Kürtlerin yaşadığı Toros ve Zağros dağlarının kesiştiği, Yukarı Mezopotamya'yı da içine alan, Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu'sunu, Irak'ın Kuzeyi, İran'ın Kurdestan, Batı Azarbeycan, Kirmaşah, Loristan eyaletlerini de kapsayan coğrafi bölge, tarihte Kürdistan olarak tanımlanmıştır.
Osmanlı döneminde "Kürdistan" kelimesi imparatorlukta resmi düzeyde kullanılıyordu ama Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinde bu kelime resmi kullanımdan kaldırılarak, kullanımı yasaklı kelimeler arasına alınmıştır. Aradan yıllar geçmesine rağmen bu kelime hala yasaklı ve cezalı. Bu yüzden ülkemizin resmi makamları ve medyası Federal Kürdistan'ı da Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi olarak tanımlıyor.
Türkiye - Irak sınır Kapısında gördüğümüz "Welcome to Kurdistan", Irak bayrağı yanında dalgalanan Kürdistan bayrağı da bu resmi görüş ve söylemin aksine orada bir Kürdistan idaresinin olduğunun en somut göstergeleri oluyor.
Bu bölgeyi ilk defa 2006'da ziyaret etmiştim. Bu ilk seferim benim için oldukça şaşırtıcı ve olağanüstü gelmişti çünkü benim ülkemde yasak olan her şey burada serbestti. Yani ilk şaşkınlığım sınırda gördüğüm bu somut göstergeler olmuştu.
Bu kelimeyi yüksek sesle dile getirmenin vebalini çok ağır ödeyen, sürgünlere gitmek zorunda kalan, hapis yatan ve bu yüzden 30 yıldan fazladır süren bir savaşın hala devam ettiği bir ülke gerçekliğinden geldiğim için şaşkındım. Yasaklı kelimeler ve yasaklı renklerin olduğu bir yerden " yeşil, sarı, kırmızı "renkli bayrakların dalgalandığı ve hemen yanında gördüğümüz "Kürdistan'a Hoşgeldiniz! " tabelası, beni sadece hoşgeldiniz demekten çok daha karmaşık duygu ve düşüncelere sürüklemişti.
Bu kelime, çocukluğumda, beyaz badanalarla üzeri kapatılmaya çalışılan kırmızı boyalarla yazılmış yasaklı duvar yazılarındandı. Okumayı yeni öğrenmeye başladığımız o dönemlerde gördüğümüz her kelimeyi heceleyerek de olsa okumaya çalışırdık. Dağlara, taşlara, duvarlara yazılmış her yazı bizim için birer hece tablosuna dönüşmüştü. O zamanlar duvarına illegal yazı yazılmayan ev kalmamıştı. Ve birçok evin badanasında illegal yazıları kapatmak için mutlaka bir boya yaması bulunurdu. Memleketin yara almayan duvarı kalmamıştı neredeyse. Sokağımızın karşısında bulunan iki katlı evin duvarı da, 12 Eylül askeri darbesi öncesine ait mevcut bütün fraksiyonların slogan tahtasına dönüşmüştü.
Üzeri beyaz badanayla kapatılmaya çalışılmış olsa da, kırmızı boyalarla yazılmış olan ve bizim heceleyerek okuduğumuz ta o dönemlerde kalmış , "Ya-şa-sın D-D-K-O; Ya-şa-sın KUK; Ya-şa-sın DDKD; Ya-şa-sın Halk-la-rın kar-deş-li-ği; Kür-dis-tan Fa-şiz-me Me-zar O-la-cak" yazıları 1980 öncesi bölgede yaşanan siyasi olayların duvarlara atılan imzaları olmasının yanında, biz küçük çocuklar için birer okuma egzersiziydi.
Tabi ne anlama geldiğini bilmediğimiz yazılara ek olarak ilçemizi çevreleyen dağın en görünür yerine yazılmış olan "Ne Mut-lu Türk-üm Di-ye-ne; Ön-ce-Va-tan" yazıları da hece tablomuzun pekiştireçleri oluyordu. Ama ben üzeri beyaz badanayla kapatılmaya çalışılan, kırmızı boyayla yazılmış Kürdistan kelimesini, arkadaşımın adı sanacak kadar çocuktum çünkü arkadaşımın adı gerçekten de Kürdistan'dı.
Habur Sınır Kapısı ve bekleme çilesi...
Habur Kapısı'nın yıllardır değişmeyen fotoğrafı kilometrelerce uzayıp giden ve sayısı binleri bulan kamyon ve tır kuyrukları. Resmi prosedürlerden ve tek sınır kapısının artan ihtiyaca cevap verememesinden dolayı özellikle kamyon şoförleri için gidiş geliş tam bir işkence.
Bu yoğunluk doğal olarak oraya giden herkese yansıyor, yaklaşık 10 saat süren yol mesafesi çoğu zaman neredeyse 20 saati bulabiliyor.
2006 yılında Kürdistan bölgesine yaptığım ilk ziyarette ulaşım olanakları sadece ticari taksilerle sınırlıydı, ama dönüş yolculuğunda Diyarbakır-Erbil arası başlayan ilk otobüs seferinin ilk yolcusu olma şansına (!) sahip olmuştum.
O sıralarda Cizre Nuh İtimat firması Erbil'e ilk otobüs seferini başlatmıştı ama bu teşebbüs maalesef aşılamayan bürokratik engellerden dolayı tek seferle sınırlı kalmıştı. Ben ve benim gibi o ilk seferin şanslı (!) yolcuları da, yaklaşık on saat kadar sürmesi gereken yolculuğu 24 saatte tamamlamış ve tek seferlik Diyarbakır-Erbil seferinin mağdurları olmuştuk.
Aradan geçen yedi yıldan sonra Türkiye'den birçok seyahat firması Kürdistan'a seferler düzenlemeye başladı. Hatta bizim bu gidişte seyahat ettiğimiz Can Diyarbakır firması Kürdistan'ın Duhok, Erbil, Süleymaniye şehirlerine günde üç sefer düzenliyor.
Federal Kürdistan bölgesine son gidişim bir kültür festivaline katılmak içindi. 21 Nisan' da Erbil' e (Hewler) bağlı Soran ilçesinde yapılacak Kültür Festivali'ne katılmak üzere yaklaşık 30 kişilik bir ekiple beraber Diyarbakır'dan yola çıktık.
Yol arkadaşlarımın çoğu şiire, edebiyata, sanata gönül vermiş ve alanda başarılı çalışmalara imza atmış yetenekli gençlerden oluşuyordu. Ama beş gün süren bu ziyaretin en renkli, en neşeli üyesi, 1992 yılında Diyarbakır'da JİTEM tarafından 72 yaşında katledilen, Kürt bilgesi olarak anılan Musa Anter'in kızı Rahşan Anter idi. Yapmış olduğu esprilerle, hepimize göstermiş olduğu sevecenliği ile Rahşan Hanım hepimizin gözbebeği olmuştu.
Revanduz ve Revanduz Miri
13 saat süren uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra nihayet Erbile'e bağlı Revanduz beldesine vardık. Erbil'in beldesi olan ve 20 bin nüfusa sahip Revanduz, İran sınırında yer alıyor. Etrafı dağlarla çevrili olan ve yüksekçe bir yere kurulmuş bu belde olağanüstü güzellikte bir doğaya sahip. Aylardan nisan olması, çok güzel olan bu coğrafi parçayı daha da güzel kılmış, her taraf yeşilin bin bir tonuna bürünmüştü. Muhteşem bir doğaya sahip olmasının ötesinde Revanduz, Soran Kürt Emareti'nin merkezi olması açısından da tarihi öneme sahip bir yer.
Osmanlılar döneminde Kürt Beyliklerinin en önemli ayaklarından biri olan Soran Emareti ve bu Emaretin en ünlü beyi "Mir Muhammed (Revanduzlu Mehmet Bey)" olmuştur. 1830-31 yıllarında yönetimi Osmanlı Devleti tarafından tanınan Mir Muhammed, daha sonra Soran bölgesi dışında işgallere girişerek güneyde Şehrîzor (Kerkük), Erbil kazalarından kuzeyde Cizre'yi ve kısmen Botan'ı da kapsayacak şekilde beyliğin sınırlarını büyük bir ölçüde genişletmiştir.
Osmanlı Devleti, sınırlarını genişleten bu asi Kürt mirinin devlete bağlılığını sağlamak için kendisine Paşa unvanı vermiştir. 1835'lere gelindiğinde Behdinan ve Baban Kürt Emaretlerinin topraklarını da içine alan Mir Muhammed, Cizre ve Botan Bölgelerini, hatta Diyarbakır'a çok da uzak olmayan Siirt kasabasını dahi istila etmiştir.
Revanduz Miri'nin bu yayılmacı politikası Osmanlı yönetimini rahatsız ettiği için, Reşid Paşa önderliğindeki bir ordu, miri zaptetmek üzere Revanduz'a doğru yola koyulur. Uzun süren bir direnişin ardından Mir Muhammed, 1836 yılında Reşid Paşa'ya teslim olur.
Mir Muhammed daha sonra Dersaadet'e (İstanbul) getirilerek Amasya'ya gönderilir. Kürdistan'a bir daha dönemeyen Revanduz Miri, tarihi vesikalara göre 26 Aralık 1838 yılında Amasya'da ölmüştür. Ölüm şekli ile ilgili kesin bir kanıt olmamakla beraber bir cinayete kurban gittiği düşünülmektedir.
Bugün Soran Kürt Emaretinden geriye neredeyse hiçbir tarihi yapı kalmamış. Revanduz Kalesi'nin olarak bilinen tarihi alandan ise geriye sadece bir duvar kalmış.
Revanduz ve Soran neredeyse iç içe geçecek kadar birbirine yakın iki ilçe. Soran da Erbil ilinin İran sınırında bulunan kazasıdır, Saddam döneminde buraya Diyana denilmekteydi. Yaklaşık 50 bin civarında bir nüfusa sahip olan bu ilçe, Erbil'e iki saat uzaklıkta yer alıyor.
Araba çok otobüs yok
Kürdistan'da hemen her ailenin bir ya da iki arabası var, hükümet petrol gelirlerinden ayırmış olduğu bütçe üzerinden vatandaşlarına kuru erzak dağıtıyor ve bu kapsamda kişi başına ikişer kilo pirinç, fasulye, şeker, un, yağ ve beş litre benzin de veriliyor.
Hemen her ailenin bir arabası olduğu için hemen hemen hiç otobüsle karşılaşmıyoruz. Çok lüks cipler arasında süzülerek gelen Can Diyarbakır seyahat firmasının otobüsü oldukça ilgi çekmiş olacak ki, kaldırımda yürüyen birkaç genç, yol kenarındaki parmaklıklara dayanarak televizyon seyreder gibi otobüsü izliyorlar.
Hemen her cadde başında seyyar bir dövizci ile karşılaşmak mümkün. Serbest piyasanın hakim olduğu bu masa başı dövizciler oldukça seri bir şekilde işlemlerini tamamlıyorlar. Dövizcilerden biri 14 yıl önce Hakkari'den göç ederek buraya yerleşmiş. Aydın ismindeki bu genç adam işinden ve hayatından oldukça memnun olduğunu belirterek memlekete selam gönderiyor.
Mesture Hanım Kadın Merkezi
Sosyal yaşam içinde kadınları çok fazla göremiyoruz. Dinin ve feodal değerlerin baskın olduğu Kürdistan'da kadınların hak ve özgürlüğünden çok fazla söz edemezsek de, hemen her yerleşim yerinde kadınlar için merkezlerin açıldığını öğreniyoruz.
Soran'daki merkezin ismi Mesture Hanım Kadın Merkezi idi. Merkezin yöneticisi Dayika Mêrxas adında 48 yaşlarında bir kadındı. Dayika Mêrxas festival boyunca merkezlerine devam eden kadınlar tarafından yapılan el sanatlarının sergilendiğini söylüyor. Merkeze yaklaşık 80 kadının geldiğini, el sanatları, bilgisayar ve bilinç yükseltme eğitim çalışmalarının olduğunu belirtiyor.
Kürdistan'ın da en temel kadın sorunlarının başında kendini yakarak intihar etme , şiddet ve kadın sünneti olduğunu belirten Dayıka Merxas, bu sorunların aşılması için merkezlerin sayısının artırılmasına hız verildiğini vurguluyor.
Festivalde sergi alanında bulunan genç kızlara da merkezin çalışanları ve kursiyerleri idi. Bizim grupta yaklaşık dokuz kadın bulunuyordu. Orada yaşayan bir çok insan için bekar bir kadının yanında ailesinden herhangi bir erkek olmadan tek başına bir yerden başka bir yere gitmesinin çok da olağan karşılanmadığını belirtmek gerekiyor.
Soran Kültür Festivali süresince Revanduz'da bulunan "Pank Revanduz" adındaki turistik tesiste konakladık. Festivale katılmak üzere Kazakistan, Ermenistan, Kanada, İsveç, Almanya, Türkiye, Suriye, İran ve Irak'tan yaklaşık 300 sanatçı, şair, yazar, gazeteci Soran'a gelmişti.
Üç gün boyunca müzik, şiir, sergi, panel olmak üzere zengin bir festival programına ev sahipliği yapan Soran ve Revanduz'da oldukça renkli üç gün geçirdik. Bize anlatıldığına göre Irak'tan, İran'dan bir çok bürokrat, dinlenmek üzere Revanduz Pank'ı tercih ediyormuş.
Anter Pizza
Musa Anter'in büyük oğlu Anter Anter, iki yıldır Pank Revanduz'da, Anter Pizza adında bir restoran işletiyor. İşletme sahibi arkadaşı ama restoranın küçük bir köşesi, pizza bölümü için ona ayrılmış . Burada yapılan lezzetli Anter pizzalarının diğer yemeklerden daha fazla rağbet gördüğünü belirtmem gerek, çünkü Kürdistan Bölgesi'nde restoranlarda yemek dendi mi akla kebab ve pilav üzeri et geliyordu, ama o lezzetli pizzalardan olmasaydı, herhalde döndükten çok uzun bir süre sonra et yemeye tövbe edecektik.
Anter Anter, İsveç'te 43 yıl yaşadıktan sonra 17 Ocak 2012'de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın özel izniyle Türkiye'ye geldi. Bu özel izin kapsamında Türkiye'ye giriş yasağı içişleri bakanlığı tarafından kaldırıldı. Türk basınında da çok fazla yer verilen bu dönüş için Anter Bey " Devlet bana 43 yılımı borçlu,tek kabahatim Kürt olarak doğmuş olmam, eğer bu suçsa ömrümün sonuna kadar aynı suçu işlemeye devam edeceğim" diyerek büyük bir haksızlığa uğradığını ifade ediyor.
Anter Bey " ben kimseden izin almadım, orası benim ülkem ve bu dönüş bir haksızlığın özrüydü" sözleriyle devam ederek 43 yıl aradan sonra ilk defa babasının mezarını ziyaret ettiğini vurguluyor. Geri dönmenin çok güzel bir duygu olduğunu ve o gün sevinçten ve heyecandan dizlerinin titrediğini söylüyor.
1987-91 yılarında Turgut Özal'ın izniyle iki defa daha gelen Anter Bey, o gelişlerinde babasına İstanbul'da bir ev satın alıp kitaplarının basılmasını sağlamış. Musa Anter öldürülmeden bir yıl önce Türkiye'ye giriş yasağı konulduğu için, ceza yüzünden babasının cenaze törenine de katılamamış. 2002 senesinde babası anısına dağıtılan basın ödülleri toplantısına katılmak ve ailesini ziyaret etmek için Anter Bey bir kere daha Türkiye'ye geldiğini ama İstanbul Atatürk Havaalanı'nda yasaklı kişi olduğu gerekçesiyle girişine izin verilmediğini söylüyor ve şu aralar Türk vatandaşlığına alınması için gerekli resmi işlemlerin bitmek üzere olduğunu belirtiyor.
Daha önceki gelişlerinde hoş olmayan tavırlarla karşılaştığı ve her seferinde sınırdışı edildiği için bu son gelişine duyulan ilgi ve kullanılan kibar dil karşısında şaşırdığını söylüyor ama 43 yılını hiç kimsenin bir daha geri döndüremeyeceğini dile getirerek buruk bir sevinç yaşadığını ifade ediyor. Bakan Hüseyin Çelik'in " Bu ayıbı silecez, kara lekeyi kaldıracaz" sözünü hatırlatarak herhangi bir afla değil, kendisine karşı işlenmiş bu hatanın telafi edilmesi ve özür dilenmesi karşılığında geldiğini vurguluyor Anter Bey.
"Musa Anter'in oğluyum ve hiç kimseden, hiçbir şeyden çekinmiyorum, kimse benden politik anlamda taviz vermemi beklemesin, ben geri adım atmayacağım. Hiç kimsenin boyunduruğu altına girmeyeceğimi herkes biliyor, hükümet de biliyor, Kürtler de" diyerek Kürt sorununun çözümü konusunda da görüşlerini şöyle dile getiriyor:
"Yıllardır kardeşiz diyorlar, kardeşler arasında elbette ki bazen kavgalar olur ama madem kardeşiz, 30 yılı aşkın bir zamandır neden savaşıyoruz, iki taraftan da gencecik on binlerce insan öldürüldü, madem kardeşiz bu savaş ne?"
"Bu sorunun çözümünde devlet ve Kandil olmak üzere iki taraf var, işe başka tarafların ya da kişilerin mudahil edilmeye çalışılması doğru değil. Yıllardır dilimiz, varlığımız inkar edildi, hala bile varlığımız kabul edilmiyor, eğer diyalog yolu açılırsa Kürtler neden silah kullansın ki" sözleriyle çözüm için bir an önce bir şeylerin yapılması gerektiğini vurguluyor.
Koyu bir Fenerbahçe taraftarı olan ve ağzında pürosu hiç eksik olmayan, 67 yaşında olmasına rağmen oldukça dinamik görünen Anter Anter, formunu düzenli olarak yaptığı spora borçlu olduğunu söylüyor. İki yıl önce İsveç'te emekli olduktan sonra Revanduz'a yerleşmiş. Havasıyla, doğasıyla buranın kendisine çok iyi geldiğini söyleyerek "Burada bana Revanduzlu Anter demeye başladılar" diyerek babasının köyünde de kendisine bir ev yaptırdığını, resmi işlemleri hallolduktan sonra oraya yerleşmek gibi bir planının olduğunu belirtiyor.
Kürt Soykırımı ya da " Enfal"
Dönüş yolunda Barzan bölgesinden geçerek geldik. Barzan Aşireti adını, adını Barzan köyünden alıyor. Erbil vilayetine bağlı olan bu bölge, Irak Kürdistan'ın en uç noktasında yer alıyor. Bölgenin merkezi Mêrgesor kazasıdır. 400 köyden oluşan bu bölge, dağlık ve engebelidir. Çok güzel doğal manzaralrı izleye izleye sarp yollardan geçerek Barzan Köyü'nün hemen karşı tepesinde yer alan bir enfal mezarını ziyaret ettik. Mezarlıkta karşılaştığımız Gelawej Teyze de kızı ve gelini ile beraber Mêrgesor ilçesinden gelmişlerdi. 1983 yılında ailesi ve akrabalarından 12 yakınını kaybettiğini söyleyerek her hafta burayı ziyaret ettiğini belirtiyor.
Kürdistan'da ailesinden Enfale kurban gitmeyen kimse hemen hemen yok gibi. Saddam Hüseyin'in Kürtlere yönelik başlatmış olduğu ve yıllarca süren Enfal ( temizlik) operasyonları kapsamında yaklaşık 180 bin insan katledildi. Bu toplu katliamların en bilineni de kimyasal bombalarla 5 bin insanın yok eden Halepçe Katliamı idi.
Enfal kurbanlarının gömülü olduğu bu alanda yaklaşık 540 insanın mezarı bulunuyor. Kimliği bilinmeyen insanların gömüldüğü bu mezarlığın çok trajik bir hikayeye sahip olduğunu Mehmet Ronahi adındaki grup arkadaşımızdan öğreniyoruz.
1983 yılında Barzan Bölgesi'nde bulunan 280 köyden aynı gün eş zamanlı olarak 7 yaşından 70 yaşına kadar yaklaşık 8 bin erkek, Baas güçleri tarafından evlerinden alınarak bilinmeyen diyarlara götürülür. Aileler yıllarca bu insanların bir gün evlerine döneceği umudunu taşımış ama ne yazık ki bu insanlardan geriye hiç kimse dönememiş.
Kürtlerin statülerine kavuştukları ilk yıllarda, Basra'ya yakın çöl denebilecek bir arazide, bir gün bir meşe ağacının yeşerdiği görülmüş, oysa o çölde Meşe ağacının yeşerdiği görülmemiştir. Kürdistan dağlarında yetişen bu ağacın hikmetini merak eden insanlar, ağacın etrafını kazıyınca yaklaşık 540 insanın kemikleri ile karşılaşırlar. Bu karşılaşmayla beraber meşe ağacının hikmetini de çözülür, meğerse kurbanlar arasında bulunan küçük bir çocuğun cebinde bulunan palamut, zamanla büyüyerek kocaman bir ağaca dönüşür ve küçük çocuğun belki yemek üzere cebine koyduğu o meşe palamudu,bu toplu mezarın bulunmasına neden olur.
İşte o gün Basra'da bulunan o kemikler, Molla Mustafa Barzani'nin mezarının bulunduğu Barzan Köyü'nün karşısındaki bir tepeye getirilerek gömülür. Bu trajik hikaye unutulmasın diye mezarlığın her yerine meşe ağacı dikilir ve mezarlığın girişinde bulunan büyük bir meşe ağacının etrafı da betonla örülerek anıtlaştırılır. O bölgede yaşayan kadınların, yıllar boyunca 8 bin insanın yasını tutarak siyahlara büründüğünü anlatan arkadaşımız, her Perşembe günü civar yerlerde yaşayan kadınların siyah kıyafetler giyerek mezarlığa geldiklerini ve orada yatan kendi yakınlarıymış gibi dua ettiklerini anlatıyor.
Mezarlardan birinin başına dikilmiş bir kurşun kalem dikkatimi çekiyor, mezarın küçük olmasından anlıyorum ki orada yatan küçük bir çocuk, yarım kalan hayatı gibi yarısı gitmiş bir kurşun kalem, belki de hikayeleri yazılsın, unutulmasın diye konulmuştu . Kim bilir o küçük mezar belki de cebinde palamut taşıyan o küçük çocuğun mezarıydı ve o kalem de hikayenin daha yeni başladığını anlatıyordu... (HK/HK)