Bu satırlar, 2012 yılının Aralık ayında kaleme alınıyor. 1982 Anayasası'nın kabulünden otuz yıl sonra. Anayasa on yedi kez değiştirildi bu zaman zarfında. Son dönemde, bu kez kısmi değişiklikler yerine yeni bir anayasa yapılması gündemde.
AKP, 2010 yılında anayasacılık tarihimizin hiç tereddütsüz en "göz boyayan" girişimini gerçekleştirip yirmi küsur maddelik bir anayasa değişikliği yaptı. Hedefi, HSYK ve kuşkusuz zamana yayılmak zorunda olan Anayasa Mahkemesi üye çoğunluğunu ele geçirmekti. AKP'ye madden ve manen bağlanmış olanların hiç duraksamadan "Ergenekonculuk" ile itham ettiği ünlü ABD'li düşünür Arato'nun 2010 değişiklik paketine dair yaptığı "soğanın cücüğü" benzetmesi, söz konusu iki kuruma dair düzenlemelere ilişkin bir eleştiriydi. Sonrasında yaşananlar, HSYK seçimleri, Anayasa Mahkemesi, son olarak Kamu Başdenetçisi (ayrıca, yardımcılıklarına) seçim ve atamaları, AKP'nin 2010 değişikliğinin hasatını topladığını gösteriyor.
AKP, 2011 seçimlerine bir dizi "çılgın proje" ve "yeni anayasa" sloganıyla katıldı. Yaklaşık yüzde 50 oy alan, ancak ve neyse ki Anayasa'yı tek başına değiştirecek çoğunluğu elde edemeyen iktidar partisi, TBMM'ye girmeyi başarmış partilerin (BDP, bağımsızlarla grup kurdu) eşit katılımıyla TBMM Uzlaşma Komisyonu oluşturdu ve bu Komisyon anayasa yazımına başladı. Haberlere bakıldığında Komisyon'un Anayasa yazabilmesi mümkün görünmüyor. Bu hâl, Anayasa yazımını teknik bir süreç olarak algılamanın, hiçbir sorunun adını koymak istememenin, siyasal/sınıfsal mücadeleyi görmezden gelmenin sonucudur. Ezcümle; TBMM, neden yeni bir Anayasa yazdığını dahi bilmez durumda. Baştan beri tekrar edilen, "sivil ve demokratik Anayasa" sloganının ise içi boş. Çünkü sivil anayasa sivillerin yazdığı anayasa olmadığı gibi; örneğin bir AKP'li ile bir sosyalistin demokrasiden anladığının benzer yanı olmayabilir. İdeolojisiz anayasa hedefi ise tümüyle zırva. Böyle bir metin, ancak; "pidesiz, yoğurtsuz ve etsiz İskender" yapılabildiği gün yazılabilir. Asıl konuya dönelim.
Böyle işleyen bir anayasa yapım sürecinde iki temel soru sorulmalıdır: Türev kurucu iktidar yani şu anki TBMM, aslında yapma yetkisi çok tartışmalı "yeni bir" anayasayı hangi gerekçeyle yapabilir?
Kısaca: Dünya anayasacılığı, bizlere, asli iktidar hüviyetinde olmayan parlamentoların da "zorunluluk" durumlarında "yeni anayasa" yapabildiklerini gösteriyor. ABD, Fransa, İspanya vs.
Demek ki bir "zorunluluk tanımı" gerekli. Hiç uzatmadan: Türkiye için zorunluluk, Kürt sorunudur.
Demek ki yeni anayasa "ancak" bu soruna yönelik sözü varsa "yapılabilir" hale gelebilir. Burada diğer soru önem kazanır: Kürt sorunu nedir? Nasıl tanımlarsanız, ona göre konumlanırsınız. Kürt sorunu; "eşit yurttaşlık," "terör," "bölücülük" vs. gibi ifadelerle tanımlandığında kuşkusuz çözüme yönelik öneriler de farklı olacaktır. Ayrıca bir sorunu ya da durumu tanımlarken başlıca muhatap hiç kuşkusuz sorun olarak tanımlanandır. Türkiye örneğinde, Kürt siyasal hareketi. Demek ki, tartışmanın başlıca aktörleri; diğer tüm bileşenler bir yana, hareketin parlamentodaki temsilcileridir. Yani bu aralar dokunulmazlıkları kaldırılıp tutuklanmalarından söz edilen milletvekillerini barındıran ve hatta kapatılması gündeme getirilen BDP. Eğer yeni anayasa, yurttaşlar arasında adaleti, eşitliği sağlayacak şekilde yapılacaksa (ki tüm bu kavramlar da ideoloji yüklüdür!), öncelikle emekçi sınıfların ve tabii Kürt siyasetinin talepleri göz önünde bulundurulmalıdır. Aksi takdirde anayasa, AKP demokrasiden ne anlıyorsa, ona benzeyen bir metin ve uygulanmasıyla sonuçlanacaktır ki özellikle AKP liderliğinin demokrasi algısının, batı demokrasisi ile benzerliğinin olmadığı ortadadır.
Tabii "emekçi sınıflar" ifadesinin de altı, bir kez daha çizilmelidir çünkü "ana sorun" olmakla birlikte tek sorun Kürt sorunu değildir ve bazı kültürel-siyasal hakların tanınması, 1982 Anayasası düzeninin içerdiği pek çok açmazı çözmeyecektir. Ancak bu yazının konusu diğer sorunlar değil, Kürt siyasi hareketinin talepleridir. Taleplerin ne olduğu ve Türkiye'de tam olarak neyin tartışıldığı da açık değil. Bunda, biz ölümlülerin kavrayamadığı/haberdar olmadığı gizli pazarlıkların, uluslararası gelişmelerin, siyasetin çoğu zaman bir silah olarak da kullandığı kapalı ve bol şifreli dilin, konu üzerine kalem oynatanların tedirginliğinin vs. etkisi var. Ancak sorunun, öncelikle "temel haklar" ve "yönetimin yeniden örgütlenmesi" konularında düğümlendiği varsayılabilir. İki ana başlık, "anlamlı" bir başlangıç olarak kabul edilebilir.
Tarih ne ölçüde geriye götürülebilir kestirmek güç ancak son yıllarda gündeme getirilen tartışma konuları açısından çok önemli bir toplantı 2007'de yapılmıştı: Sonrasında kapatılan DTP'nin düzenlediği Demokratik Toplum Kongresi. Kongre sonunda yayınlanan Bildiri'de demokratikleşme sorunu ifadesiyle tanımlanan Kürt sorununun, "Kürtlere demokratik özerklik (muhtariyet)" sağlayarak çözülebileceği görüşü yer almıştı. Elli şehirden, çoğunluğunu DTP'lilerin oluşturduğu yaklaşık altı yüz delegenin katılımıyla yapılan toplantılardan ayrıca, Kürt halk önderi sıfatıyla anılan Öcalan'a yönelik "İmralı uygulamalarına son verilmesi," "halkla bağ kurabileceği ortam" ve "başka bir yere nakli" talepleri de dile getirildi. Aynı talepler bugün de söz konusu ancak bunlar doğrudan anayasal konular değil.
Anayasacılık açısından dikkate alınması gereken talep bölgesel meclis olmuştur: Federal yapı ya da etnik temelli bir özerk yönetim değil, il ve merkezi yönetim arasında kademeli idari yapı. Etnik ya da toprak temelli bir özerklik anlayışı yerine, kültürel farklılıkların ifade edilebildiği bölge yapılanması. Bölgeler, bölge meclisinin yetki sınırları içindeki en büyük ilin adıyla anılacak ve valiler, merkezi idare ile bölge yürütme kurulunun aldığı kararları uygulayacak: "(20-25 dolayında bölge) TBMM ile iller arasında işleri kolaylaştıran, halkın yönetime daha fazla katılımını sağlayan çağdaş, demokratik bir siyasi ve idari yapılanma..." DTP böylece, yine Bildiri'deki ifadeyle, Cumhuriyet'in kuruluş aşamasında gerçekleşmeyen demokratikleşmenin yaşama geçirilebileceğini savunuyor. Anayasa'ya, "ulus" yerine "Türkiye Ulusu," "T.C. Anayasası bütün kültürlerin demokratik bir şekilde varlığını ve kendini ifade etmesini kabul eder" ifadelerinin eklenmesi ve "ayrı bayrak," diğer talepler.
Bu taleplerin anayasal sistem bağlamında değerlendirilmesi takip eden yazının konusu olacak.
Murat Sevinç, A.Ü. SBF
[1] Konuya ilişkin birbirini takip edecek iki yazı, Birgün Kitap'ın 22 Aralık 2012 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.