Su çürüdü, su çürüyor.
Gazeteci Ahmet Şık cezaevinde. Yazdığı "kitabına", "kitap taslağına", "3. kişilerde bulunan nüshalarına", "suretlerine" , "evraklarına" el konulmasına ve muhafaza altına alınmasına Ceza Muhakemesi Kanunu 250. maddesi ile özel görevli İstanbul 12. ağır Ceza Mahkemesi karar verdi. Karar infaz edildi, kitaba el kondu, bilgisayar kayıtlarında arandı, silindi, Silivri Cezaevinde arama yapıldı.
Bu olup bitenler üzerine kendine emekli gazeteci diyen Erbil Tuşalp bilgisayarını açık arttırma ile satışa çıkardı. "Yazılmamış kitap taslaklarımın, araştırma projelerimin, dizi senaryolarım, şiir ve müzik CD'lerimin bulunduğu 'çok kullanılmış' bilgisayarımın adli ve ticari tüm sorumlulukları alıcıya ait olmak koşuluyla 'ehven' fiyata satılıktır. Açık artırma yöntemiyle yapılacak satışta en yüksek fiyat veren alıcıya 'İmam Bayıldı' senaryo projem de sözlü olarak anlatılacaktır. İlanen duyurulur" (Hürriyet. 26.3.201. Yeter Söz Milletin. Yalçın Bayer Köşesi).
Söz sırası gazetecilerin, söz sırası tarihe tanıklık edenlerin, yazı sırası onların...
Tarihe tanıklık etmek için, tarihi yansıtmak için tanıklık sırası gazetecilerin.
Utançlarımızı tarihe gömmedik, geçmişimizle yüzleşmedik. Yazgımızı sürdürüyoruz.
Dizgici ile matbaacı okumuşsa...
Yargının geçmişteki kararlarını hatırlatan kendi deyimiyle "emekli gazeteci" Erbil Tuşalp 1988 yılında yayınlanan "Eylül İmparatorluğu" kitabında durumu anlatıyordu.
Server Tanilli'nin "Uygarlık Tarihi" ve "Çağdaş Dünyaya Giriş" kitabı da yasaktı, Yılmaz Güney'i anlatan Erkekçe dergisi de. B. Brecht'in "Halkın Ekmeği" adlı şiir kitabı toplatılıyor, çeviriyi yapan A. Kadir ile A. Bezirci askeri yargıç karşısına çıkarılıyordu. Adalet Ağaoğlu'nun "Fikrimin İnce Gülü" kitabı ile bir büyük gazetenin magazin ekinde "Kürt Kilimi" sözcükleri yer aldığı için toplatma kararı verilmişti. Erol Toy'un, "Aydınımız, İnsanımız, Devletimiz", Mete Tuncay'ın "Eski Sol Üzerine Yeni Belgeler", Pınar Kür'ün "Yarın Yarın"ı, Brecht'in "Faşizm Üzerine Yazıları" ve Hasan Kıyafet'in "Bizim Fabrika"sı da yasak kitaplardandı. O yıllarda basılmış her kitap için her yasaklamanın, her toplatmanın ve her yargılamanın gerekçeleri hemen bulunuyordu.
Peki ya basılmış ama daha dağıtılmamış, satılmamış kitabın gerekçesini yargı nasıl bulmuştu?
"Ozan Fatih Yıldız, "Bir Sevda ki" adlı yapıtta toplamıştı dizelerini. Bir basımevine vermiş, dizdirmiş. Bastırmıştı. Dağıtıma verilmeden yargı önüne gelen yapıt ve ozan çok ilginç bir gerekçeyle cezalandırılıyorlardı. Satışa çıkmamıştı ama dizgiciler ve baskıcılar okumuşlardı kitabı"... 4 yıl 2 ay hapis cezası verilmiş...
Geçmişte böyle yargı kararları vardı. Yazıları dizen dizgicilerin, kitapları basan matbaacıların bile okumasını yeterli görerek mahkûmiyet kararı veren yargıçlar vardı. Bu tür yargı kararlarını tarih yapan gazeteciler de vardı.
Kapo'ların ağırlığı...
Erbil Tuşalp, 6 Aralık 1994 tarihli sözlerini "Demokrasi Sizin Neyinize" (Papirüs Yay. Aralık 1995. sy 238-239) adlı kitabına alırken, 17 yıl önce "kapoları" şöyle yazmıştı...
"Bu yaklaşımın ne kadar geçerli, ne kadar inandırıcı olduğunu ben de düşünüyorum, sevgili arkadaşlar. Ama biliyorum ki, bu yaklaşımın kulağa hoş gelen sözler olmaktan öte, hiçbir geçerliliği yoktur. Çünkü gazetesi, dergisi, radyosu ve televizyonu ile Türkiye'de kitle iletişiminde hissedilir ölçüde, artık "kapo'ların" dayanılmaz ağırlığı vardır. Tren kaçmış, atı alan Babıâli'yi, İkitelli'yi, Güneşli'yi çoktan geçmiştir. Kapoları durdurmanın, geriletmenin ve de sonuçta insan onurunu kurtarmanın maddi olanağı, ne yazık ki kalmamıştır. "Gemi azıya alan" kapolar artık durmayacak/durdurulamayacaktır. Kapo nedir, kime kapo denir, soruyorum, biliyorsunuz. Nazi kamplarında Auschwitz, Trebilenka 'gibi Nazi kamplarında, özel ayrıcalıkları olan, kamp yöneticileri adına hareket eden tutuklulara/tutsaklara "kapo" denildiğini biliyorsunuz, sanıyorum. İkinci Dünya Savaşı'nın kana boğduğu Avrupa'da kapo'lar; kendi insanlarının onurunu çiğnemek, acı çektirerek onlara boyun eğdirmek için Nazi kasaplarınca seçiliyorlardı. Kendilerini kurtarmak için, dürüst olsun olmasın her yola, her türlü acımasızlığa hırsızlığa ihanete başvurmaya hazır insanlardı. Aslında kapo'lar da; kurbanları gibi tutsaktılar ve üstelik onlar gibi Yahudi idiler, ihanetlerini ve acımasızlıklarını sergiledikleri ölçüde, yaşayabileceklerine inandırılmışlardı.
Bir acılı dönemin, kan ve gözyaşı dolu savaş yıllarının çoktan unutulmuş olması gereken kapo'larını anımsamanın; kapo'ları böyle bir karşılaştırmanın aracı yapmanın, çok acımasız bir tavır olduğunu düşünebilirsiniz. Kitle iletişiminin köşe başlarındaki yöneticiler için yapılan "kapo" benzetmesini garipseyebilirsiniz. "onlar niçin kapo?" ya da "Türkiye bir toplama kampı mı?" gibi haklı sorular sorabilirsiniz.
Medyadaki kanlı iç savaş sürdükçe "bazılarının" niçin "kapo" olduklarını, çok kısa bir süre sonra nasıl olsa görecek ve anlayacaksınız. Şapka düşmüş, artık kel açılmıştır. Herkes ama herkes "sabah" olmadan, "akşam" gelmeden gerçeği nasıl olsa görecektir. Türkiye halkını ancak, bir süre daha kandırabileceklerdir. Daha doğrusu okur ve izleyici olarak sizin katkınız sürdüğü sürece yanıltabilecek/kandırabileceklerdir, Bu bir anlamda sizin tercihiniz olacaktır.
Ama bunca yıldır siz hala, Türkiye'nin bir toplama kampı olduğunu göremediyseniz; bence durum, asıl bu nedenle, gerçekten "vahim" boyuttadır, sevgili arkadaşlar".
Bence durum, gazetecinin tanıklığıyla 17 yıl önce yazdığı gibi bu günde aynı nedenlerle çok daha "vahimdir".
Çünkü tarihe tanıklık edecek gazeteciler yerine bu gün medyaya hâkim olan "kapolar" yüzünden durum vahimdir. Onlar, medyada her yerdedir.
Farkında mısınız? Sadece, medya da mı? Hayatın her alanında olup bitenlere bakın!
Hayatlarınıza, sizin dünya görüşünüze, sizin haberlerinize, sizin kitaplarınıza ne olacak?
Hukuk, nal toplamaktadır. (Fİ/EÖ)