* Fotoğraf: Hüseyin Bağış / AA
Ortadoğu coğrafyasında din eksenli çatışmaların, sonu gelmez savaşların yarattığı kan deryasında boğulmak üzereyiz. İslamiyet’in farklı yorumları üzerinden süregelen bu kanlı döngünün başlıca hedefinde hiç kuşkusuz Aleviler, Êzidî Kürtler, Süryaniler, Şebekler ve Kakailer var.
Son zamanlarda Şengal özelinde ortaya çıkan vahşet, bir boyutuyla Dersim 38 gerçeğini yeniden bizlere anımsatır ve yaşatır oldu. Daha ilk günden IŞİD'in Şengal’i işgal etmesiyle ortaya çıkan görüntüler, bu gerçekle birebir örtüşüyor. Dört tarafı dağlarla çevrili Dersim’de insanlarımız benzer bir vahşetle karşı karşıya kalmış ve sığındıkları dağlarda ne yazık ki Êzidî kardeşlerimiz kadar hayatta kalma şansları olmamıştı.
IŞİD çeteleri tıpkı Dersim’de olduğu gibi girdikleri köylerde kadın, çocuk ve yaşlı ayırt etmeksizin büyük bir katliamın yaşanmasını sağladı. Yüz binlerce Êzidî hayatlarını sığındıkları Şengal dağlarına borçlu. Kuşkusuz o dağlarda yardıma gerilla güçleri koşmasaydı sonları tıpkı Munzur dağlarına ve mağaralarına sığınmış Dersimliler gibi olacak, hiçbiri hayatta kalmayacaktı.
Munzur dağları, hava ve karadan kuşatıldığında kendisine sığınmış genç-yaşlı, kadın ve çocuklar için dilsizdi, sağırdı. Top atışları altında parçalanan binlerce canın, süngülenerek uçurumlardan Munzur nehrine atılan çocukların çığlığını ne duyan ne de gören vardı. Şengal dağlarında olduğu gibi on binlerce Dersimliyi bombardıman uçaklarının ve asker süngülerinin altında yaşama bağlayacak koridorları da yoktu. Hayatta kalmayı başaranlar, hiç unutmadılar!
Aç susuz ve çıplak ayaklarla günlerce yürüyerek sığındıkları dağlarda, Türk ordusunun bombardımanı ve asker süngülerinin gölgesinde hayatta kalmaya çalıştılar ama nafile; vahşet onları sığındıkları o dağlarda ve mağaralarda yakalayıp yok etti. Hayatta kalmaları için yardımına koşacak güçler yoktu ve onlar sorgusuz sualsiz top ateşleri ve süngü darbeleri altında can verdiler. Genç kadınlar, IŞİD’in eline geçmektense intihar eden Êzidî kadınlar gibi el ele tutuşarak kendilerini uçurumlardan aşağıya bıraktılar...
Hiç unutmadım…
1937 yılında Turişmek köyünün Robaik mezrasında, ailesiyle yaşayan Yumoş Ana, şunları anlatmıştı:
"15 yaşındaydım daha. Askerler katliamdan önce gelip köydeki evlerde bulunan bıçaklarımızı bile toplayınca babalarımız, dedelerimiz şüphelendi aslında. Askerler katırlarla aylarca bölgeye sevkiyat yaptılar, çadırlar kurdular, silahlar getirdiler. Katliam gününde bizim köydeki insanları başka bir köye götürdüler. Biz kaçtık, ormana saklandık. Oradan seyrediyorduk korkuyla. Çevredeki köylerden toplananları ilk önce kadın ve erkek olarak iki ayrı gruba ayırdılar. O anı hayatım boyunca hiç unutmadım. Kalabalığın önüne kurulu silahlar vardı. Askerler erkekleri o silahlarla taradılar. O an yükselen çığlık ve yakarışlar, şu an bile kulağımda.”
Kalın çerçeveli gözlüklerinin altından gözyaşlarını silerek anlatmaya devam ediyor, Yumoş Ana:
“...Yok oğul, anlatalım ki, bir daha kıyamasınlar kimseye. İnsan vicdanının kabul edemeyeceği bir sahneydi benim için. Gece kâbus görmeme neden olan olay o an oldu. Askerleri kadınların içine saldılar. Etraf sarılıydı ve çoğu birbirine iple bağlanmıştı. Kadınlara tecavüz ettiler ve çığlıklar içinde süngüler ile öldürdüler. Ortalık tam bir cehenneme dönmüştü. Saklandığımız yerde ağlıyor, korkuyor ve çığlımızı içimize gömüyorduk. Aynı şey bizim de başımıza gelebilirdi. Kaçtık, ormanın derinliklerinde saklandık. Askerler daha sonra köyleri ateşe verdi. Askerler gittikten sonra saklandığımız yerden çıkıp köye indik. Cesetler yerdeydi hala. Her yer kan gölüne dönmüştü. Her taraf komşumuz, akrabalarımız ve tanıdıklarımızın cesetleri ile doluydu. Sonra tekrar ormanlık alana çekildik. Aylarca ormanda saklandık hiç inmedik. Gündüz mağaralarda saklanıyorduk, gece köylerimize gelip başıboş olan hayvanları sağıp süt alıp tekrar mağaralara geri gidiyorduk. Kadınlar çocukları ile birlikte mağaralara saklanıyordu. Bir bebek ağlamaya başladı. Yanındakiler kadına ‘Çocuğu sustur, yerlerimizi öğrenirlerse gelip bizi de öldürürler’ dedi. Kadın emzirdiği çocuğunu göğsüne ağlayarak bastırdı sesi çıkmasın diye. Asker gittiğinde çocuk boğulmuştu.”
Dersim köyleri hayat bulabilir
Konu Şengal ve Êzidîler olduğuna göre neden ısrarla Dersim'den söz ettiğimi sorgulayanlar olabilir. Dersim diyorum zira Dersim, Şengal’de yaşanan vahşetin diğer bir adıdır. Şengal dağlarında olup bitenler Dersim 38’de Yumoş Ana'nın yaşadıklarından farklı değil. Bir damla su bulamadığı için ölen sayısız çocuğun ve yaşlı insanların acısını kuşkusuz en çok yüreklerinde hisseden biz Dersimliler olmalıyız.
Yüz binlerce Êzidî, bugün kamplarda hayatta kalmaya çalışıyor. Bu zorlu süreçte benzer acıları yaşamış bizlerin herkesten çok daha duyarlı olması beklenir. Geçen günlerde Belediye Eşbaşkanımızla yaptığım bir görüşmede Türkiye sınırları içinde bulunan bu insanlarımıza nasıl yardımcı olabileceğimizi konuştum. Görüyorum ki, benzer bir düşünceyle Sayın Ali Haydar Kaytan da, bir makalesinde mümkünse bu insanların, hiç olmazsa bir kısmının Dersim civarında boş olan köylerimize yerleştirilmesini önermiş.
Hangi köylerin bu insanlarımızın kalmaları için uygun olacağını tespit etmek zor olmasa gerek. Bu köylerde sığınabilecekleri evleri yapmayı ve gerektiğinde yaşamlarını sürdürecek koşulların yaratılmasını sağlayabiliriz. Yıllardır boşaltılmış bu köylerimiz bu şekilde yeniden hayat kazanabilir ve Dersim kucak açarak aslında kendine, kendi tarihi gerçekliğine sahip çıkmış olabilir. “Kader” birliği böylece egemenlere karşı bir birliğe dönüşebilir.
Haydi Dersim! Şengal’den Munzur’a bir insanlık koridoru açalım ve bu koridordan akacak mazlum Êzidî halkıyla kucaklaşalım… (FT/AS)