Ortadoğu’nun acilen barışa ihtiyacı var – II
Zor olan savaşmaktır, kolay olan ise barışmaktır.
Geçen haftaki yazının sonunda bahsettiğim, KESK tarafından düzenlenen 3. Ortadoğu Barış Konferansı, hafta sonu İstanbul’da gerçekleştirildi. Hem konuşmacılar hem de dinleyiciler bakımından zengin olan konferansta, barış üzerine çeşitli oturumlar düzenlendi. “Barıştan Yana, Barış İçin Sözümüzü Söylüyoruz” temasıyla gerçekleşen konferansa, Ortadoğu’daki barışa dair alanında uzman akademisyenler, sendikacılar ve birçok farklı kesimden konuşmacılar katıldı.
Konuşmacılar değişse de konferansın iki gün boyunca baştan sona yoğun katılımla gerçekleşmesi, dönemin ihtiyaçlarına denk düştüğünü gösteriyor. Ayrıca, akademisyenler ve uzmanlar, ele aldıkları konuları kapsamlı ve güncel bir çerçevede tartışarak dinleyicilerin ilgisini canlı tutmayı başardı.

Ortadoğu’nun acilen barışa ihtiyacı var
Barış için elverişli koşullar var mı?
Dünyadaki ve ülkemizdeki siyasi durumun analiz edildiği, barış kavramı ve barış mücadelesinin ele alındığı ilk oturumda öne çıkan bazı hususlar şunlardı:
- Barışın bir hak olduğu,
- Barışın komplike ve derin bir kavram olması münasebetiyle çoklu aktörlere ihtiyaç duyduğu,
- Küresel ölçekte sağcı ve baskıcı iktidarların yükselişinin, silahlanma başta olmak üzere birçok sorunu derinleştirdiği.
Artan silahlanmanın yıkıcı etkileri ve insan hakları ihlallerini tetiklemesi, barışın ne denli acil bir ihtiyaç olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
Esasen, içinden geçtiğimiz koşulların sadece küresel ölçekte değil, bilhassa Türkiye özelinde de barış talep edenler bakımından uygun bir atmosfer oluşturmadığına dikkat çekildi.
Doç. Dr. Yücel Demirer sunumunda, 27 Şubat’tan bu yana Kürt meselesi bağlamında barış ve çözüm olanaklarını tartıştığımız bu dönemde, barışın zeminini çatlatan fay hatlarını 10 maddede sıraladı.
- Hukukun araçsallaştırılması,
- Toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesi,
- Kürt meselesinin toplumda nefret diliyle sunulması,
- Kürtler bakımından sürecin önemli aktörü Abdullah Öcalan’ın, barış sürecinin gerektirdiği çalışma koşullarına sahip olmaması gibi kritik başlıklar yer aldı.
İlk oturumda tartışılan bir diğer temel kavram ise barış ve barış mücadelesi oldu. Bu bölümde konferansın manşeti niteliğindeki mesaj, Doç. Dr. Elçin Aktoprak tarafından verildi: “Barışa şahit değil, dahil olduğumuz günlere ihtiyacımız var.”
Elçin hocanın bu formülasyonu, KESK ve diğer sendikal hareketlerin, ayrıca insan hakları, demokrasi ve barış mücadelesi veren aktörlerin ne kadar yaşamsal bir role sahip olduğunun altını çiziyor. Toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerinin; kadınların, gençlerin, LGBTİ+’ların, ekoloji mücadelesi yürütenlerin barış sürecinin aktif birer öznesi olması gerekmektedir.
Bu aktif rolün gerçekleşebilmesi için silahların susmasına ve devletin atması gereken güven artırıcı adımlara ihtiyaç var. Örneğin, süreçte yer alan herkesin veya barış/çözüm sürecine dair görüşlerini, eleştirilerini, beklentilerini ifade eden kişi, topluluk ve kurumların ifade özgürlüğü güvence altına alınmalıdır. Hiç kimse görüşünü açıkladığı için bugün veya gelecekte herhangi bir soruşturmaya, yargılamaya veya cezalandırmaya tabi tutulmamalıdır. Barış süreci ile ilgili konuşmak, barış talebini dile getirmek siyasi konjonktüre bağlı olmamalıdır.
İlk oturumda öne çıkan bir diğer husus ise Kürt meselesine ilişkin barış arayışlarının 1993’ten bu yana devam ettiğidir. Bir sebeple kesintiye uğrayan barış süreçlerinin hemen ardından yeni bir barış arayışı çabası içine girildiğine dikkat çekildi. Tabii ki, böylesi barış çabalarının kamuoyuna duyurulması için bazı koşulların olgunlaşması gerektiği de belirtildi. Dolayısıyla, bugün içinde bulunduğumuz süreç, önceki süreçlerin üzerine inşa edilmiş ve onların devamı niteliğindedir.
Savaşlar, işçileri ve emekçileri etkiliyor
Ortadoğu’dan gelen sendikacılar ve uzmanların Lübnan, Suriye, Filistin, Libya, Ürdün, Moritanya vb. ülkelerdeki duruma ilişkin aktardıkları çok bilinen bir gerçeği tekrar etti: Savaş, işçilerin ve emekçilerin lehine değildir.
Bölgedeki savaşların ve çatışmaların milyonlarca insanın yurdunu terk ederek, başta komşu ülkeler olmak üzere, dünyanın birçok yerinde göçmen, mülteci, sığınmacı olmaya zorladığı tekrar edildi.
Sendikacılar bu şekilde yurdunu terk ederek yeni bir ülkeye gidenlerin barınma, beslenme, sağlık, eğitim vb. sorunları yaşadığını vurguladı. Ayrıca, çalışma yaşamına katılmaları ile ilgili de ciddi sorunların bu kişileri kayıt dışı çalışma, insan onuruna aykırı koşullarda ve düşük ücretleri kabul etmeye zorladığı da biliniyor.
Barışa giden yolda ilk koşul silahların susması
Dünyada şu anda devam eden farklı düzeydeki 110 silahlı çatışmanın ve savaşın neredeyse yarısının Ortadoğu’da yaşandığı gerçeği bu bölgedeki işçilerin, emekçilerin içinde bulunduğu zorlu durumu daha belirgin kılıyor.
Tüm dünyada 154 ülkeden 700’den fazla sendikasıyla 33 milyon kamu emekçisini temsil eden Kamu Hizmetleri Enternasyonali’nin (PSI) Arap ülkeleri önceki dönem genel sekreteri Dr. Ghassan Slailby yaptığı sunumda, mücadelesini verdiğimiz barışın ilk koşulunun savaşların ve silahlı çatışmaların durması olduğunu net bir şekilde vurguladı.
Ortadoğu’nun içinde bulunduğu şiddet sarmalından kurtulmasının bir diğer koşulu ise silahlanmanın önüne geçilmesi. Silahlanmaya ayrılan bütçe hem yurttaşların nitelikli kamu hizmetlerini alması hem de emekçilerin ücretlerinin ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için kullanılmalıdır.
Gerek küresel gerekse de Ortadoğu ve Türkiye’deki siyasi iklime dair yapılan siyasi analizler, barış için elverişli koşulların hala mevcut olmadığını ortaya koyuyor. Tam da bu sebeple, barış mücadelesi, KESK’in de belirttiği gibi, demokrasi, işçi ve emekçilerin mücadelesi ile ele ele gitmelidir.
Yazının giriş cümlesindeki karşılaştırma, etik değerler, insan hakları prensipleri temelinde olması gereken ve ideal bir durumun basit bir biçimde ifade edilmesi ile ilgilidir. Aksi takdirde, dünyadaki diğer deneyimlerin de gösterdiği üzere barış süreci pamuk ipliğine bağlı ilerleyen ve her an akamete uğraması, sonlandırılması olası süreçlerdir.
Esasen, KESK’in düzenlediği konferansta sürekli vurgulanan ve ikinci manşet niteliğindeki mesaj, barışa yönelik acil ihtiyaçtı. Biz barış savunucularının yapması gereken, pamuk ipliğine bağlı bu süreci çelik halatlarla sağlamlaştırmaktır.
21 Mart’ta kutlayacağımız Newroz sadece baharı değil, barışı da bir daha gitmemek üzere getirsin.
Not: KESK’in düzenlediği 3. Ortadoğu Barış Konferası’nın Suriye ve Gazze’de yaşananlar ışığında bölgedeki gelişmeler, “Ortadoğu Barışı ve Kürtler” ile “Ortadoğu Barış Mücadelesinde Kadınların Rolü” oturumlarına dair gözlemlerime bir sonraki yazıda değineceğim.
Serinin tüm yazıları
- Ortadoğu’nun acilen barışa ihtiyacı var (11 Mart 2025)
- Ortadoğu’nun acilen barışa ihtiyacı var - II (18 Mart 2025)
(Oİ/VC)