Roboski katliamı yaşandıktan (28 Aralık 2011) üç gün sonrası yılbaşıydı. Yılbaşı gecesi dostlarla birlikte olmak üzere önceden şehrin uygun mekanlarından birinde rezervasyon yaptırmıştık.
Katliam yaşanıp da herkesler haberdar olunca malum bizim buraların olağan, ama aynı zamanda da katliamın vuku buluş şeklinin zalimliği üzerine salt kendi vicdani refleksimle “yas hâli” gerekçemi ifade ederek yılbaşı programına katılmayı iptal etmiştim…
Yılbaşının ertesi günü birlikte rezervasyon yaptırdığımız arkadaşların bir bölümü dahil, mangalda kül bırakmayan bir dolu şahsiyetin o yılbaşı gecesi hayli keyifle yeni yıla girdiklerini ve kutladıklarını öğrenmiştim.
Öğrenmiştim de ne olmuştu? Sonraki günlerde sosyal medyada tepkiler filan hepsi o kadar!
Tam da o ruh haliyle işte o günlerde şunları yazmıştım…
Rüştünden azade çocuklardık.
‘Operasyon hatası’ dedikleri
Vakayı adiyeden vukuata kurban edilmeden evvel.
Bizi, bize ve sevdiklerimize yar etmediler.
Orada derin koyaklarda kaldı çığlıklarımız.
Suçluyduk zahir, katlimize ferman buyurmuşlardı.
Kavlimiz yoktu oysa, uzaktaki muktedirle.
İşte, ‘tam da öldürülecek yaştaymışlar’ demiştiler ya birileri bir zamanlar her birimiz için.
Tam da öyle olmuştu sanki!
Yol yoktu geçtiğimiz patikalarda,
İzimiz kalmıştı karda bizim ve katırlarımızın.
Yüklerimizi taşıyan katırlar,
Bu kez parçalanmış bedenlerimizden artakalanları taşıdı.
Tarih düştü adlarımızı ebcet hesabıyla hudut boyuna Dengbêjler.
Ax welat, ax niştiman…
Ve sonra zamana yenik düştü, adı kaldı geriye infazın; “Roboski davası…”
Şair demişti ya;
‘Efkar ettiğimiz, memleketin halidir.
Sanmam hemşerim sanmam bundan daha acısı olsun…”
Budur ol hikâyat ve serencam…
(ŞD/HA)