2013’ün Mayıs sonu, Türkiye’nin demokrasi tarihinde “Hayırlı Cuma” olarak anılacaktır. Aynen “gulu gulu dansı” diyen Hocası gibi, “tencere tava” şakaları yapan siyasetçinin ne dediğinin bir önemi yok şu anda.
Herkes bildiğince düşünür ve konuşur. Türkiye’de Başbakan olan siyasetçi de ne biliyorsa öyle davranıyor. Tabii, demokratik bir rejimde, böylesine yoğun katılımlı bir toplumsal olayın ardından yöneticilerin olgun açıklamalar yapması beklenir.
Ancak Türkiye açısından bu, en azından kısa vadede bir düşten öteye geçemeyecek. Anayasası’nda demokratik bir hukuk devleti olduğu hükme bağlanan Türkiye’nin idarecileri, Batılı bir demokrasi düşüncesinden de, hukuk devletinin temel ilkelerinden de habersiz ve görünen o ki “marjinal” avıyla meşguller. Her neyse…
Türkiye’nin “Hayırlı Cuma”sı uzun süredir ilk kez, rahatsız ve mutsuz, sokağa çıkabilen, barışçıl tepki gösterebilen büyük bir yurttaş kitlesinin olduğunu sergilemesi açısından, demokrasimiz için yükte hafif pahada çok ama çok ağır bir armağandır.
Hayırlı olsun.
Türkiye daha çoğulcu ve gerçek bir demokrasiye sahip olacaksa bir gün, o güne giden yolda geçen hafta, hayırla yâd edilecektir. Türkiye, demokrat ve askeri vesayete karşı Adalet ve Kalkınma Partililer (AKP) ile kana susamış barış karşıtları ve darbecilerden oluşmuş iki kamptan oluşmuyor.
Bu yönde yapılan ideolojik bombardımanın saçmalığını, akıl dışılığını yurttaş yanıtlamış oldu. Gaza, copa, basınçlı suya, çıplak devlet şiddetine; insan gibi yaşam ve özgür yaşam talepleriyle göğüs gererek. AKP, medyası ve kişiliksiz akademisi, ne derse desin bu saatten sonra, hiçbir kıymeti yok.
Hareketin en anlamlı yanı ise herhalde büyük ölçüde, ülkesine, parkına, yaşamına, özgürlüğüne sahip çıkan “genç” insanlar tarafından yürütülmüş olmasıydı.
Yaşlılar, sonrasında gençlerin peşine takıldı, tencere tavasıyla. Genç insanlardaki bilinci, gerek Ankara, gerekse İstanbul’daki öğrencilerimde gözlemleyebiliyorum. Diğer meslektaşlarım gibi.
Siyasete bu bilinç düzeyinde bir katılımın, Türkiye siyasetinin çıtasını yükselteceğinden hiç kuşkum yok. Ankara’daki (SBF) öğrencilerimiz müthiş.
Bırakın günlük siyaseti, kampus bahçesindeki bir kediye yönelen şiddeti dahi kaygı edinip afiş hazırlayabiliyorlar. Kızılay’daki mevcudiyetlerini anlatmaya gerek dahi görmüyorum. İstanbul’dakiler (Boğaziçi) Taksim eylemlerini gün gün sahiplendiler. Üstelik sınav döneminde ve sınavları ertelenmiyorken!
Şimdi de Sağduyulu Gençler adlı bir grup oluşturdular ve bu konulara dair yazarak, ülke hakkında söz sahibi oluyorlar. Bir de blog kurmuşlar. Mutlaka okunmalı ve hatta yazılarla şenlendirilmeli. Lafı uzatmadan (ki halihazırda uzadı) genç kalemlere bırakmayı istiyorum. Basın’a ve herkese şöyle sesleniyorlar:
“Sevgili Basın Mensubu Arkadaşım,
Bildiğiniz, ancak aktaramadığınız üzere, 27.05.13 tarihinde başlayan barışçıl gösteriler polisin orantısız müdahalesiyle şiddet eylemlerine dönüşmüştür. Biz, 31.05.13 gecesi ayağımızda terliğimiz, elimizde tenceremiz tavamızla sokağa çıkmış, normal şartlar altında şu günlerde finallerine çalışması gereken üniversite öğrencileriyiz.
Bazı vatandaşların radikalleşmesi ve şiddete yönelmesi, şahit olduğumuz ve maruz kaldığımız polis şiddetinin bir eseridir. Biz, bunun farkında olduğunuzu biliyoruz ve iş kaybetme korkusu, geçim kaygısı gibi insancıl nedenlerle sesinizi yükseltemediğinizin farkındayız.
Biz, ne bir polis annesinin ne de kendi annemizin ağlamasını isteriz. Biz ne göstericilerin gaza boğulup dayak yemesini, ne de sizlerin araçlarının devrilip yakılmasını isteriz. Barışçıl Gezi Parkı Direnişine gönlünü koymuş bir birey olarak, olayların gidişatı nedeniyle çok endişeliyiz.
Bu gidişatı engellemek için ana akım medyanın, yani sizlerin, medya etiğine uygun davranarak “halkı” koruması ve olayları çarpıtmadan olduğu gibi aktarması gerektiğine inanıyoruz. Gerçeğin yanında olmanıza ihtiyacımız var. Birbirimize muhtacız. Lütfen korkma ki, tarih seni iyi ansın!”
Muhteşem değil mi?
Bir öğrenci grubu da şu şekilde aktarıyor yaşadıklarını:
“Merhaba hocam,
Şu an tarih yazılıyor ve biz Boğaziçi gençleri olarak tarafsız kalamıyoruz, hatta doğrudan olayların içinde yer almak istiyoruz ve oluyoruz da. Gece gündüz Taksim'de, hatta şu an Beşiktaş'ta, ülkemizde on yıldır yavaş yavaş gerçekleşen otoriter dönüşüme tepkimizi gösteriyoruz.
Ancak arkadaşlarımız, öğrencileriniz ve halk, bir yerinden tutup çaba gösterirken ve böylesine görülmemiş bir şiddete maruz kalırken, biz evimizde, yurdumuzda oturup konsantre olup ders çalışamıyoruz. Gözümüze uyku girmiyor, eminim ki sizin de uykularınız kaçıyordur.”
Son olarak, sevgili birinci sınıf öğrencimin (18 yaşında) olayları tahlilini aktarayım. Diyor ki bu 18 yaşındaki öğrenci:
“Demokrasi pazarlıktır, demokrasi uzlaşmadır. Yıkmaya değil yapmaya geldik. Nasıl toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkımızın olduğunu, eylem yapan insanların üzerine gaz sıkılırsa seyirci kalmayacağımızı, halkın sesi olan sivil toplum kuruluşlarının hükümetlerce muhatap alınmak zorunda olduğunu, yerel yönetimlerin ve ülke yönetiminin halkın sesine kulak tıkayıp 'biz kararımızı verdik yapacağız' diyemeyeceğini göstermeye, anlatmaya, insanların gözüne sokmaya yürüdük. Bunu unutmayalım.
Hükümeti istifaya çağırıp duranlar da, istifa etse ne olacağını kendilerine sorsunlar. İstifa etse yerine benzer zihniyette bir hükümet geçecek. Kimi istiyorsunuz? CHP’yi mi? Ben, insanların, CHP de AKP de olsa benzer vahşi kapitalist politikalarla, otoriter bir eğilimle, temel hak ve hürriyetlere, farklılıklara saygılı olmayan bir yaklaşımla yönetime geleceklerini bildiklerini biliyorum.
Ya da AKP yeniden seçilse; “gördünüz mü işte millet iradesi bizi istedi, irade biziz!!” diye daha sert, daha şiddetli bir düşmanlıkla, intikam duygusuyla halkın üzerine gelmez mi? Biz öncelikle hükümeti devirmek değil, zihniyeti yıkmak istiyoruz. Toplum olarak hep beraber değişiyoruz, dönüşüyoruz. Toplumsal mücadeleyi öğreniyoruz. Evrensel hak ve hürriyetler söz konusu olduğunda birlik olmayı öğreniyoruz, kendimiz için istediğimizi başkaları için de istemeyi öğreniyoruz, farklılıklarımıza saygılı bir biçimde yaşamayı, birlikte yaşamayı öğreniyoruz. Üç-dört günden beri Türkiye’nin bir kazanımı olmuşsa en çok bu olmuştur.”
Bizlere de, bu gencecik insanların hocası olmanın mahcup gururu kalsın. (MS/HK)
* Murat Sevinç, Ankara Üni. SBF