Temsili demokrasinin, her ne kadar yüz küsur yıllık bir tarihi olsa da özellikle son dönem yıldızlarından ‘kamuoyu araştırma şirketleri’ ve anket sonuçlarını nakleden basının, siyasetçilerin dili, Türkiye’de nasıl da ‘acınası’ bir hale gelmiş durumda.
Son günlerde yayınlanan rakamların ‘duyurulma’ biçimine baksanıza. ‘Ankara katliamı sonrası şu parti şu kadar arttı, şu partinin oyu düştü’ vs. Sözü edilen Cumhuriyet tarihinin en büyük yurttaş katli.
100’ün üzerinde insan dinci faşistlerce paramparça edildi. Yüzlerce yaralı var. Muhtemelen şu anda hayatta olan kimi gencecik insan, eksik uzuvlarının ‘boşluğuna’ bakıyor. Tedavileri sürüyor.
Ve o soğuk, profesyonel, ‘yaşamın sürdüğünü’ hatırlatan kibirli, acımasız ve münasebetsiz dil, ‘katliam sonrası’ anket sonuçlarını duyuruyor bizlere. Memleketimiz insanı herhalde hiçbir zaman zarafetiyle tanınmamıştır ama ‘acımasızlık’ ya da hafif tabirle ‘hödüklüğün’de bir sınırı olmalı.
Saltanatın kaldırılışının yıldönümü olan 1 Kasım’da, adı ‘seçim’ olan, buna mukabil ‘demokratik seçim’ kavramından fersah fersah uzak bir oylama yapılacak. Neden?
Aziz Nesin’in meşhur öyküsüdür. Belki bilmeyen okurlar vardır:
Köyün zengini Rüştü Efendi traktörüyle yol alırken, maraba Yaylı Yahya ile karşılaşıp traktörüne alır. Yahya sekerek yürüdüğünden ‘yaylı’ lakabı takılmıştır. Bir süre sonra Ağa Rüştü, biraz zaman geçirmek biraz da marabayla dalgasını geçmek için, yolda gördüğü ve dumanı tüten manda pisliğine bakıp gariban Yahya’ya bir öneri sunar.
Eğer traktörden inip o pisliği yerse traktörün anahtarını ona verecektir. Yahya biraz düşünüp iner ve pisliği yer. Traktörün anahtarını alır. Dönüş yolunda suskundurlar. Rüştü durup dururken malından olmuştur. Ancak bu kez aynı teklif Yahya’dan gelir. Rüştü biraz düşünür ve kaybettiği traktörü yeniden kazanmak için inip manda pisliğini bir güzel mideye indirir. Anahtarı Yahya’dan geri alır.
Uzun süren sessizliğin ardından Yahya, Rüştü’ye bakıp ‘yolun başında bu traktör senindi ve benim hiçbir şeyim yoktu, yolun sonunda yine senin ve benim hala bir şeyim yok. Peki o zaman biz bu boku neden yedik?’ deyiverir.
Aziz Nesin yaşadığı toprağı tanıyan, büyük bir yazardı. Hemen her yazdığı Türkiye’ye ayna tutan Nesin’in özetlemeye çalıştığım öyküsü, memleketin halihazırdaki manzarasını da gayet güzel anlatıyor. 1 Kasım’da yapılacak seçim sürecini izlerken, ‘neden yiyoruz?’ sorusu herkesin aklında değil mi?
Tabii, nedeni belli. Daha doğrusu, neden ‘yedirdikleri.’ Karmaşık bir yanı yok olup bitenin. Yıllar sonra Türkiye tarihinin ‘yaşadığımız dönemi’ yazıldığında, herhalde en rahat 2015 seçimleri faslı not edilecek. Haziran’da istedikleri sonuç çıkmadı; iktidarı kaybedemeyecek, muhalefet olamayacak bir ‘kadro’ seçim sonuçlarından ürktü ve yeniden seçime gitmek için her şeyi yaparak bu günlere varmamızı sağladı.
Arada geçecek iki üç ayda koşulları kendi lehine çevirebileceğini varsaydı. Bu denli açık bir süreç, dalkavuk basında bambaşka ‘analizler’ eşliğinde anlatılmaya çalışılıyor kuşkusuz. Cümle kurmaktan aciz bir sürü insan ekranları kaplıyor ve "Zihni Sinir" gerekçeler uyduruyor. Çünkü her şey o kadar açık ve o denli herkesin gözü önünde olup bitiyor ki, ortalama yurttaşa geri zekâlı muamelesi yapmak dışında bir şansları olmadığının farkındalar.
Hatırladığım kadarıyla daha önce, bir oylama için yurttaşa bu düzeyde ‘yarım akıllı muamelesini’ en açık yapanlardan biri, ölünce badem gözlü ilan edilen Özal’dı. 1987 yılında, yurttaşı Anayasa’ya aykırı bir halkoylamasına zorlamıştı. Geçici 4. madde için. 12 Eylül’de ‘yasaklanan’ siyasetçilerin siyasi yasaklarının (öngörülenden önce) ‘kalkmaması’ için propaganda yürütmüş, ‘yasaklar kalkarsa 1980 öncesine dönüleceğini’ anlatmaya çabalamıştı.
Neyse ki seçmen ‘kıl payıyla’ evet oyu (yüzde 51) verdi de yasaklar kalktı. Anlayacağınız, Özal’ın berbat propagandası sayesinde az kalsın ‘milli irade,’ Demirel’in, Erbakan’ın, Ecevit’in vs. dönüşünü engelleyecekti!
Her neyse. 2010’ların Türkiye sağcısı da en sığ yüzüyle elinden geleni yapıyor, ancak anket sonuçları pek bir şey değişmediğini gösteriyor. Son üç ayda seçmen, ne ‘ortalık kan gölüne döndü, hadi hep birlikte AKP’ye oy verelim’ ne de ‘ortalık kan gölüne döndü hadi hep birlikte AKP’den vazgeçelim’ demişe benziyor. Belki HDP ve CHP’nin oyları biraz artacak. Hepsi bu.
Buna mukabil yıllar sonra bugünleri yazacak olanlar, 2015 seçim sürecini 1946 seçimleriyle karşılaştıracak. Bugün TV ve gazeteleri zapt edenler ne derse desin. Tarih böyle bir şey. Namlı dalkavuklardan hiç biri, bu seçimlerin 1946 ile karşılaştırılmasını hatta belki de ondan daha vahim biçimde değerlendirilmesini engelleyemeyecek.
Herhangi bir demokraside böyle bir zırvaya ‘demokratik seçim’ denilemez. Muhalif kanalların soruşturma bahaneleriyle yasaklandığı, muktedirlerin iktidar nimetlerinden doyasıya yararlandığı, altı milyonun üzerinde oy almış bir partinin temsilcilerinin ana akım medyada yer bulamadığı, gazetelerin sansürlendiği, yayın yasakları konulduğu bir ortamda yapılan seçim; olsa olsa seçmenin önüne ‘sandık atmak’ ifadesiyle tanımlanabilir. Seçmeni aşağılamaktır.
Son üç ayda Türkiye’de, ilk kez bir partinin milyonlarca seçmeni ‘şerefsizlik’ ve ‘ihanetle’ itham edildi. Türkiye’de ilk kez bir siyasi ‘kadro,’ seçim sonuçlarını ‘beğenmeyerek’ tekrarına zorladı. Bunlar, Kenan Evren’in dahi akıl edemediği işler.
Yönetici kadronun çevresini saranların, eğer ölümsüzlük iksirini (hâşâ, neler söylüyorum!) bulmadılarsa gelecekte tarihi yazma olasılığı yok. Onlarınkini başkaları yazacak. Ve eşi benzeri olmayan bu kadro, kuşkusuz tarih tarafından da ‘eşsiz’ nitelikleriyle anılacak.
Seçim, demokratik bir seçime benzemezken, topluma reva görülen ‘1 Kasım eziyetinin’ lüzumsuzluğu her gün tescilleniyorken, her birimizin yaşamı her an tehlikedeyken, iki muhalefet partisi korkudan miting dahi yapamıyorken, hiç olmazsa ‘katledilenlerin anısı’ için asgari bir duyarlılık sergilenebilir.
Ne gezer. Katliamın üzerinden asırlar geçmiş gibi.
Oturmuş, insan bedeni parçalarının oy oranlarını ne ölçüde etkilediğini okuyoruz. İşte bu yüzden, olan her zaman, asgari bir edep duygusuyla anılmaktan dahi mahrum bırakılan güzelim canlara ve sevdiklerine oluyor. Hiç kuşku yok. Bu soruları soran ‘biz’ler ise aynen öyküdeki gibi, manda sürüsünün dumanı tüten hacetinde debelenip duruyoruz. (MS/HK)
Zorunlu not: Ola ki takip etmeyenler için hatırlatma. Spottaki ‘360 derece farklı’ ifadesi Başbakan’ın mucizesidir. (MS/HK)