Anne Penguenler dizisinde, “bağımlı çocukların” ebeveynlerinin yaşadıkları zorluklara karşı, bunlarla başa çıkmak için dayanışma duygusunun önemi vurgulanırken, engellilik olgusu da çağdaş topluma özgü tüm boyutlarıyla gözler önüne seriliyor.
Anne Penguenler, yönetmenliğini Klara Kochanska’nın üstlendiği 2024, Polonya yapımı, isminden anlaşılacağı gibi, duygu sömürüsü yapmaya çok uygun, altı bölümlük bir dizi. Ancak gerek kurgusu gerekse yönetmenin duyarlılık, akılcılık dengesini koruyan yaklaşımı dikkatlerden kaçmıyor.
Birinci bölüm, tanınmış bir MMA dövüşçüsü olan Kamala’nın (Kama) bir bekar anne olarak yaramazlıkta sınır tanımayan yedi yaşındaki oğlu Jas’a yeni bir okul aramasıyla başlar. Jas, bir kız çocuğuna gözüne zarar verecek şiddette vurmuş ve bu yüzden okuldan atılmıştır. Kama yaşamının en zor savaşımını ringlerde değil, ebeveyn olarak oğlunu yetiştirirken vereceğinin farkındadır; ama uzmanların tüm ikna çabalarına karşın oğlunun dört yaşındayken okuma öğrendiğini, onun zeki bir çocuk olduğunu öne sürerek, olayın kazara oluştuğu ısrarını sürdürür ve çocuğa yeni bir okul arar.
Devlet okulları hizmet bakımından revaçta değildir; üstelik en ufak sorun çıkaran çocuklar okuldan atılır. Özel okulların ücreti çok yüksektir, ayrıca spor salonu yoktur, hizmet aksar. (Kaloriferler yanmaz vs.) Sonunda Jas’ı, özel eğitim görenlerle ‘normal’ çocukların bir arada okuduğu, kapsayıcı okul olarak bilinen Muhteşem Liman ‘ın penguenler sınıfına geçici olarak yazdırmaya karar verir. Okul idaresi ‘normal’ çocukların çoğunlukta olduğunu iddia eder ama tam tersi onlar azınlıktadır.
Kama’nın boşandığı doktor kocası Max, oğlu Jas hakkında uzmanlar gibi düşünür. “Hayatta her şey sana göre spor yarışması, oğlunu yetiştirmek bile” diyerek Kama’yı eleştirir. İwona adlı bir “dişi kuş” ile evlenmiştir, ikiz kızlarıyla mutludurlar. Jas, babasını göreceği akşamlar, “Annemi istiyorum” diyerek kendini tuvalete kapatır, onların da huzurunu kaçırır. Anne penguenler çocuklarının yetiştirilmesi konusunda babalarından yardım görmezler. Zor anlarda görseler bile bu, babalara ağır gelir. Kama’nın annesi de torununa bakmakta isteksizdir. Onun da bir yaşamı vardır; tango salonunda akranı erkeklerle dans etmekten hoşlanır.
Anne penguenlerden Ula’nın kocası özel bir şirkette çalışmaktadır. Kazancı iyidir. Ula, down sendromlu kızı Tola ve evlat edindiği iki engelli çocukla yakından ilgilenir, çok sabırlıdır, durumdan hiç yakınmaz. Canlı yayın yapmaya da pek meraklıdır. Takipçi sayısını artırmak için çırpınır. Kama’nın ünlü bir boksör olduğunu ve Jas’ın durumunu öğrenince fırsatı kaçırmaz; canlı yayında, otistik çocuğu olan bir anneyi destekleyeceğini açıklar. Mahreminin ifşa edilmesi Kama’yı çok sinirlendirir, oğlunun otistik olmadığını yineler, durur.
Kendisinde bir tuhaflık olup olmadığını soran oğlunu, “Sen iyisin” deyip öpüp koklar. Bu arada Jas’ın okul ücretini ödeyebilmek için menajerinin sponsor desteğini kabul eder. Ancak destekçi adam, “İmajınızı düzeltmek için otizm kampanyası hazırladık” deyince küplere biner: “İnternet bilgisine mi inanıyorsunuz, oğlum otizmli değil. İmajımı düzeltmek için oğlumu kullanmam.” Menajeri hemen araya girer, Kama’ya üç ay sonra ABD’de Las Vegas’ta dövüşeceğini, mutlaka sponsor desteğine ihtiyacı olduğunu hatırlatır. Ancak magazin sitelerine inananların sonu gelmez. Eski okuldaki gözü zarar gören kızın ailesi, Jas’ın otistik olduğunu duyunca davadan vazgeçmiştir.
Jas’ın çevreye zarar veren yaramazlıkları giderek artar. Okulun renkli toplarla doldurulmuş havuzuna kız erkek soyunarak girip oynamaları onun fikridir. Annesine, “Aormalde okyanusta kıyafetle yüzülmez ki” açıklamasıyla kendini bağışlatır. İnfiale kapılan, ‘normal’ bir çocuğun annesiyse, Tola’yı oğlunu baştan çıkarmakla suçlar. Kama dilini tutamaz, kadını tersler: "Genelevcilik oynamamışlar ya.” Oysa çocuklar havuzda birbirlerine zarar vermeden iletişim kurmayı becermişlerdir. Genç antrenör Robert ise olup bitenlere tepkisini şu sözlerle dillendirir: “Artık insanlar her şeye bir yakıştırma yapıyor. Babam bende alfa futbolcu ışığı gördü, anneannem rahip. Bense, gey vücut çalıştırıcı olup çıktım. Jas da belki de sadece bireycidir.”
İlkelerinden ödün verdiren sorunlar Kama’nın peşini bırakmaz. Dövüş için düzenlenen reklam kampanyasında seksi kıyafetli reklamı yayınlanır. Pozu, “Seksapel değil, güç” diye lanse edilse de tabii bu bir züğürt tesellisidir!
‘Doğa Yürüyüşü Gezisi’nde okuldaki aksaklıklar su yüzüne çıkar. Müdür, devletin engelli yardımının yeterli olmadığını gerekçe göstererek, kas distrofisi hastası Michat’ın geziye gidemeyeceğini söyler. Michat çok zeki bir çocuktur, hastalığı sebebiyle tekerlekli sandalye ile hareket eder. Annesi Tatyana para kazanmak için hem kuriyelik yapmakta, hem de oğluna bakmaktadır. (Çocuğun 1-2 yıl içinde hastalığı ağırlaşacaktır; kaçınılmaz son, kadını çok üzmektedir.) Kama, annelere Michat’ya yokuş çıkabilen yeni model bir araç sağlamak için bağış kampanyası düzenlemeyi önerir. İnternet takasları için takipçi sayısı önemli olduğundan Ula, sosyal medyayı kullanacaktır. Satıcıyla pazarlığı denerler, ama tüm çabalara karşın para toplanamaz. Ancak Kama pes etmez, dağ bayır demeden Michat’ının aracını tüm gücüyle iterek çocuğun geziye katılmasını sağlar. Ula cep telefonuyla geziyi çeker. Ebeveynler dertleşirler. Hela’nın babası Jerzk, “Yaptığım tek spor, kızımın peşinden koşmak” diye yakınır. Aslında evli değildir; çocuk yapma fikri, Jerzk’in ressam arkadaşından çıkmıştır. Ama o, kızının bir dediğini iki etmeyen bir babadır. Gezi sırasında antrenör Robert ile aralarında bir yakınlaşma doğar.
Birden fırtına çıkar; gökgürültüsü, yağmur, Herkes çamur deryasında düşe kalka otobüse ulaşmaya çabalarken Jas, haritadaki patikaya gitmek için tutturur. (Cümleyi yinelemesi, çocuğun otizm spektrumunda olabileceğinin işaretidir.) Onu engellemeye çalışan annesini de yere düşürerek sakatlanmasına neden olur. Çocukların tuhaf istekleri ebeveynlerini canlarından bezdirir. (Hela, geyik görmek için ortadan kaybolur, neyse ki bulumur.) Ama dönüşte herkes mutludur, otobüste “I will survive” şarkısı eşliğinde kafa çekilir. Ne çok iş başarmışlardır! Onlara cesaret aşılayan Kama’ya minnettardırlar.
Kama koltuk değnekleriyle her yere koşturmaya çabalar; bir yandan da fizik tedavi görmektedir. Max ise halden anlamaz, ona hemen tanıyı koyar: “Her şeye sinirleniyorsun, dövüşmediğin için adrenalini atamıyorsun” Jas, okulda da “Evimi, annemi istiyorum” tutturmalarını sürdürmektedir. Bunun üzerine Müdür, çocukta doğuştan gelen bir gelişme bozukluğu olduğu gerekçesiyle, özel eğitim raporu alması için Kama’yı ikna etmeyi başarır, Kama’nın başvuruda bulunmaktan başka seçeneği kalmamıştır.
Ebeveynler Hela’nın doğum gününde bir araya gelirler. Ula kocasının ısrarıyla bağımlı çocuklar için bir vakıf kurmuştur. Tanıştığı kadınlardan vakfa para bulmalarını ister. Sohbet sırasında bir anne, otistik bir çocuk annesi olmanın insana çok şey katan harika bir deneyim olduğunu söyler. Ula, kızı Hela için “Başıma gelen en güzel şey” der. Diğer konuk kadın, “Doğumdan önce test yaptırmış mıydınız?” diye sorunca Ula kem küm eder: “Genelde ultrasonda hiçbir şey görünmemişti.” Sonra birden dili çözülür: “Ne amniosentez testi, smear testi bile yapmadılar. Bilseydim doğurur muydum?” İkilem içindedir: “Ama kızımı çok seviyorum." Konuklardan başka biri, “Bir arkadaşım Down sendromlu fetüsü aldırdı ama sonradan pişman oldu” deyince Kama, Ula’ya “Şu aptal karıları yağlamaktan vazgeç" diye fısıltılar; aslında kendi pişmanlığını ağzından kaçırmıştır. Ula’nın aklıysa kadınların vakıf için yapacakları bağıştadır.
Ebeveynlerin okuldan hoşnutsuzlukları giderek artmaktadır. Eğitim başarısızdır. Çocuklara matematik ve diğer dersler verilmemekte; gündelik yaşamlarını sürdürmeleri yeterli görülmekte; terapilerse işe yaramamaktadır. İşin ucunda kâr olduğundan popüler uygulamalarla engellilik pazarlanmaktadır. Ula, kapsayıcı olduğu iddiasındaki okulu, öğrenciler adına protesto etmek için canlı yayın yapar. Ebeveynler, pankartlar havada, “Müdür nerede?” sloganı atarlar. Müdür gelir, “Beğenmeyen gider” sözü, “Gitmeyeceğiz” sesleriyle bastırılır. Müdürün bedensel engelli oğlu da protestoya katılmıştır. Adam dertlidir; Kama’ya açılır. İşini çok seven bir gazeteciyken, oğlunun bir trafik kazası sonucu sakatlanması üzerine, onun masraflarını karşılayabilmek amacıyla okulu kurduğunu söyler. “Kendini idare edebilsin istedim; ama çocuklarımızın hayatını etkileyemiyoruz“ der. Kama ona hak verir: “Onlar bizim hayatımızı etkiliyor.” 'Baba penguen' Jerk ise anne penguenlere hayvanlar dünyasından yaklaşır: “Penguen tavuk değildir. Erkek ve dişi penguenlerin rolleri değişir. Biri kuluçkaya yatar, diğeri avlanır. Bazen dişi penguen 500 km. uzağa gider, dönünce yavrusuna ne olacağını, yavrusunun onu sevip sevmeyeceğini bilmez, ama o riski göze alır.”
Ula protestodan mutlu döner. Ama bir de bakar ki polis, bilgisayarları da alarak kocasını hapse atmak üzere götürüyor. Kocası, kara para aklamak için vakfı kullanmıştır. Hiçbir şeyden haberi olmayan kadın, “Benim sonum da ya hapishane ya sokaklarda yaşamaktır” diye dövünür. Kama’nın avukat babasına akıl danışır. Durum çok ciddidir. Boşanması şarttır.
Bundan sonra olaylar hızla gelişir: Şartlı tahliyesi sırasında kocası, başına gelenlerin müsebbibi olarak şatafatlı yaşam düşkünü Ula’yı suçlar. Antrenör Robert, Jerkz’e toplum baskısı yüzünden bastırdığı gey kimliğini hatırlatarak birlikte yaşamayı teklif eder. Jerkz, kızını düşünerek önce direnir, ama kızıyla birlikte yanına sığındığı annesinin dırdırından o kadar bunalmıştır ki teklifi kabul eder. Robert ayrıca kızına da iyi davranmaktadır. Müdür, okul tatile girerken ebeveynlere kısa bir konuşma yapar, “Kimseyi mutlu olmaya zorlayamam” diyerek okulu kapattığını bildirir. Kama, Las Vegas’taki yarışmaya giderken Jas’ı, Max’lara bırakır. İwona’nın çocuğa çok iyi bakacağını bilir. Anne penguenlerin ısrarına karşın babalar, Kama’nın maçını izlemeye nazlanırlar.
Aslında hikayedeki karakterleri anlamak hiç de zor olmuyor, diyebiliriz. Zamanın ruhunu (zeitgeist ) yansıtıyorlar. Anne penguenler zamanla yarışıyorlar. Çekilen sıkıntılara, acılara karşı direnç geliştirmişler; çok zorlandıklarında dayanışabiliyorlar ama hepsi o kadar; önlerini göremiyorlar. Kendilerini hayatın akışına bırakmışlar. Kurumsal mücadele yapmadıkları için - parasız eğitim, sosyal güvenlik v.b.- sivil toplum olarak toplumsal yaşama ağırlıklarını koyamıyorlar; dolayısıyla protestoları işe yaramıyor. Müdürün istifası da sorunu çözemeyecektir. Zira eğitimden hukuka, etkili kurum kalmamış gibidir. Eski eşlerin, anne ve babaların hesaplaşmaları, tartışmaları, dargınlıkları da bu nedenle değil midir? Çalışan anne, ekonomik bağımsızlığının bedelini başkalarına ödetmektedir.
Öncesiz sonrasız annelik ideolojisi, kadının anne kimliği üzerindeki belirleyici etkisini bu örneklerde de göstermektedir: Örneğin Tatyana, Michat’yı arabaya bindirip indirme, araba bozulunca onarma, çocuğun kakasını yaptırma gibi meşakkatli işleri gık demeden yerine getirir; sırası geldiğinde, “Engellilik dünyası korkunç” diye yakınır; ama kendisine yalnızca sevişmek için yaklaşan, Michat’nın bakımı için sevişmenin yarıda kesildiği anlarda bozulup evden ayrılan kocaya, “Hayat müşterek” imasında bile bulunamayıp her şeyi sineye çeker.
Kama’ya gelince; dünyanın izlediği maçta Meksikalı rakibi, yumruklarıyla suratını dağıtır, kana boyar; dişini kırar, Kama neredeyse ölmek üzeredir; ama birden oğluyla geçirdiği güzel anları hatırlar ve iman gücüyle rakibini nakavtla yener. Tedavi gördükten sonra çok özlediği oğlunu Max’lardan almaya gider. İwanka ona çok iyi bakmıştır. Ancak Jas ,“Burada kalmak istiyorum” diyerek annesini şoke eder. Şampiyon, ebeveynlikte nakavt olmuştur. Aslında nakavt olması gereken bozuk düzen/sistem değil midir? Ama sistem kendine benzeyen bireyler yetiştirir. Ebeveynler kendilerini hayatın akışına bırakmışlardır. Olumsuzlukların nedenini sistemde aramazlar; adaletsizliği yaratan, “sahtekarlıkla zengin olanlardır”, yanılgısıyla asıl suçluyu gözden kaçırırlar.
Peki, fizik gücü sayesinde ünlenen Kama, babasının dediği gibi "güçsüz görünmekten korktuğu için mi yoksa annesinden yüz bulamadığı, çocuğa sahip çıkması gereken kurumlara güvenmediği mi oğlunun üstüne düşüyor?" (Darda kaldığında samimi itiraflarda bulunmaktan çekinmez: “Kontrolüm dışındaki şeylerden nefret ederim" ve “Jas benim başarısızlığımdır” diye düşündüğünde maçı iptal etmek bile ister. Kariyer için yaşayan bir kadın değildir. İkilemi kaldıramadığından iradesi zayıflamıştır. “Berbat bir anneyim” diye iç çekerken annesinin, anneliği pekiştiren telkinleri onu hizaya getirir: “Çocuğun varsa illa hata yaparsın.”)
Bilmem hatırlatmaya gerek var mı? Kadına yönelik toplumsal algıyı dönüştürmek kolay olmuyor. Kaldı ki kadın istese bile annelik duygusu yok olmaz. Yinelemekte yarar var: Önceliğinin eş ve anne olması koşullandırılmasıyla yetiştiriliyor kadınlar. Bu da kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Sosyal medya ünlüsü Ula’nın da önceliği gözü gibi baktığı üç bağımlı çocuk. Bir yandan da, çevrimiçi “glütensiz” beslenme derslerinde bağımlı çocuk anneliğini kullanıyor. Kertz’in, annesiyle hesaplaşmasını da gözden kaçırmamalı: Akademisyen anne, oğlunun Robert ile ilişkisini hem sınıfsal –“bari daha iyisini bulaydın”- hem de ahlaki açıdan küçümserken, bu tavrıyla toplumsal algıda eşcinselliğin dini değerler ve aile değerleriyle uyuşmadığından toplumdaki ataerkil baskının kalkmadığını açığa çıkarıyor.
Özetle Anne Penguenler dizisinde, “bağımlı çocukların” ebeveynlerinin yaşadıkları zorluklara karşı, bunlarla başa çıkmak için dayanışma duygusunun önemi vurgulanırken, engellilik olgusu da çağdaş topluma özgü tüm boyutlarıyla gözler önüne seriliyor; öyle ki her şey Polonya’nın neoliberal atmosferine uygun görünüyor; özel yaşamlar, okullar, medya, sağlık hizmetleri, hukuk, toplumsal ilişkiler v.b. alanlarda, internet ve sosyal medya platformlarının kamuoyunu manipüle etmesiyle egemen söylem değişmiyor. Güçlü yüceltiliyor. Pek ender rastladığımız, izleyiciyi konu üzerinde düşünmeye, sorgulamaya yönelten bu tür dizlerse, biz izleyicilerin talepleriyle artacaktır.
Dipnot: Amniyo sentezi testiyle gebelikte down sendromlu fetüs teşhis edilebiliyor. Ancak testin serbest bırakılmasıyla, otistiklere yönelik ayrımcılığın artması ve otistik çocuklara devlet desteğinin azaltılması olasılıkları tartışılıyor.
Öğrenimini gördüğü yüksek kimya mühendisliğini yaptıktan sonra 1982’de emekli oldu ve yazmaya başladı. 80 sonrasında hafızalardan silinmeyen “Dayak Kampanyası”ndan itibaren Türkiye’de sesini duyuran kadın hareketinin...
Öğrenimini gördüğü yüksek kimya mühendisliğini yaptıktan sonra 1982’de emekli oldu ve yazmaya başladı. 80 sonrasında hafızalardan silinmeyen “Dayak Kampanyası”ndan itibaren Türkiye’de sesini duyuran kadın hareketinin etkinliklerine katıldı. Bir kadın dergisinin yayın kurulunda yer aldı, dergiye makaleler yazdı. Yine bir kadın kuruluşunda yıllardır gönüllü olarak çalışıyor. Bir kadın derneğinin danışma kurulu üyeliğini yürütüyor. Makaleleri gazete, dergi ve kadın sitelerinde yayınlanıyor
İlk oyunu “Kız Doğdu” 1993’de Ankara Devlet Tiyatrosu Küçük Sahne’de; “Rüya” adlı oyunu 2006’da Cem Safran Sahnesi’nde Oyuncular Tiyatro Grubu tarafından sahnelendi. 1993’de “Kültür Bakanlığı Sinema Eleştirisi Ödülü”nü aldı. 1994’te öykülerinden oluşturduğu “Kadınname” adlı okuma tiyatrosu, 8 Mart’ta, Esin Afşar ve Savaş Dinçel’in yorumlarıyla Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Hak odaklı, çok sesli, bağımsız gazeteciliği güçlendirmek için bianet desteğinizi bekliyor.
Bırakınız beyler, kadınlar istedikleri gibi doğursunlar, size ne?
Erkeklerin, kadınların doğurma tercihleri üzerindeki söz hakkı ne kadar olmalıysa, bu fotoğraf da yazı ile o kadar ilgili — yani hiç. Özellikle alakasız bir kare seçtim. İçimden geldiği gibi.
Bu hafta da gündemler yoğun, baş döndürücü. Ancak başlamadan önce, izninizle, çok kısa bir kişisel not paylaşmak isterim.
Birkaç gün önce avukatım Deniz Yazgan Şenay’la birlikte Beyoğlu Emniyeti’nde ifade verdik. Bilkent Üniversitesi’nden erkek bir akademisyen, kadın örgütleriyle birlikte bir iftira kampanyası düzenlediğimizi iddia etmiş.
Hakikaten hayatta en çok korktuğum şeylerden biri yalandır, manipülasyondur, çünkü bilirim ki eninde sonunda gerçek mutlaka ortaya çıkar. Ve ayrıca insan işini gücünü bırakıp İstanbul’dan kalkıp Ankara’daki biriyle uğraşır mı? Hele kampanyalar düzenlemek…
Benim işim doğası gereği gerçek olmak zorundadır, çünkü haber gücünü gerçeğe dayanmasından alır.. Akademisyen haberinde konu yargıda. Sadece Türkiye’de değil dünyanın herhangi bir ülkesinde akademisyenin şiddetten yargılanması haberdir.
Üstelik malum bizim memlekette "ondan duymuştum", "söylenti vardı" gibi dedikodularla siyasetçiler tutuklansa da biz haberimizi böyle söylentilerle değil, belgeli tutanaklara dayanarak yaparız.
Soruşturma hakkında daha fazla detay vermek istemiyorum, sonuçta yargıya intikal etmiş bir mesele. Umarım süreç yalnızca bir soruşturma aşamasında kalır. Zira ne kendi gündemimi ne de yargının zamanını böyle meselelerle meşgul etmek gibi bir niyetim var.
Gelelim asıl gündemlere…
25 Nisan’da Ankara Konur Sokak’ta “Gençlik Ayakta” yürüyüşüne polis saldırdı. 30 kişi işkenceyle gözaltına alındı. Bir trans kadına yapılan işkence görüntüleri sosyal medyada yayıldı. O görüntülere Ankara Valiliği nasıl yanıt verdi dersiniz? “Şahıs kadın değil erkekmiş." E yani?
Erkek olunca işkence serbest mi? Kadın olunca biraz daha mı kibar olacaklar? LGBTİ+ olunca işkence "makul" mü sayılacak?
Bir kez daha söyleyelim: Kadın, erkek, trans, non-binary, heteroseksüel, eşcinsel fark etmez. İşkence suçtur!
İşkenceyi "cinsiyet kimliği" üzerinden meşrulaştırmaya çalışmak, bu ülkenin utanç hanesine bir çizik daha atar sadece.
Bir trans kadının bedenine uygulanan şiddeti, "Ama o aslında erkekti" diyerek aklamaya çalışmak hem transfobidir hem de insan hakları ihlalidir.
Gelelim bir diğer önemli gündeme: Sezaryen doğum meselesi.
Yine birileri çıkmış, kadınların bedenlerine nasıl doğuracaklarını dikte etmeye çalışıyor. “Doğal doğum fıtrata uygundur”, “Normal doğum teşvik edilmeli”, “Sezaryen doğumlar nüfusu azaltıyor” gibi cümleler dolaşıyor ortalıkta.
Size ne?
Kadınlar bedenleriyle ilgili kararı kendileri verir. İster normal doğum yapar, ister sezaryen olur, ister doğurur, ister doğurmaz. Kadınların rahimlerine, doğum planlarına, doğurganlıklarına karışmak kimin haddine?
Evet, Türkiye’de sezaryen oranı yüksek: %61. Evet, bu oran Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği %15'in çok üzerinde. Ama bu gerçeğin çözümü "kadınlara baskı kurmak" değil. Çözüm belli: kadın merkezli sağlık politikaları üretmek.
Sağlık Bakanlığı kadının kendi bedenine dair söz söyleme, karar verme hakkına saygı gösterip kendi işlerine baksa…
Mesela, HPV aşısını ücretsiz yapıp ulusal aşı programına dahil etse…
Mesela, her kadına ücretsiz kanser taraması hakkı tanısa…
Mesela, kadına yönelik şiddeti önlemek için hastanelerde destek birimleri kursa…
Mesela, lohusa depresyonuna karşı ücretsiz psikolojik danışmanlık hizmeti sunsa…
Mesela, regl ürünlerini ücretsiz sağlasa…
En basitinden, rahim ağzı (serviks) kanserini tespit etmek için yapılan Smear testi için bile randevu bulunamıyor.
Bunca temel sorun çözülmemişken, çıkıp “doğurun”, “Çocuksuz aile olmaz, aile olun” demek... Ne büyük ayıp.
Hatırlarsanız Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Aileyi anne, baba, çocuklar oluşturur. Eğer çocuğunuz yoksa, aile olamıyorsunuz, sadece karı-koca oluyorsunuz" demişti.
Etik, bilimsel ve hak temelli bir yaklaşımı bir kenara bırakıyorum, bir ülkenin sağlık alanındaki en yetkili ismi böyle bir cümle kurar mı? İki insan arasındaki en özel meseleye devlet eliyle müdahale etmek yetkililerin işi mi? Ayıp.
Kadınların sağlığa dair gerçek sorunlarını çözün. Onlarca sağlığa erişim sorunu var. Fakat yok...Sezaryen mi olsun, normal doğum mu olsun diye kadınlara parmak sallamak... Bedenimiz üzerinden siyaset yapmak... Hakkımızda karar vermeye kalkmak... Kusura bakmayın, bu devran artık böyle dönmüyor.
Hak odaklı, bilimsel ve feminist bir sağlık politikası istiyoruz. Kadınların kendi bedenleri üzerinde söz hakkı olduğu bir sistem istiyoruz. "Fıtrata uygunluk" falan değil, insana uygunluk istiyoruz. Çok mu zor? Bırakınız beyler, kadınlar istedikleri gibi doğursunlar. Size ne?
Yazının başında da belirttiğim gibi, bu hafta gerçekten yoğundu. Yerin üstündeki sıcaklık ve hareketlilik yetmedi, yerin altı da “buradayım” dedi ve sallandı, sallattı durdu. Kadınların, siyasetin ve hayatın yoğunluğu arasında yorulduk tabii. Belki de bu hafta, gerçekten yeni bir hafta olur, kim bilir?
Hayat, bize gösteriyor ki, biyolojik kadınlık, erkeklik, annelik, babalık ve hatta mücadele, hiçbir şey alıştığımız, öğrendiğimiz gibi değil. Değişimi dert edinenler, değişime inananlar ve buna ayak direyenler için, bu hafta benden bir şarkı gelsin…
Bir de okuma önerisi. Rita Ender, 26 kadınla “hamilelik” süreçlerine yaptığı söyleşileri “Bir Avazda” kitabıyla okurla paylaştı. Kitap, hamileliğin “acı-tatlı” yanlarını gösteriyor.
Fotoğrafa gelince...
Erkeklerin, kadınların doğurma tercihleri üzerindeki söz hakkı ne kadar olmalıysa, bu fotoğraf da yazı ile o kadar ilgili — yani hiç. Özellikle alakasız bir kare seçtim. İçimden geldiği gibi.
Eşitlik mücadelesinin hiç bitmediği özgür yeni bir hafta gelsin.
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de...
bianet kadın ve LGBTİ+ haberleri editörü (Ekim 2018- Şubat 2025). bianet stajyerlerinden (2000-2001). Cumhuriyet, BirGün, DİHA, Jinha, Jin News, İMC TV için muhabirlik yaptı. Rize'de yerel gazetelerde çalıştı. Sivil Sayfalar, Yeşil Gazete, Journo ve sektör dergileri için yazılar yazdı, haberleri yayınlandı. Hemşin kültür dergisi GOR’un kurucu yazarlarından. Yeşilden Maviye Karadenizden Kadın Portreleri, Sırtında Sepeti, Medya ve Yalanlar isimli kitaplara katkı sundu. Musa Anter Gazetecilik (2011) ve Türkiye Psikiyatri Derneği (2024) en iyi haber ödülü sahibi. Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın ve LGBTİ+ Komisyonu kurucularından. Sendikanın İstanbul Şubesi yöneticilerinden (2023-2027). İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği ve Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik ve cinsiyet temelli şiddet haberciliği alanında atölyeler düzenliyor. Şubat 2025'den bu yana kadın haberleri editörü olarak çalışıyor.
Narin Güran cinayetine ilişkin 6'sı tutuklu, 3'ü suça sürüklenen çocuk olmak üzere 15 kişi hakkındaki 'suçluyu kayırma' davasında ara kararını açıklayan hakim, tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar vererek, duruşmayı 2 Mayıs'a erteledi.
Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinde öldürüldükten 19 gün sonra dere yatağından cansız bedeni bulunan Narin Güran cinayetine ilişkin 6’sı tutuklu 15 sanığın, 'Suçluyu kayırma' suçundan 17. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davanın ikinci duruşması dün (25 Nisan) görüldü.
Tutukluluk devam edecek
13 saat süren dava, çocukların da yargılandığı gerekçesiyle sanıklar ile avukatları ve sanık yakınları dışında kapalı görüldü. 13 saat süren duruşmada, 5 jandarma personeli, 2 elektrik şirketi personeli 7 kişi tanık olarak dinlenildi. Tanık beyanları, sanıkların ve avukatlarının savunmalarının ardından hakim, tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar vererek bir sonraki duruşmayı 2 Mayıs'a erteledi.
Davada, tutuklu şüpheliler Narin Güran'ın kuzeni Birsen, amcası Fuat, yengesi Maşallah Güran, halasının eşi Mehmet Şevket Kaya, kuzeni Muhammed Kaya ile Salim Güran'ın işçisi Mehmet Selim Atasoy; tutuksuz sanıklar, Narin’in kuzeni Şeyma Kaya, yengesi Hediye, amcaları İbrahim Halil, Barış, Kurtuluş ve Ömer Faruk Güran ile şüpheli çocuklar R.A. (16), M.G. (16) ve İ.K. (17) sanık olarak yer alıyor. Sanıkların 6 aydan 5 yıla kadar hapis cezası talep ediliyor.
"Gerçek faile ulaşılmadı"
Duruşmayı takip eden CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, adliye önünde yaptığı açıklamada, ilk yargılamadaki hükmün olayın faili ve nedenini tarif etmekten uzak olduğunu söyledi. Tanrıkulu, “Soruşturmanın etkin biçimde ele alınması ve yargılamaların bu çerçevede yürütülmesi gerekiyor. Ancak bu şekilde gerçek faile ve olayın nedenine ulaşabiliriz” dedi.
Bağlar ilçesi kırsal Tavşantepe Mahallesi'nde 21 Ağustos 2024'te kaybolduktan sonra arama çalışmalarının 19. gününde dere yatağında çuvalda, üzeri 30, 25 ve 20 kilo ağırlığındaki 3 taşla kapatılıp, çalılıklarla gizlenmiş halde cansız bedeni bulunan Narin Güran'ın ölümüne ilişkin 4 kişi hakkında Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Tutuklu sanıklar, aracında Narin'e ait DNA ve kıl örneği bulunan amcası Salim Güran, annesi Yüksel Güran ve ağabeyi Enes Güran ile gözaltına alındıktan sonra cesedi dere yatağına taşıdığını itiraf eden komşuları Nevzat Bahtiyar hakkında 'İştirak halinde çocuğa karşı kasten öldürme' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi. 28 Aralık’ta görülen davanın 2. duruşmasında Salim Güran, Enes Güran ve Yüksel Güran'a 'İştirak halinde çocuğa karşı kasten öldürme' suçundan ağırlaştırılmış müebbet, Nevzat Bahtiyar'a ise 'Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme' suçundan 4 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tutuklu Birsen Güran, Fuat Güran, Maşallah Güran, Salim Güran'ın işçisi Mehmet Selim Atasoy, Mehmet Şevket Kaya ve Muhammed Kaya ile tutuksuz şüpheliler Şeyma Kaya, Hediye Güran, İbrahim Halil Güran, Barış Güran, Kurtuluş Güran ve Ömer Faruk Güran hakkında da 'Suçluyu kayırma' suçundan Diyarbakır 17'nci Asliye Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. T
utuksuz suça sürüklenen çocuklar M.G. (15), İ.K. (16) ve R.A. (15) hakkında 'Suçluyu kayırma' suçundan hazırlanan iddianame de Diyarbakır 2'nci Çocuk Mahkemesi'nde kabul edildi. Sonraki süreçte 2 dava dosyası birleştirildi.