Devasa bir çöp yığınının üzerimize geldiğini düşünüyorum bazen. Kokusu üzerimize siniyor, suları bizi boğuyor. Her gün daha da çürüyoruz o çöp yığını içinde. Zehir soluyoruz çünkü. Zihnimiz de toksik veri çöplüğü. Devasa kimyasal çöplerin yaşamımıza ağır darbeler vurduğu ve milyonlarca insanın çöplüklerden karnını doyurmaya çalıştığı bir dünyada, bilinçler de çöplüğe çevrilmek zorunda. Yoksa kim tahammül eder böylesi bir onur yitimine. Ekmeksiz ve onursuz yaşamak, gerçekten yaşamak mıdır?
Günlerdir bunları düşünüyorum. Bir şey olmalı diyorum. İnsanlar bu kadar yabancılaşmamalı. Dev iletişim araçları olan sosyal medya platformlarından yayılan zehirleri düşünüyorum. Neoliberalizmin yarattığı insan tipinin anonim kimlikler arkasına gizlenerek, toplumu manipüle edip her şeye zarar verebildiğini irkilerek izliyorum. Burada en dikkatimi çeken noktalardan birkaçı: çoğunluğa oynanması, dezenformasyon, cehaletin verdiği özgüven ve toplumun korkularını manipüle etmek. Ne yazık ki bu durum kağıt üzerinde göründüğü kadar da zararsız değil. Kapitalizmin dünya çapında faşist politikaları gündeme sokmasında özellikle sosyal medya üzerinden örgütlenen bu tür girişimlerin belirleyiciliği hafife alınamaz.
Mesela bugün çocuklar üzerinden geliştirilen böyle korkunç bir politika. Çocukların yetişkin gibi yargılanmasının önü açılmaya çalışılıyor. Sosyal medyada kirli bir kampanya yürütülüyor. Konunun uzmanları tehdit ediliyor. Hatırlarsak, son yılların yaz aylarını hep böyle kampanyalara mani olmaya çalışmakla geçirdik. Göçmenler, sokak hayvanları, LGBTİ+lar… Her yaz farklı bir ezilen kesimin zarar görmemesi için canını dişine taktı duyarlı insanlar. Geçen yıl önüne geçemediğimiz hayvan katliam yasası böyle bir kirli sosyal medya kampanyasıyla destek bulmuştu.
Irkçılık, türcülük, sağlamcılık
O zaman altını çizmeye çalışmıştım. Irkçılık, türcülük, sağlamcılık gibi akımlar birbirinden beslenir. Yarın buna benzer bir kampanyayla engelliler de karşılaşabilir diye. Hatta eklemiştim, “ilk hedef engelli hayvanlar olabilir.” Tam da böyle olduğunu dün önüme düşen bir X gönderisiyle öğrendim. Kim olduğunu bilmediğim bir yaşam hakkı savunucusu Bolu Belediye Başkanı’na şu soruyu soruyordu: “Belediyenin kör köpekleri öldürmesine yönelik sorumuza ‘yemeklerini bulamazlardı zaten’ diyerek yanıt verdi yetkili personel. Buna dair bir açıklamanız olmayacak mı?” Tanju Özcan’ın bir açıklamasına rastlamadım. Zaten açıklamasının bir kıymeti de yok benim gözümde. Benim beklediğim bir durumdu bu. Kafamdaki tek soru işareti, hayvan düşmanlarının korkularına hitap ederek etkilediği ve hayvan katliamına destek açıklaması yapan körlerin bu durum üzerine ne düşündüğü. Hiçbir şey düşünmesek de şunu düşünme yetisini kazanmalıyız: evet bir şey korkularımızı dindiriyor gibi olabilir ama asıl amaç ne?
Bu kampanyaların çocuklarla, göçmenlerle, hayvanlarla sınırlı kalmadığını yaşayarak görüyoruz. Buna karşı ötekileştirilenlerin birbirini anlayıp ortak hareket etmesi çok önemli. Geçen gün sosyal medyada, kendini haber kategorisinde değerlendiren bir hesap kör bir kızın sınav süreciyle ilgili haber yaptı. Tabii yapılan şeye haber demek imkansız ama yıllarca ana akım burjuva medyanın da engelliliğe dair haberleri aynı seviyesizlikte olduğu için haber olarak kabul etmiş olalım. Engelli haberlerinde çok sık rastladığımız popülist ve habercilikle alakası olmayan bir yaklaşım kendini göstermiş. Mersin’de kör bir öğrenci ilk okul mezunu annesinin soruları okuması sayesinde derece yapmış. “Neden soruları annesi okumak zorunda, bu çocuğun başka ders çalışma yöntemi yok mu, annesinin mezuniyeti ne alaka?” Bir gazetecinin ilk aklına gelen bu sorular olmalıydı değil mi? Neyse bunun altını defalarca çizdik farklı olaylarda. Bura da daha ürkütücü olan altta yazan yorumlardı. Birisi dereceye girdiği için çocuğa hakaret etmiş. Neymiş, o kör olduğu halde hırs yapıp dereceye girmeseymiş kendi çocuğu daha iyi bir derece yaparmış.
Yani kör bir gencin başarısı, kendi çocuğunun başarısızlığından daha fazla üzmüş şahsı. Yorumlarda dikkatimi çeken, neredeyse kimsenin bu konuda bir şey bilmediği ve engellileri eşit görmediği. Sağlamcılığın ne olduğunu öğrenmek isteyen o yorumları okuyabilir. “Kör gözüyle nasıl yapacak? Okutmanlar çözmüştür soruları. Engellilere ayrı soru soruyorlar. Gereken yapılıyor. Engelliler okulu bitirse ne iş yapacak?” Dehşete düştüm bunları okuduğumda. Hayır biz mikro saldırganlık, sağlamcılık falan anlatıyoruz ama insanlar hala bizi evlerimizde oturan ve hiçbir iş yapmayan kişiler olarak kodluyor zihninde. Onlara kendimizi kanıtlama mecburiyetimiz yok ama insan “yuh” demeden de geçemiyor.
Nefrete karşı ötekilerin ortak mücadelesi
Yüzlerce yıl önce bile matematikten savaşta ordu yönetmeye kadar bir çok meslek grubunda tarihe geçmiş körler var. Kaldı ki günümüzde neredeyse her alanda çalışan körlerin olduğu biliniyor. Fanusta mı yaşıyorsunuz bu kadar. Özet olarak, engelliler eşit olarak tanınmıyor. Hatta zahmet edip meraklarını gidermeye bile çalışmıyor insanlar bu konuda. Üzülerek gördüm ki engellileri faydasız görme mantığı hiç te azımsanmayacak derecede taraftar buluyor. Herkesi ve her şeyi fayda üzerinden değerlendiren neoliberal toplumda, bir sonraki yazın, kara sosyal medya kampanyasının engellileri hedef alması ihtimalini hiç de az görmüyorum. Umarım yanılırım. Umarım nefret kampanyaları son bulur ama ummanın yeterli olmayacağını da hepimiz deneyimlerle biliyoruz. O nedenle nefret çağını yenme zorunluluğuyla hareket edip, nefrete karşı ötekilerin ortak mücadelesini geliştirmekten başka çözüm yok.
(BS/AB)








