Çiçek Ağırman ikinci üniversitelimiz. Ben ona “Çiço” lakabını taktım. Lakap takmak niyeyse bir alışkanlık bizde genetik olarak. Ağabeyim Gökhan da çok yapardı. Kavramlar ve soyutlamalar, katlanılmaz gerçekliği ve hayatı boş edilebilir kılar özünde, bu lakap takma olayının alt metninde de sanırım biraz bu yatıyor.
Çiço’yla I-2 koğuşunda ikinci günümde, akşam tanıştık. İri yeşil gözleri, muntazam kaşları, bebeksi yüzü ve önemlisi yanaklarındaki şirin gamzeleriyle güzel bir kızdı. Atletik bir fiziğe sahipti, dışarıda bayağı göz alıyordur, diye düşündüm ve arkadaşlarından gelen fotoğraflarını gördüğümde bundan emin oldum.
Mardinli bir ailenin kızıydı ve Çorum Hitit Üniversitesi’nde Kimya Mühendisliği okuyordu. Henüz ikinci sınıf öğrencisiydi. Üniversitede yapılan bir operasyon sonucu gözaltına alınmış ve çok âşık olduğu sevgilisi Sami ile yaptığı telefon konuşmaları şifreli addedilerek PKK- KCK örgütüne üye olduğu iddiasıyla tutuklanmıştı. PKK koğuşu yerine bağımsız durmayı tercih etmiş, benzer iddialarla getirilen kadınların yerleştirildiği I-4 koğuşuna götürülmüştü önce. Şimdi de buradaydı.
Pırıl pırıl genç kızlar niye burada, diye düşünmek mesnetsiz olurdu tabii. Ne de olsa sadece elde silah savaşan, şehir merkezlerinde bomba patlatanlar değil, gazeteciler, akademisyenler, profesörler, sanatçılar, öğrenciler, hemen hemen herkes örgüt üyesiydi, “teröristti”. Adalet girdiği çıkmaz sokaktan çıkamıyordu bir türlü.
Çiçek ailesini ve Sami’yi çok özlüyordu. Başlarda ağırbaşlı, durgun bir duruşu vardı. Lakin zamanla bu görüntüsünün ardından gayet hareketli, patlamaya ve çılgınlığa hazır, bazen ona “Recep İvedik” diye takılmama neden olacak kapsamda espritüel, hüzünle neşeyi iç içe taşıyabilen genç bir ruh çıktı.
Çiçek’in ailesi ve okulunun yanı sıra hayatındaki en değerli şey sevgilisi Sami’ydi. Anladığım kadarıyla Sami onun için ne kadar önemliyse o da Sami için o kadar önemliydi.
Çiçek, Çorum’da gözaltına alındığında ona körkütük aşık olan kalender Kürt genci, Terörle Mücadele Şubesi’nin kapısına dayanmış, Çiçek’in bırakılmasını istemiş, neredeyse kendisinin de gözaltına alınması için bütün koşulları yaratmıştı. Sonunda onu da “misafir” etmişti Terörle Mücadele.
Aşk ve vicdan azabını aynı anda yaşayan bir delikanlıyı zapt etmek güçtür elbet. Kendini de hücrelere attırmayı “başaran” deli yürek Sami, orada Çiçek’e evlenme teklif etmişti. Bu romantik ve saf aşk hikâyesi beni etkilemişti. “Kahramanım Samo” dedim ilk etapta, “işte buna delikanlılık denir.” Sami ile ilgili her olumlu yorum, doğrusu Sami’den bahsedilmesi dahi Çiçek’in gamzelerini ortaya çıkaran temiz gülüşünü izlememize yetiyordu.
Kübra, Çiçek ve Rewşan bir gençlik ekibi gibiydiler. Çiçek bazen en ağır kızı, bazense en fırlama üyesiydi bu ekibin.
Sonraları okulunu, Sami’yi, kariyer planlarını, ailesini çok konuştuk Çiçek’le. Dil kursuna gidecekti çıkınca ve yurtdışında yaşamayı tercih ediyordu. Sami’yle evlenmek de uzun vadeli planları arasındaydı.
Kübra ve Rewşan’ı çok iyi anlıyordu. Düşünceli ve ilgili davranışlarının yanı sıra yeri geldiğinde beni şaşırtacak kadar asabi olabiliyordu Çiçek. Böyle kadınlara “sağlam kadın” denir ya, teşbihte hata olmaz, Çiçek sağlam, sapasağlam bir genç kadındı.
Derdini ve hüznünü genellikle içinde yaşıyordu. Kübra kadar dışa dönük olmasa da “dışa döndüğü” zamanlarda bayağı iyi dönüyordu. Hakkında fezlekeyi getirdi bir gece bana okumam için. O gece bir kez daha emin oldum ki hukuk “terör” konusunda derin bir keşmekeş yaşıyordu. Çiçek’e “örgüt üyesi” suçlaması yöneltebilecek hiçbir delil veya somut kanıt görmedim o fezlekede. Nitekim savunmasını üstlenen avukat da gayet güzel belirtmişti bunu mahkemede. Lakin Çiçek buradaydı. Okulu onsuz devam ediyor, ailesi onu özlüyor, Sami aşk ve hasretle yolunu gözlüyor, Çiçek derdinin ona hâkim olmasını engelleyen gençlik enerjisi ve diriliğiyle tahliyesini bekliyordu. Bizim yaşamımızı renklendiriyordu aynı zamanda. Ayrıca atlamayayım; benim “doktor yazısı” diye tabir edilen el yazımla yazdığım bu portrelerin ve metinlerin, dışarıya sağlıklı çıkabilmesi için onları temize çekmeyi gönüllü olarak üzerine alan, bu sıkıntılı işe talip olan yine Çiçek’ti.
Şimdi umuyorum ki; Çiçek tahliye olacak, yurtdışına gidecek, dil öğrenecek, okulunu bitirecek ve başarılı bir Kimya Mühendisi olacak. Eğer ben ölmezsem bu Sincan tabutunda; hani eskilerin dediği gibi elbette o günleri görmek isterim. (AG/HK)
Not: İlerleyen süreçte Çiçek’in hayatına Nietzsche ve Schopenhauer’in yanı sıra Kafka, Camus ve Virginia Woolf’u da soktum.
Sincan'dan Kadın Portreleri yazı dizisi
Yarın: Bahar’ın Cennete Açılan Kapısı