihli BirGün gazetesinde yayınlandı.
2010’dan bu yana yazıyorum BirGün’de ve bu köşeyi kamu alanı olarak gördüğümden kişisel bir şey yazmamaya özen gösterdim bugüne dek. Bugün bunun dışına çıkacağım; içim dolup taşıyor ve seninle konuşmak istiyorum.
İçimin neden dolup taştığı malum! 30 yıldan fazla bu ülkenin üniversitelerinde ders vermiş, yüzlerce insana ilham olmuş, ürettikleri kadar saygın tutumuyla da ülke için ancak övünç konusu olabilecek bir kişiyken, 2 Mayıs’tan bu yana bir cezaevinin parmaklıkları arkasındasın.
Lafını etmek bile yetiyor insana. Ne demek cezaevi, ne demek hapis!..
Seni yerin üniversite ve hepimiz biliyoruz ki, hiçbir mahkeme kararı senin duruşunla, emeğinle hak ettiğin bu yeri ve saygınlığını elinden alamaz.
Bu ülkede yıllardır aydınlık ve karanlığın mücadelesi veriliyor. Bugün de, hapse girerken dediğin gibi, “sözün bittiği yerde değiliz, henüz sözün başladığı yerdeyiz. Vatandaş olarak, birey olarak haklarımızı, barış içinde yaşam talebimizi yükselteceğiz.”
Yükseltilecek talep çok; bunların arasında barış gibi demokrasi ile hukuk devleti de var. Bir yazarın dediği gibi, “Türkiye’de yargı siyaset meydanına, siyaset ise kovuşturma sürecine dönüşmüş durumda.” Bu çemberden çıkmadıkça, bugün olduğu gibi, gazetecilerden avukatlara, hekimlerden akademisyenlere, öğrencilerden öğretmenlere, muhalif ses çıkaran kim varsa siyaseti tepelerinden çekmek mümkün değil. Hele, terör propagandası yapmak gibi istedikleri gibi eğip büktükleri madde de emirlerindeyken…
Senin de yaptığın düşünceni açıklamaktı!.. Bu ülke için aydınlık bir gelecek isteyen, bu konuda düşünen, soran, sorgulayan herkesin yapması gereken bir şeyi yapıp, “önce barış” demiştin… Ama “yaptığından sual olunmaz” bir siyaset varken vatandaştan düşmana çevrilmen işten değildi; o da oldu!..
Aslında devletin nasıl vatandaşlar istediğini iyi biliyordun; “Makbul Vatandaş” kitabında bunlar var… Ama “makbul vatandaştan” geçilmeyen bir ülkede asıl ihtiyaç duyulanın sesini çıkarmaktan korkmayanlar olduğunu da biliyordun.
Sana değil kendime teselli olsun diye, senin gibi özgürlüğünden olan daha birçok kişinin varlığını hatırlıyorum ama teselli olmuyor. Bir yanlış başka bir yanlışla doğrulanmıyor ki!.. Onların da, kimisi gazetecilik yaptı, kimisi demokrasi adına elini taşın altına koymaktan kaçınmadı, kimisi hak aradı kimisi hak arayanların yanında durdu… O nedenle makbul değil “mahpus vatandaş” oldular!
Bugün okudum açık ceza evine çıkma talebini savcı itiraz ederek “terör örgütü propagandası yapmak suçunun terör suçu olarak kabul edilmesi gerektiğini” söylemiş; mahkeme de itirazı kabul etmiş.
583 gündür tutuklu bulunan ve hakkında 503 gün sonra bir iddianame düzenlenen Osman Kavala’nın “kişisel hürriyet ve güvenlik hakkının ihlali” nedeniyle AYM’ye yaptığı bireysel başvuru da, “hak ihlali olmadığı” gerekçesiyle reddedilmiş.
Bilmeye, konuşmaya ve Gezi’deki gibi bir dayanışmaya duyulan hınç bitmiyor anlaşılan!..
Aynı gün gazetelerde yer alan başka bir haberi de yazayım: AYM’nin “heyette askeri hakim bulunması yeniden yargılama nedenidir” kararı nedeniyle Hizbullah davalarından hüküm giyen 100’lerce örgüt mensubu tahliye edilmiş. Bunlar arasında 6 cinayetten yargılanıp ömür boyu hapse mahkûm olan da var.
Düşünce mi, cinayet mi; bütün mesele bu!.. YSK’nın İstanbul seçimlerini iptal kararının gerekçesini de okumuşsundur. “Gerekçeye gerekçe” gerek diyor hukukçular ya, geçiniz!
Gördüğün gibi sevgili Üstel, yargı kararları “tarihe” geçecek nitelikte!..
Bu iç karartıcı haberlere karşın, iyi bir haber de vereyim. Hala konuşan, yazan, soran, sorgulayan insanlarımız eksik olmadığı gibi, BAK’lı arkadaşlarımızı biliyorsun, kimi dava koordinasyonunu üstlenmiş, kimi yurt dışı bağları güçlendirmeyle uğraşırken, bir grup da senin kitaplarından pasajlar okuyan videolar hazırlıyorlar. Bu videolar aracılığıyla anlayanlara “makbul vatandaşlık” dersi vermeye devam ediyorsun sevgili Üstel…
Senin gibi “makbul vatandaşlığı” kıranlar oldukça da umutlu olmaya devam edeceğiz. (MK/AS)