Bir günden bir güne başlayıverdi... Uzun, çiçeklenmiş bir mevsimin ortasında yaşandı her şey.
Doksan sekiz yıl öncesinin 24 Nisanında başlamıştı yaşananlar... Sanatçılarını, yazarlarını, avukatlarını, doktorlarını, öğretmenlerini, vekillerini, sevgililerini, maşuklarını, okumuşlarını, okumamışlarını götürdüler çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı demeden... Sürdüler bir daha geri dönmemek üzere, bir daha olmamak üzere, bir daha yeryüzü toprağına basmamak üzere.
Önce bir bir sürüldüler... O bir bir sürülenler o kadar çoğaldı ki arkalarında gözyaşı dökecek gözler kalmadı... Kalanlar da kendilerini köksüz bir ağaç gibi hissettiler... Köksüz bir ağaç da biliniz ki ölmek ister.
Bir ağacın köksüzlüğü nedendir bilir misiniz?.. Bir “İnsanın ülkesi neresidir?”
“Belli bir yerdeki toprak parçası mıdır? Oradaki ırmaklar mı? Göller mi? Gökyüzü mü? Ayın doğuşu mu? Güneş mi? İnsanın ülkesi ağaçlar mı, bağlar, çimenler, kuşlar, kayalar, tepeler ve dağlar ve vadiler midir? İklim midir? Bir yerin ilkbaharı, yazı ve kışı mıdır? Kulübeler ve evler, şehrin sokakları... Masalar ve sandalyeler, çay ve sohbet midir? Yaz sıcağında dalında olgunlaşan şeftali midir? Toprakta yatan ölüler midir? Göğün altında, o ülkenin her yerinde konuşulan dilin sesi midir? Genizden ve yürekten gelen şarkı mıdır? O dans mıdır? İnsanın ülkesi havaya, suya, toprağa, ateşe ve hayata ettiği şükran duaları mıdır? Gözleri midir? Gülümseyen dudakları mıdır? Keder midir?” (William Saroyan)
"Aradığım tek şey insan... İnsan nerede" diyerek silinmişin, yerinden edilmişin, unutulmuşun izinden gider o da… Dönecek bir başka yeri yokmuşçasına gider… Zamanın içinde bir zamandan bir diğer zamana geçer… Ancak zaman her şeyi alıp götürmüştür ülkesinden.
İşte Lusin Dink'in yazıp yönettiği "Saroyan Ülkesi" adlı belgesel-kurmaca film 20. yüzyıl dünya edebiyatının önemli yazarlarından William Saroyan’ın ruhunu sarıp sarmalayan ülke özlemine olan yolcuğunu anlatır.
Sürgün edilen bir Ermeni ailenin çocuğu olarak 1908'de ABD’nin Kaliforniya eyaletinin Frosne kasabasında doğan ve kendisini her daim Ermeni, Amerikalı ve Bitlisli olarak tanımlayan Saroyan 1964'te Türkiye'ye gelerek ülkesi Bitlis’e ziyaret eder.
Film, Saroyan'ın 1964'te yaptığı yolculuğun yolundan gitmez… Bir başlangıcı varmışçasına en başından 1900'lü yılların başında ailesinin ülkesinden sürgün edildiği yıllardan başlar.
Saroyan'ın canlandırılmasıyla başlayan filmde, Trabzon'dan başlayıp sırasıyla Gümüşhane, Erzurum, Ağrı, Van'a oradan da "ülkem" dediği Bitlis'e uzanan, uzun upuzun bir Anadolu yolculuğuna çıkar.
Film söyleşilerden, Saroyan'ın öykü canlandırmalarından ve kendi sözlerinden bir araya gelen belgesel ile kurmacanın iç içe olduğu bir kolaj yapısıyla şekillenir.
'Saroyan Ülkesi'nde gerek yol arkadaşlarının tanıklılıkları, gerekse Saroyan'ın yazdıkları, anıları ve annesi ile babasının anlattığı hikâyeler aracılığıyla ülkesine olan tutkusu, özlemi, sevgisi, acısı, umudu, umutsuzluğu yansıtılır.
Saroyan filmde bir çocuk olarak vardır, bir yetişkin olarak ise bir gölge, bir sesten ibarettir… Biz Saroyan'ı görmeden gölgesinin ve sesinin peşinden sürükleniveririz ülkesine doğru...
Sürüklendiğimiz yer sadece sesler ve sadece gölgelerden ibarettir… Bu bize belki anlaşılmaz, belki rahatsız edici ve belki de korkutucu gelebilir... Ancak Saroyan için başka diyarlar olmadı... Başka denizlere, dağlara, ovalara gitmeler olmadı...
Ve o gölge ve sesin doksan sekiz yıl önce şimdi burada yanı başımızdaki insanlara ait sesler ve gölgeler olduğunu hatırlarsak görünenler kadar görünmeyenlerin de bize ne kadar acı verdiğini anlayabiliriz.
Saroyan’ın ülkesine olan yolculuğu bir iç geçiriştir… Saroyan nereye çevirse gözlerini, nereye baksa bunca yıldır uzak kaldığı ülkesinin yollarında kapkara yıkıntılar ile karşılaşacaktır...
Annesinin anlattığı öykülerin geçtiği sokaklarda dolaşacak, mahallelerin tozuna toprağına, evlerine dokunacak… O evlerde annesinin anlattığı dillerin türküsünü arayacak, ancak bulamayacaktır... Çünkü bunca yıldan, bunca ölümden sonra gördükleri annesinin ve babasının anlattığı masallardaki gibi değildir...
Her şey kuru, çıplak, birer gerçek, birer kayıp, birer çığlık... Çığlığın uğultusu... Her şey zamanın insafsızlığında dağılıvermiş, yitirilivermiş, kaybedilivermiştir ülkesinde…
Annesi Saroyan'a "Bitlis'te üç dilin" konuşulduğu söylemiştir; "Kürtçe kalbin, Türkçe müziğin, Ermenice kederin ve acının dilidir...” Ancak Saroyan Bitlis'te sadece Kürtçe ve Türkçe konuşulduğunu görür... "Üç halkın bir arada yaşadığı ülke" olarak hayal ettiği Bitlis'te, Ermenice konuşan tek bir kişiye rastlayamaz.
Siz de hep oraya varmak isteyen, ama asla varamayan bir yazarın ülkesine olan yolculuğunu merak edip görmek isterseniz, görüp de bir zamanlar bu topraklarda yaşananlara tanıklık etmek istiyorsanız “Saroyan Ülkesi”ni görün. (KT/YY)
Saroyan Ülkesi, Yönetmen ve senaryo:Lusin Dink, Oyuncular: Kevork Malikyan, Ara Mgrdician, Artur Norikyan.