Kobanê'ye geçmek için sınıra vardığımızda yoğun çatışma seslerini işitiyorduk. DAİŞ sınırın doğu cephesinden ve Miştenur Tepesinin güneyinden Kobanê merkezine yönelik havan atışları yapıyordu.
Bir gün önce çetelerin intihar saldırısında sekiz Suriye Demokratik Birlik Partisi (PYD) Halk Savunma Birlikleri'nden (YPG) sekiz savaşçı şehit düşmüş ve onlarcası da yaralanmıştı. Kapıda bizi karşılayan görevli arkadaşımız, “gelişinizi yarın sabaha erteleyin, bu gece burası pek güvenli değil gibi” dedikten sonra sabahı beklemek üzere Suruç’a döndük. Belediye Başkan Vekili arkadaşımız İbrahim Uğurlu, bizi evinde ağırladı.
16 Ocak günü gökyüzü sabahın ilk ışıklarını saçarken yeniden sınıra yöneldik ve vardığımızda çatışmaların alevlendiğini gördük. Yanımda gazeteci arkadaşımız Ferhat Arslan var, “Abi ne pahasına olursa olsun, bugün mutlaka geçmeliyiz,” diyor. Tam bu sırada Koalisyon güçlerine ait uçaklar DAİŞ'in belirlenen mevzilerini yeniden bombalamaya başladı. Bu bombardımanın ardından karşılıklı atışlar yoğunlaştı. Çatışmanın dinmesi için iki saat bekledikten sonra kapıya yöneldiğimizde bizi Kanton yetkilisi arkadaşlarımız karşılıyor.
Müslim: Türkiye'nin tutumu insani değil
Bir araca bindirildikten sonra Kobanê Kantonu Başkanı Enver Müslim'in olduğu yere götürüldük. Müslim ve Kobanê hükümet yetkilisi arkadaşlarla kapıda kucaklaştık.
Müslim'le dört ay önce, çatışmaların yeni başladığı günlerde, o zaman gümrük binası olarak kullanılan yerde görüşmüştük. Yanında PYD Eş Başkanı Asya Abdullah da vardı. Müslim’e dönerek, ''dört ay önceki Kobanê'den eser kalmadığını'' söylediğimde, ''görüşme yaptığımız ve daha önce gümrük binasının bulunduğu o alanda tek sağlam bina kalmadı'' diye doğruladı.
Kapıya yönelik büyük intihar saldırısından söz etti. Ardından iki gün önce sekiz YPG savaşçısının şehadetiyle sonuçlanan saldırıyı anlattı: “Çetelere ağır darbeler indirdik ve onlar sadece bomba yüklü araçları patlatarak sonuç almaya çalışıyor."
Enver Müslim’in bizi ağırladığı yerde, Kobanê Savunma Bakanı İsmet Şeyh Hesen ile birlikte Kanton Hükümeti yetkilileri de var. Müslim, sohbete şöyle başlıyor:
"Burada tarihi bir direniş sergiliyoruz. Bu direnişin kırılması için ne yazık ki, DAİŞ’e destek veriliyor. İnsani yardım koridorunun hala açılmamasından kaynaklı yaşanan sıkıntıları burada olduğunuz süre içinde siz de göreceksiniz. Türkiye’nin tutumu insani değildir."
Müslim, Kürt sanatçı, yazar ve aydınların burada direnişe ve yaşama tanıklık etmelerini de istiyor: “Burada şahit olduklarını gidip dünyaya yansıtabilirler. Kobanê'ye gelişiniz bu yüzden anlamlıdır, değerlidir. Bunun diğer aydın, sanatçı, sivil toplum örgüt yöneticileri ve siyasetçilerin yüzünü Kobanê'ye dönmelerine vesile olacağına inanıyorum."
Yıkılmış binaların enkaza dönüştürdüğü sokaklarda yürüdükten sonra Savunma Bakanı İsmet Şeyh Hesen’in evine geçiyoruz. Birçok YPG ve YPG'nin kolu Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) yöneticisi arkadaşımız da bulunduğumuz yere geliyor. Yaşanan çatışmalara rağmen herkesin yüzü gülüyor. Silah ve bomba seslerinin olağan karşılandığı kentte kadınlar ve çocuklar da günlük hayatlarını sürdürme telaşında.
İsmet Şeyh Hesen’in küçük oğlu Hamza henüz sekiz yaşında. Dört kızı ve YPG saflarında savaşan iki oğlu ile birlikte dokuz kişilik bir aile. Cephede savaşan oğulları Dilgeş ve Kaci’nin bizle görüşmek için cepheden ayrılarak eve geldiklerini söylüyor. Ölüm bu kentte direnenlerin hemen yanı başında ama yüzlerinde hep bir gülümseme...
Büyüyünce YPG savaşçısı olacak
Gelişi güzel atılan havan toplarının ölümlere neden olduğunu söylüyor, İsmet Şeyh Hesen; bir gün önce iki çocuğun bu şekilde hayatını kaybettiğine işaret ediyor. Tabii, çocukların, patlayan bombaları ve yakılan yıkılan binaları bir oyun gibi gördüğünden ve tüm uyarılara rağmen onları sokaktan alamamaktan da yakınıyor.
Evin salonu insan dolu. Tartışmalar sürerken İsmet Şeyh Hesen’in küçük oğlu Hamza elindeki fotoğraf makinesiyle her anı kaydediyor. "Herhalde gazeteci olacaksın" diye takıldığımda, "Hayır! Ben YPG savaşçısı olacağım" diyerek itiraz ediyor.
YPG ve YPJ'li arkadaşlarla sadece Kobanê'yi konuşmuyoruz. Halkların Demokratik Partisi (HDP) ile ilgili sorular yöneltiyorlar. Seçim barajıyla ilgili tartışmalara da hakim durumdalar. Haliyle aşılıp aşılmayacağını da merak ediyorlar. "Aşılmazsa dünyanın sonu olmaz. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) halkın iradesini 30-35 milletvekiliyle sınırlamak istiyor" diyorum ve AKP politikasını meşrulaştırmamak için, parti olarak seçime girmenin önemine değiniyoruz.
'Türk devleti destek vermese DAİŞ'i çoktan bitirirdik'
Cepheden sorumlu YPG ve YPJ'li komutanlara Kobanê'nin geleceğini soruyorum. Solumda Mahmut Berxwedan oturuyor. YPG'nin Kobanê'deki tüm savaş cephelerinden sorumlu. Anlatıyor:
"Dört ayı geçkin bir süredir kahramanca direndik. 'Kobanê düştü düşecek' diyenlerin rüyası karardı. Savaşmak bizim için zor değil, savaşıyoruz. Her bir arkadaşımız fedai bir ruhla savaşıyor. Hepsi kendini feda etmeye hazır bir ruh içinde. Bu direnişi yenilmez kılan Apocu ruhtur. Çetelere çok ağır kayıplar verdiriyoruz.
''Ancak çok ısrarcılar, adeta ölmek için saldırıyorlar! Biz mümkün olduğunca kayıp vermeden bu çeteleri Kobanê'den çıkartmaya çalışıyoruz. Bomba yüklü araçlarla saldırıyorlar. Bazen bu araçları fark ettiğimiz halde durdurmak zor olabiliyor. Türk devleti destek vermese biz DAİŞ'i çoktan bitirirdik. Devlet bu çetelere destek veriyor, onları üstümüze salarak kendisinin yapmadığını aslında yaptırmak istiyor. Ama kararlıyız; Kobanê'yi bu çetelerden temizleyeceğiz."
***
Dışarı çıktığımızda zifiri bir karanlık ve sokaklarda yürüyerek ilerliyoruz. Yetkili arkadaşa dışarının güvenli olup olmadığını soruyorum. Gülerek yanıtlıyor: " Yok, şimdilik bir sorun yok yani. DAİŞ çeteleri daha çok gündüz hedef alarak ateş ediyorlar. Gece rastgele atılan roketler olmasa hiçbir sorun olmaz. Biz atılan havan toplarına 'deli mayın' diyoruz. Delidir, ne zaman nereye diyeceği belli olmuyor. Heval, güvenli olmasa seni sokağa çıkartmazdık."
Yeni oluşturulmuş hastanede, Kobanê'ye gittiğimiz günün bir gün öncesinde bombalı saldırıda yaralanan savaşçıları ziyaret etmek üzereyiz.
Bir binanın bodrum Katina iniyoruz. Sağlıkçı arkadaşlarımızın telaşlı koşuşturmalarına tanık oluyorum. Yaralıların olduğu bölüme girdik. Onlar da gülümsüyor! "Kobanê'ye geldiğinizi duyduk ama bizi ziyaret etmeniz ayrıca mutlu etti” diyor, yaralı savaşçılardan biri.
İyileşip cepheye dönmek istiyorlar
Moral vermeye değil, moral bulmaya geldiğimi, kendilerinin olağanüstü direniş ruhundan etkilendiğimi anlatıyorum. Yaralılardan birinin Dersimli olduğunu öğreniyorum: "Ailem benim yaşamadığımı düşünüyor ama ben yaşıyorum!" diyor gülümseyerek.
'Yaşamak Direnmektir' şarkımı seslendirmemi istediler. İsteklerini büyük bir onurla karşıladım. Henüz dizayn edilmekte olan hastanenin boş odaları sesimi yankılandırıyor.
Yattıkları yerde kendilerini tek tek öperek ayrılıyorum. Görevli doktor arkadaşlar durumlarının iyi olduğunu ve bir an önce iyileşip yeniden cephedeki yerlerini almak istediklerini söylüyor.
Gittiğimiz güzergâhı kullanarak yeniden Savunma Bakanı Xal İsmet'in evine dönüyoruz. Oturur oturmaz bağlamayı elimde buldum. Hamza'nın elinde de yine fotoğraf makinesi. Yeni hazırladığım albümde yer alacak olan 'Kobanê' isimli ağıtı okumaya başladım. Özellikle kadın arkadaşlar duygulanarak dinliyordu.
Gecenin ilerlemiş olduğunu gören yönetici arkadaşlarımızla vedalaşıyoruz. Onlar kaldıkları evlere dağılıyor. Üzerinde oturduğumuz minderler bu kez yatağımız oluyor.
Sabahın 7’sinde, bahardan kalma güneşli bir güne uyandık. Uçakların dört aydır kulağıma tanıdık gelen sesine yerden keleş ve havan sesleri karışıyor.
Kahvaltının ardından Kobanê'nin batı cephesini ziyaret etmek için yola çıkıyoruz. Türkiye sınırına paralel bir yoldan gidiyoruz. Tam Boyde köyünün karşısına vardığımızda Kader Ortakaya aklıma geliyor. Kobanê'ye girmeye çalışırken arkadan vurulduğu o an gözlerimde canlanıyor. Vurulduğu yerin hemen yanı başındayız.
Komutan anlattıkça adımlarımız çoğalıyor...
Batı cephesinden sorumlu YPG komutanı bize eşlik ediyor. Karşı köylerde mevzilenmiş DAİŞ kurşunlarından korunmak için kazılan hendeklerin önünden geçiyoruz. Burada direniş adına sergilenen kahramanlığı aktarıyor. Ellerinde keleşlerle, gelişmiş silahlara karşı nasıl direndiklerini anlatıyor. Genç savaşçıların çetelerin Kobanê'ye girişlerini engellemek için kendilerini tankların altına attığını da. Yılların deneyimli komutanı bunları anlatırken duygulanıyoruz. Bu destansı direnişin kahramanlarına ulaşmak için adımlarımızı çoğaltıyoruz.
İlk gittiğimiz mevzi bir YPG mevzisiydi. Savaşçılarla kucaklaşıyoruz. Ardından YPJ’li bölüğün olduğu bir başka yere gidiyoruz. YPJ’li kadın savaşçıları bulundukları kapalı mevzide ısınırken bulduk. DAİŞ'e karşı kahramanca savaşırken şehit düşen YPG ve YPJ’li savaşçıları saygıyla andığımı; verdikleri mücadelenin aynı zamanda insanlık adına olduğunun bilindiğini söylüyorum.
Kadınlar coşkulu
Burada da 'Yaşamak Direnmektir' ve 'Özgürlük Mahkûmları' şarkılarını seslendiriyorum. Ardından sıra onlara geliyor. Bölüğün komutanı olan kadın arkadaşımızın Kürtçe söylediği kılamı bir başka YPG’li savaşçı devam ettiriyor. Coşku ve heyecana sloganlar eşlik ediyor; “Biji Berxwedana Kobanê", “Biji Serok Apo” sloganlarıyla uğurlanıyoruz...
***
YPJ’li bölüğün bulunduğu bu noktadan güneye doğru ilerleyişimizi sürdürüyoruz. YPG komutanı arkadaşımız açık alanda fazla bulunmamamız için bizi uyarıyor. Karşımızda bulunan köylerde mevzilenmiş çetelerin suikastlarından söz ediyor ve birçok arkadaşımızın alnından vurulmak suretiyle şehit düştüğünü aktarıyor. Çam ağaçlarıyla dolu bir ormanlık alana giriyoruz. Patlamamış onlarca havan mermisi var. 'Neden patlamamışlar' diye soruyorum: "Havanları DAİŞ'in kendi imalatı. Bu da ele geçirdikleri teçhizatın giderek azaldığını gösteriyor. Toprağın yumuşak olduğu alanlara düşen bu havan topları patlamıyor."
Çamlık alanı geçtikten sonra Halep yolu güzergâhını gören bir noktaya ulaşıyoruz. Tepeye hâkim bir yerde bulunan büyük bir binaya giriyoruz. Binanın içinde mevzilenmiş YPG’li savaşçılarla kucaklaşıyoruz. Bu arada duvarlarda açılan delikler dikkatimi çekiyor. Bu deliklerden Halep yolu üzerindeki mahalleyi seyrediyorum. 200 metre ötede bulunan mahallede DAİŞ çetelerinin mevzilendiğini söylüyor, komutan Şiwan arkadaşımız.
Savaşçılardan biri çetelerin hareketlerini gözetlemem için dürbün getiriyor. Dürbünle açılmış bu deliklerden bakarken YPG komutanı arkadaşımız uyarıyor. Keskin nişancıların uzaktan açılan bu delikleri hedef aldığını belirtiyor. Bu kez deliklerden birinin önünde bir başka savaşçının yanına gidiyorum.
Elindeki dürbünlü silahın uzun menzilli bir suikast silahı olduğunu söylüyor. YPG’li keskin nişancıların sayısını merak ediyorum. Bir bölük olduğunu ve bulunduğumuz noktada görev yapan bu arkadaşların bu bölüğe ait olduğunu söylüyor. Keskin nişancıların son derece başarılı olduklarının da altını çiziyor!
Halep yolunu gören bu noktadan arkadaşlarımızla kucaklaşarak ayrılıyoruz.
'Devrimciler ölse de gülecek'
Bu sefer güzergâhımız Kobanê akademi binası...
İlk girdiğimiz yer konferans salonuydu. Duvarlarda Kürt tarihi ve mücadelesini anlatan afişler asılı. 250 kişilik salonda kimi koltuklar naylonla kaplı. Akademi binası görkemiyle Kobanê'ye hakim bir noktada bulunuyor. Sahnenin duvarında Abdullah Öcalan’ın fotoğraf ve sözleri asılı.
Salondan çıkıp ikinci kata yöneliyoruz. Kültür ve sanat çalışmalarının yapıldığı, derslerin verildiği küçük sınıfların bulunduğu ikinci kat havan toplarının isabet etmesi sonucu tahrip olmuş.
Sağa döndüğümüzde yine Halep yolunu gören bir bölüm var ve burada mevzilenmiş YPJ’li savaşçılar bizi karşılıyor. Çok gençler. Hazırlıksız ansızın bizleri karşılarında bulunca utanır gibi oldular. Kucaklaşıyoruz.
Hepsinin yüzleri gülüyor ve bunun sırrını soruyorum! Genç YPJ’li savaşçı, “Devrimciyiz Ferhat heval, devrimciler ölse de hep gülecekler” diyor.
Bu telaş neden?
Akademi binasından ayrılırken karanlık çökmek üzereydi. Bizi bekleyen araçlara binerek yeniden Xal İsmet’in evine dönüyoruz. Eve geldiğimizde yönetici birçok arkadaşımızı büyük bir hazırlık içinde bulduk. Bu telaş ve heyecanın anlamı sabah anlaşılacaktı.
Gece boyu Koalisyon güçlerinin yoğun bir bombardımanı oldu. Savunma Bakanı Xal İsmet bombardımanla ilgili olarak, 'sabah iyi haberler alacağız' diyerek geçiştirdi. Doğruydu, erken saatlerde sokağa çıktığımızda bu kez yüzler DAİŞ denetiminde bulunan Miştenur Tepesinin alınması nedeniyle gülüyordu. Xal İsmet’in telefonları susmuyordu. Birçok ülkeden televizyon kanalları bilgi almak istiyordu.
Tepenin alınmasıyla birlikte kentin doğu tarafının giderek güvenli hale geldiğinin öğrenilmesi üzerine oraya yöneliyoruz. Doğu bölgesinde taş üstünde taş kalmamış ve bombardıman sonucu kent tam bir harabeye dönüşmüş. Yıkılmış binaların enkazlarının arasından geçerek ilerliyoruz.
Her gittiğimiz yerde onlarca YPG ve YPJ’li savaşçıyı elleri tetikte beklerken buluyoruz. Sokaklarda az da olsa kedi ve köpek görüyoruz. Xal İsmet’e bunların nasıl hayatta kaldığını soruyorum ve özellikle kedilerin iriliği dikkatimi çekiyor. 'Sokaklar çetelerin cesetleriyle dolu, hepsini toplayıp gömmek neredeyse imkânsız' derken, ne demek istediğini anlıyorum. Enkaza dönüşmüş bu alanda sağlam kalan evler de var. O evlere giriyoruz ve eşyaların yerli yerinde durduğunu görünce içim acıyor…
Gezdiğimiz alan uzun bir süre çetelerin denetiminde kalmış. Koalisyon güçlerinin bu yüzden çoğunlukla hedef aldığı bir alan. Xal ismet, bu enkazların altında yüzlerce çete elemanına ait ceset olduğunu; öldürülen çete üyesi sayısının 3 bine yaklaştığını söylüyor. Sivillerle birlikte şehitlerinin ise 700 ‘ü bulduğunu...
Oradan ayrılarak Şehitliği ziyaret ediyoruz. Yüzlerce savaşçının gömüldüğü Şehitlikte ellerinde güllerle çocuklar karşıladı bizi. Tek tek öptükten sonra kendileriyle sohbet etmeye çalışıyorum. Arkadaşlarımızdan biri, Şehitlikte gömülü olanların çocukların babası, amcası veya yakınları olduğu bilgisini veriyor. Savaşın tüm acımasızlığına inat gülümsüyorlar. 'Korkmuyor musunuz' diye soruyorum ama kararlılar: Hayır!
Peşmerge ile buluşma
Şehitlikten ayrılarak daha önce randevulaştığımız peşmergelerin konakladığı yere geliyoruz. Havanın güzel olması ve Miştenur Tepesinin alınması nedeniyle onların da yüzü gülüyor. Komutanları bizi kapıda karşılıyorlar. Oturuyoruz ve Xal ismet’in bizi tanıştırmasının ardından söze giriyorum.
Kürt halkının Dersim ve Halepçe’den sonra büyük bir soykırım tehdidiyle karşı karşıya bulunduğunu konuşuyoyoruz. Bu tehdidin ortadan kaldırılmasının ancak Kürtlerin dört parçada güçlerini birleştirmesiyle mümkün olacağına dönük öngörümü paylaştım. 'Dersim Soykırımı'nın ağıtlarını dinleyerek büyüdük ancak çocuklarımıza ağıt yerine artık direniş ve zaferlerle anlamını bulan destanlar bırakmalıyız' derken, Kobanê'de böyle bir destan yazıldığını, bu destanın insanlık tarihindeki yerinin şimdiden belli olduğunu ifade ettim.
Peşmerge komutanı söz aldı: “Kobanê dört parça Kürdistan'dır. Kürdistan toprakları artık sahipsiz değil. Bu topraklarda artık kimse istediği gibi davranamaz. Kürdistan gençliği kadını ve erkeğiyle bu çetelere karşı savaşıyor ve zafer hepimizin olacaktır."
Meryem Kobane ve ''İşte gidiyorum, çeşmi siyahım''
Akşam karanlığın çökmesiyle birlikte yeniden kendimizi İsmet Şeyh Hesen’in evinde bulduk. Eve vardığımızda Kobanêli kadınlar vardı. 'Kobanê' ağıtımı dinlemek istiyorlardı. Zaman geçtikçe ev dolmaya başladı. İki gün aradan sonra Mahmut Berxwedan kapıda belirdi. Kucaklaştık ve tebrik ettim kendilerini. Ardından Meryem Kobanê içeri girdi. Mutlaka görmek istediğim kişilerden biriydi.
- Hoş geldin Ferhat heval, Miştenur Tepesinin alınması büyük fırsat yarattı. Bu mutluluğu çocukluğumda dinlediğim şarkılarınla kutlamak iyi olacak.
- Başım üstüne
- Ziyaretleriniz arkadaşlara da moral oluyor
- Hayır, asıl biz moral buluyoruz. Cephede savaşanlar zaten son derece moralliydi.
Gülümsüyor ve ben bağlamayı elime alarak yeni bestelediğim 'Kobanê'yi seslendiriyorum. Meryem Kobanê ve diğer kadın arkadaşlarımızın gözlerinin dolduğunu fark ettim. Ardından Meryem Kobanê'nin özelikle dinlemek istediği “İşte Gidiyorum, Çeşmi Siyahım” adlı Mahsuni türküsünü söyledim. Bu türkünün kendisinde bıraktığı anıyı sordum. Yine gülümseyerek 'bana kalsın' dedi…
Mini konserin ardından gelenler yeniden dağılmaya başladı. Ancak Meryem Kobanê kaldı ve koyu bir sohbetin ortasında bulduk kendimizi.
'Miştenur tepesi; Kobane'nin kafası'
Miştenur Tepesinin alınmasıyla Kobanê'nin artık daha güvende olduğunu belirterek söze girdi.
"Helin diye bir arkadaşımız vardı, şehit düştü. Helin ile Miştenur Tepesinde birlikteydik. Bir gün bana dedi ki, 'Meryem heval, keşke bu Kobanê etrafı ışıklarla aydınlatılsaydı.' Kobanê karanlıktı ve insanlar terk etmişti burayı. Sonra, 'Keşke Kobanê, Miştenur Tepesinin etrafında kurulmuş olsaydı. Tıpkı Mardin gibi bir kent olurdu. O zaman şimdi olduğu kadar güvensiz hissetmezdik kendimizi' dedi. Bunları söylerken halk Kobanê'yi terk etmiş ama düşman daha Kobanê'ye girmemişti. Murathan Mungan’ın Mardin için söylediği 'Gece gerdanlık' gibi hayal ediyorum ben de, Miştenur etrafına kurulmuş bir Kobanê'yi.
Tabii Miştenur Tepesinin direniş boyutu vardır, bir de Askeri taktiksel boyutu… Çünkü üç gün boyunca çeteler şehre girmek istedi ama giremediler. Çünkü tepede ağır silahlarımız vardı ve oraya biz hâkimdik. Sonra onlar baktılar ve taktik değiştirdiler. Tüm güçleriyle tepeye yöneldiler, her şeyi göze alarak. Bu yönelim sırasında birçok arkadaşımız şehit düştü ve zorunlu olarak geri çekildik. Miştenur’un anlamı biraz farklıdır.
Bence Miştenur Kobanê'nin kafasıdır. Benim tabirime göre böyle yani, herkesin farklı tabiri olabilir. Burası ovadır. Yani burası Zagros, Dersim Munzur gibi değildir. Buranın dağı Miştenur Tepesidir. Bunun için orası değerlidir. Ayrıca da Miştenur'da mağaralar var. Ben tarihe çok meraklıyım ve araştırdım da, “Şikefte Keçıka” derler. Şikefta Keçıka’nın tarihsel anlamı büyüktür. Kızlar ve erkeler o tepeye gidip orada tanışırlarmış. Yaşlıların gidip kaldığı ve bu kalışın günlerce sürdüğü söylenir.
Miştenur'u bugün bizim için anlamlı kılan onun direnişidir. Miştenur'a çıktığınızda karşı taraf Suruç’taki tepeyi görürsünüz. Sanki karşı karşıya birbirleriyle kavga etmeye hazırlanan iki kişi var, meydan okuyan iki kişiyi sembolize ediyor.
Ben Miştenur düştükten sonra hiç açıklama yapmadım. O sabah bana sordular. Dediler ki, 'DAİŞ Kobanê'ye girdi girecek.' Ben de 'DAİŞ Miştenur'u alabilir ama ama cesedimizi ezmeden Kobanê'ye giremez' dedim. Kendi kendime söz verdim. Miştenur'u yeniden almadan konuşmayacağım. Orayı terk ettikten sonra hiç konuşmadım. İlk kez sizinle konuşuyorum."
İtalyan gazetecinin özrü
Meryem Kobanê ile sohbetimiz epey uzun sürdü. Güncel niteliği nedeniyle Miştenur'la ilgili söylediklerini aktarmak istedim.
Hayatı ve mücadelesi çok kıymetli. Kobanê'de şehit düşen yoldaşlarına olan bağlılığı da çok derin. En önemlisi de bir kadın komutan olarak Sayın Abdullah Öcalan’a duyduğu sevgi, tüm hakikati özetleyen ehemmiyette.
“Bir İtalyan gazeteci röportaj yapmak için aradı. Sizi güçlü ve yıkılmaz kılan nedir' diye sorduğunda, 'Bu gücün tek sahibi Önderliktir' yanıtını verdim. 'Önderlik kimdir' deyince, 'Öcalan'dır' dedim. Sonra da, 'Size bu gücü veren o büyük insana kendi ülkemizde sahip çıksaydık bugün özgür olurdu. Ama biz burada sahip çıkamadık. Sizden ve Kürt halkından özür diliyoruz' dedi."
Bunu anlatırken gözleri doluyor: 'Sayın Öcalan'ın felsefesi olmasaydı burada çoktan kaybetmiştik. Bu felsefe bize güç ve ışık veriyor. Kendilerini patlatarak şehadete ulaşan savaşçıların son sözleri 'Biji serok Apo' oluyor.'
Meryem Kobanê'ye sabah Miştenur Tepesine birlikte çıkmayı öneriyorum. 'Güvenlik sorunu olmazsa tabii ki' diyor.
Ertesi gün bu isteğim ne yazık ki olmadı. Yoğun çatışmaların devam ettiği haberi geldi. Xal İsmail ve birçok arkadaşımızla birlikte Sibel Bulut'un (Sarya) şehit olduğu yere gittik.
Ardından yeniden Meryem Kobanê ile vedalaşmak üzere kaldığı eve gidiyoruz. Elinde telsizle Halep yolu ve Miştenur çevresindeki çatışmaları takip ediyordu. Herkese selam söyledi.
***
Dört gün boyunca gidilmedik yer bırakmadık Kobanê'de. Bu direnişin her anı bir destan.
Kobanê'den ayrılmak kolay olmadı. Yüreğimizi orada bırakıp da ayrıldık. Söz verdik birbirimize. Zaferi birlikte ve tarihe not düşecek bir coşkuyla kutlayacağız, diye. (FT/HK)