Adına “kayyım-kayyum” denilen yasayla vücut bulmuş kurumsal yapı eskiden bu denli yoktu dünyamızda. Kısıtlı pozisyonlara kayyım atandığında da daha çok ticari olarak batmaya yüz tutmuş kimi şirketlere kayyım atanırdı. Atanan kayyım sınırlı bir zaman dilimi içinde işi hâl yoluna koyar ve görevini tamamlardı.
Vakta ki; ülkede siyasal kamplaşma tavan yaptı, demokratik teamüller içinde işi çözümsüzlükte ısrarda gören muktedir güçler bu kez siyasal kayyımlık mevzuuna dört elle sarıldılar.
Öyle bir sarıldılar ki, 2015 ve devamı yıllarda Kürt seçilmişlerin temsiliyetinde olan belediyeler hızla valiler ve kaymakamlarca vekaleten yönetilen kayyım kurumlarına dönüştürüldü.
Ve öyle bir yapı ortaya çıktı ki, hiçbir mülki amirin ölçüsüzce kullanamayacağı Valilik ve Kaymakamlık bütçelerinin dışında çok rahatça kullanabildikleri belediye bütçeleri ellerinin altında devasa bir güce dönüştü. Üstelik kayyım kimlikleriyle feshettikleri seçilmiş belediye Meclis üyelikleri de olmayınca durum daha da kolaylaştı. Ve belediye personellerinden oluşan atanmış Meclis üyeleriyle istedikleri gibi belediyeleri yönetir oldular.
Yine öyle bir yönetim modeli zuhur etti ki aynı kurum içişleri bakanlığı müfettişlerinin denetim raporları bile kâr etmez oldu. Adeta denetlen(e)meyen kayyım idareleriyle tanışır oldu halk.
Ve işin tuhaf tarafı seçimle beldelerinin yönetilmesine alışmış insanların bir anlamda yerel yönetimlerle bağı da kopmuş oldu. Kayyımlarla yönetilen belediyeler bildiklerini okur oldular. İstedikleri yerlerden eleman transfer edip her biri, birkaç maaşlı memurlar olup saltanat sürmeye başladılar.
Bu iş çok konuşulabilir. Kayyım belediye yönetimi adeta amiyane tabiriyle ağızları sulandırıp alışkanlık yaratan bir yönetim anlayışını ülke literatürüne taşımış oldu.
31 Mart 2024 yerel yönetimler seçimlerinin bu vesileyle ana sloganı “Kayyım yönetimlerine karşıtlık” üzerine oturtulmuştu. Batı yakada seçilme şansı olan belediye başkanları çarşaf çarşaf projelerini sunup anlatırken! Doğuda “kayyımlar gidecek, biz geleceğiz” tek başına yetmişti sanki!
Ve öyle de oldu nitekim. Kayyımlar kelimenin tam anlamıyla enkaz ve devasa borçlarla yönetimi bırakıp gittiler.
Yerlerine gelen seçilmiş belediye başkanları asıl felakete devir teslimden sonra tanık oldular. Ve işlerinin ne denli zor olduğu / olacağı, kendilerini nelerin beklediği o vakit çıktı ortaya.
Licelilerin çok özlü bir sözü var, derler ki;
Hespê ji sûvarê xwera gotiye;
Vexta ku tu li min sûwar bû,
Mîna neyarekî li min mêze bike.
Vexta ku tu ji min peya bû,
Mîna birakî li min mêze bike.
Sözün süzülen özü; karşı ve haksız-hukuksuz olduğuna inandığına cepheden tavır alman anlaşılır. Ama kendin işin başına geldiğinde zarafetin diliyle kucaklayıcı, toparlayıcı bir üsluba ihtiyaç var.
Dost ya da yandaş veya fikirdaş-partidaş hepsiyle birlikte azınlığa rant yaratan-sağlayan aslında bunların büyükçe bir bölümünü bünyesinde barındıran kayyım belediyeciliği değil elbette!
Çoğumuzun neredeyse unuttuğu hemşehri kavramı üzerinden “Hemşehri Belediyeciliği” dönemi artık gündemde olmalı.
Bu açıdan örneğin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi yönetimine seçilmişlerin; “iki milyonun belediyesi olacağız” sözünü her şeyden önce bir söz-kelam taahhüdü olarak dikkate alıp, her gün hatırlatmak ve günün günaydını gibi yeniden yeniden vurgulamak doğru olsa gerek…
Not: İzmir kitap fuarında olacağım. 21 Nisan 2024, saat 18.00’de, İzmir Enternasyonal Fuar Alanı, Lozan Salonu. “Ahmed Arif’in Hasreti” belgesel gösterimi ve söyleşisi. Saat 16.00’da everest-alfa yayınları st: imza.
(ŞD/AS)