18-23 Mayıs 2010 tarihleri arasında ilk kez böylesine profesyonel bir organizasyon tarafından düzenlenecek olan bir kitap fuarıyla Diyarbakır tanışacak.
Tüyap çok haklı ve yerinde olarak; "Yazının kadim coğrafyasına yolculuk" sloganıyla Diyarbakır Kitap Fuarına çağrısını yapıyor.
Amid'de en zengin kütüphanelerden biri vardı
Bugünden neredeyse bin sene evvel, tarihi Amid şehrinde Mervaniler döneminden kalma, içinde bir milyonun üzerinde el yazması ve değerli kitap bulunan dünyanın en zengin kütüphanelerinden biri varmış.
Bugünün tarih bilinci ışığında anılan kütüphanenin varlığını Büyük Kütüphaneci Dîyarbekirli Alî Emîrî Efendi'den ve onun araştırmalarından öğreniyoruz.
Alî Emiri Efendi Amîd-i Sevda adlı dergisinde "Amid şehrinde vaktiyle 1 milyon 40 bin cilt kitabı havi cesim bir kütüphane vardı" der ve ekler; "bu kitapların büyük çoğunluğu sefere çıkan Amidli hükümdarların seçkin bilginlerce yazılmış eşsiz eserlerinden" oluştuğunu paylaşır.
Alî Emiri'ye göre; o devirlerde dünya uygarlığının saygı gören ve önde gelen bölgelerinden ikisi El-Cezire ve Amid imiş. Doğunun en kıymetli kütüphanelerinden biri Amid şehrindeymiş. Kütüphanede hicretin altıncı asrında, çok değerli, ender rastlanan, sayısı bir milyon kırk bin'e ulaşan kitap bulunuyormuş.
Tümü el yazma 1 milyon 40 bin cilt kitap...
Alî Emiri Efendi anılan dergideki makalesinde bu büyük kütüphanenin başına gelenleri de şöyle anlatır; "26 Nisan 1183 tarihinde Amid şehrini fetheden Kürt Salaheddin'i Eyyübi Ulu Camii'nin batı bölümünün ikinci katında birbirinden değerli kitaplarla dolu bir kütüphane bulunduğunu öğrenir. Kütüphaneyi veziri, Kahire'nin baş kadısı Abdürrahim El Fadl-i ve İmaduddin Kutub-ul İsfahanî ile birlikte bizzat gidip gördüğünde büyük heyecana kapılır. Kütüphanede tümü el yazma 1 milyon 40 bin cilt kitap bulunduğu tespit edilir. Diyarbakır'ın muhteşem surlarını, kapılarını ve çeşitli yerlerini de gezen Salaheddin'i Eyyübi bu değerli kütüphaneyi veziri Abdürrahim El Fadl-i'ya armağan eder. Vezir de günler süren bir çalışma sonunda seçtiği 35 bin değerli kitabı 70 deveye yükleyerek Mısır'a, Kahire kütüphanesine göndertir."
Timur kitapları Dicle'ye döktürür
1390'da Moğol İmparatoru Timur bölgeyi istila ettiğinde, kadim Amid şehrinin direnmesine öfkelenerek askerlerine şehri yağmalatıp surların bir bölümünü, evleri, çarşıları, pazarları yerle bir ettirir.
Bununla da yetinmeyen Timur, şehrin devasa kütüphanesini ateşe verdirtip, kitapların büyük bölümünü Dicle nehrine döktürür. Tarihçilerin kimi kaynaklardaki ifadelerine göre, Dicle nehrine o kadar çok kitap atılır ki, tümü el yazması olan bu kitaplar yüzünden nehrin suyu günlerce mürekkep renginde ve silme kitap akar...
Elbette sonradan da Diyarbekir'de kütüphaneler oluşturulmuş. Ama hiçbir zaman bir daha da o azamette bir kitaplık oluşmamış.
1965'ten beri yeni kitap alınmamış
Yıllar sonra 2000'li yılların başında Nobel Edebiyat ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'un ödül almadan önce yolu Diyarbakır'a düşmüştü. Şehrin kütüphanesini merak etti. Adı geçen Ulu Caminin ikinci katındaki Gazi Caddesine bakan çocukluk günlerimizin "ödev yapma" mekânı "şehir kütüphanesi"ne gittik.
Tozlu raflar karşıladı bizleri. Sordu Pamuk görevliye; 1965'ten beri yeni kitap alınmamıştı kütüphaneye. Zaten kitapların büyük çoğunluğu da sur dışında Yenişehirde açılan yeni kütüphaneye taşınmıştı...
Yıllar sonra kitapların dünyasına bu kez yazar olarak haşır neşir olduğumda şehrin Dağkapısında İslamî yayınlar da satan bir kitapevine uğramak durumunda kaldım. Zaman gazetesinde Kürtlerle ilgili haberler yapan bir yazar Diyarbakır'a gelmişti. (1990'lı yılların sonu).
İşte şimdi günüdür
Şehirde bir dizi görüşmeler yapmış ve benimle de görüşmüştü. Gazetesinde de yayınla(n)mıştı. Sonra o görüşmeler kitap olmuştu. "Bir ok attım kebap oldu" ismiyle. Sordum kitapçıya kitabı! Yanıtı çarpıcıydı: "Benimle dalga mı geçiyorsun kardeşim. Kebap yemek istiyorsan bitişikteki kebapçıya git..."
Sonra hikâyeyi kitabın yazarı Osman Güzelgöz'le paylaştım, kitabı da imzalayıp bana yolladı. O anki kızgınlıkla birgün gidip o kitabı kitapevindeki şahsa götürüp göstereyim diye düşündüm sonra vazgeçtim, kime neyi kanıtlayacaktım ki! İyisi mi bir gün yazarım dedim. İşte şimdi günüdür.
Madem Dîyarbekir'in hemşehrisi Alî Emirî Efendi ile başladık. O halde Emiri'nin Divanü Lugati't Türk kitabını buluş serüveni ile sonlandıralım.
Divanü Lugati't-Türk'ün bulunuşu tesadüf...
Şimdilerde tek nüshası İstanbul'daki Millet Kütüphanesinde olan Divanü Lugati't-Türk'ün bulunuşu tamamen bir rastlantı sonucudur. 1914 yılına gelinceye kadar tek bir nüshasına bile ulaşılamamaktaydı.
Oysa Divanü Lugati't-Türk'ün bir nüshası eski Maliye Bakanlarından Nazif Bey'in kitaplığında bulunmaktaydı. Değerli bir kitap olduğunu tahmin eden Nazif Bey, yakınlarından bir kadına kitabı verir ve "Bak sana bir kitap veriyorum. İyi sakla... Sıkıştığın zaman sahaflara götür. Altın para ile otuz lira eder, aşağıya verme!" der.
Bir süre sonra paraya ihtiyacı olan kadın, kitabı Sahaflar Çarşısı'ndaki kitapçı Burhan Bey'e götürür ve otuz liraya satmak istediğini söyler. Divanü Lugati't-Türk gibi bir eser için otuz lira hiç de yüksek bir miktar değildir ama bu kitabın önemini ve değerini bilmeyenler için yüksek bir bedeldir.
Sahaf Burhan Bey, yüksek bir fiyatla alır diye kitabı Maarif Nazırı Emrullah Efendi'ye götürür. Nazır da kitabı İlmiye Encümenine havale eder. Kitabı incelemek için bir hafta süre isteyen Encümen, bir hafta sonra kitaba on lira değer biçer.
Kitabın kendisine ait olmadığını, sahibinin otuz liradan bir para bile aşağıya inmediğini söyleyince, encümendekiler "Biz otuz liraya bir kütüphane satın alırız. Al kitabını, istemiyoruz," diyerek kitabı Burhan Bey'e geri verirler.
"Bir kitap var ama sahibi otuz lira istiyor"
İşte tam da o günlerde, ömrünü ve servetini kitaplara adayan, haftada birkaç kez Sahaflar Çarşısı'na uğrayıp, kitapçıları tek tek dolaşarak yeni bir şey olup olmadığını sormayı alışkanlık edinen Ali Emiri Efendi, kitapçı Burhan Bey'in dükkânına uğrar. Ali Emiri Efendi yeni bir şey olup olmadığını sorunca, Burhan Bey, "Bir kitap var ama sahibi otuz lira istiyor," diyerek olanı biteni anlatır ve sürenin ertesi gün dolacağını, yaşlı kadının kitabı almaya geleceğini söyler.
Eline aldığı kitabın adını okuduğu anda Ali Emiri Efendi, bayılacak gibi olur... Dünyada eşi benzeri olmayan, Divanü Lugati't-Türk'tür elindeki kitap... Otuz değil, otuz bin liraya bile değerdir bu kitaba.
"Dağınık bir eser... on beş lira veririm..."
Kendisini hemen toparlayan Ali Emiri Efendi, kesin alıcı görünmemek, kitapçıyı şımartmamak amacıyla: "Dağınık bir eser... Acaba tamam mı değil mi? Yazarı da Kâşgarlı adlı bir adammış... Kimdir, necidir, belli değil... Ama ne de olsa bir eserdir... Encümen on lira teklif etmiş, ben de on beş lira veririm..." der.
Burhan Bey: "Kitap benim olsaydı verirdim. Sahibi mutlaka otuz lira istiyor Alacaksanız bir kadına iyilik etmiş olursunuz, almayacaksanız sahibine geri vereceğim," deyince Ali Emiri Efendi, "İşte şimdi işin şekli değişti... Bir kadına yardımcı olmak gerekir. Peki, kabul ettim," diyerek kitabı satın aldığını söyler ama yanında yalnızca on beş lira vardır.
Eve gidip gelecek olsa kitabın bir başkasına satılması ihtimali bulunmaktadır. Paranın üstünü daha sonra vermek üzere kitabı almak istese kitapçı bunu kabul etmeyecektir. Kitabı bırakıp gitmek de istememektedir. Böyle karmaşık düşünceler içerisindeyken kitabı Burhan Bey'le birlikte bırakır ve bir tanıdığa rastlamak umuduyla çarşıya çıkar.
Kitabın önemli eser olduğu anlaşılır
Birkaç dakika sonra eski Darülfünun edebiyat hocası Faik Reşat Bey ile karşılaşır. Hemen yanına koşar: "Varsa, aman bana yirmi lira ver!" der. Faik Reşat Bey'de on lira vardır, hemen onu verir. Geri kalanını getirmek üzere aceleyle evine gider.
Ali Emiri Efendi de Burhan Bey'in dükkânına döner ve gönül rahatlığıyla Faik Reşat Bey'i beklemeye koyulur.
Burhan Bey şaşkın vaziyettedir. Kitabın önemli bir eser olduğunu o da anlamıştır artık... Birkaç dakika sonra Faik Reşat Bey elinde on lira ile gelir. Ali Emiri, otuz lirayı hemen verir ama Burhan Bey bir de bahşiş istemektedir. Üç lira da Burhan Bey'e verir ve Faik Reşat Bey ile birlikte dükkândan ayrılırlar, konuşa konuşa çarşıdan çıkarlar.
Fakat Ali Emiri'nin gözü arkadadır, Burhan Bey'in satıştan vazgeçip arkasından gelip kitabı istemesinden korkmaktadır. Kimsenin gelmediğinden emin olunca "Oh... Şükür!" diyerek evine gelir. Ne kadar değerli bir esere sahip olduğunu, kitabı incelemeye başladığında anlar.
İşte şimdi kadim kent yıllardır İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Adana'da kitap üzerine organizasyonlar yapan bir kurum Tüyap aracılığıyla Diyarbakır ve bölge halkını kitabın diliyle buluşturuyor. Bu çok anlamlı...(ŞD/EÖ)
Not: 19 Mayıs Çarşamba günü saat 12.00-13.00 arası Mıgırdiç Margosyan-Adnan Binyazar ve Özcan Karabulut ile birlikte "Şehri Yazmak" üzerine konuşacağız.
22 Mayıs Cumartesi günü Oya Baydar ile birlikte "Kayıp Sözün İzinde" söyleşi yapacağız. Ayrıca 19 Mayıs Çarşamba saat 14.00-16.00 arası İletişim Yayınları standında, 22 Mayıs Cumartesi günü de saat 16.00-17.00 arasında Evrensel yayınları standında kitaplarımı imzalayacağım.
Tabi fuar süresince yani 18-23 Mayıs tarihleri arasında Uluslararası PEN Yazarlar Örgütü Türkiye Merkezinin Diyarbakır Temsilciliği olarak Salon 3 Stant 102 A'da olacağız. Dostları bekliyoruz.