George Orwell’ın totaliter iktidar tarafından yönetilen bir ülkeyi anlattığı “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” romanında, örneğin Barış Bakanlığı’nın gerçekte savaşları, Bolluk Bakanlığı’nın gerçekte yiyecek kısıtlamalarını, Sevgi Bakanlığı’nın gerçekte isyan ve işkenceyi düzenlediği anlatılır. Romanda karşıtlık içeren sözcüklerin yer değiştirilmesiyle gerçekliğin ifade edilmesi müthiş bir ironidir. Gerçeğin yalanla, yalanın gerçekle yer değiştirildiği ve bunun da korkunç bir baskılamayla kontrol edildiği bir dünyada nasıl bir yaşam olduğunu konu edinen “1984” romanının karşılığı, dünyadaki gidişatın da gösterdiği gibi, daha uzun bir süre devam edeceğe benzer.
İşte küçük bir örnek: 5 gazetede 14 köşe yazarı “Diliniz Kaba, Vicdanınız Taş” ("Diliniz Kaba Yüreğiniz Taş" başlığı atan yazarla birlikte 15) ortak başlığı altında bir yazı yayınladılar. Şefin korosunun, konunun özüne giremeden “ortada kuyu var yandan geç” hesabındaki zavallı yazılarına rağmen artık kabak tadı veren Kabataş olayı üzerine yazmayacaktım.
10 gün kadar önce, Kabataş haberlerini yapan gazetece Elif Çakır’ın o dönemde avukatı olan Fidel Okan, Kabataş olayının bir düzmece ve yalan olduğunu, Elif Çakır’ın ve bu iddiayı hala bugün de ısrarla savunanların “Kabataş Yalancıları” olarak anılacaklarını söyledi. Ve ilave etti; “Eyy Belediye Başkanı; bak sen muhafazakâr bir adamsın. Neyin ne olduğunu sonradan da olsa öğrendin… Bir toplum, senin gelinin yüzünden ikiye bölündü… Mütedeyyin insanlar bu olayı zamanında savundukları için mesele her açıldığında zor duruma düşüyorlar… Elini vicdanına koy, insanların bir yalanın arkasından sürüklenmesine daha fazla seyirci kalma… Şuna inan ki bu toplumun yüzde 95 i bu olaya zaten inanmıyor… Şimdi gerçeği anlatırsak kimsenin yüzüne bakamam diye düşünme… Yarın hakkın huzurunda ne hallere düşeceğini düşün…" (Cihan Haber Ajansı)
Bu açıklamalar iktidarı ve yandaş medyayı telaşa düşürdü.
İlkin 14 yazardan oluşan koronun notaları bozuk anomali yazıları yayınlandı. Bir gün sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kabataş olayı üzerine aynı iddiaları tekrarladı. Erdoğan’ın iler tutar tarafı olmayan bu iddiayı ısrarla tekrarlamasının nedeni olarak, saldırıya uğradığı iddia edilen (olayın başkahramanı) hanımın ailesinden birilerinin açık verici bir pozisyonda konuşmaması için uyarı olduğunu düşündüm. Çünkü Av. Okan, Kabataş olayının mağduru iddiasındaki gelinin kayınpederinin konuşmasını istemişti.
Nitekim Pazar günkü gazetelerde, Kabataş’ta Geziciler tarafından korkunç bir saldırıya uğradığı iddiasında olan hanımın kayınpederinin açıklamaları yer aldı. Böylece Erdoğan’ın çaktığı işaret, kayınpeder Osman Develioğlu tarafından alınmış oldu.
Kabataş olayı bir bumerang gibi gelip iktidar ve yandaş medyayı vurdu.
Yandaş medyanın kurgucuları, manipülasyon ustaları paniklediler.
Özeleştiri yapacak kültür ve ahlaktan yoksun oldukları için, yalanı ısrarla savunmaya devam ettiler.
İktidar çevrelerinin ve yandaş medyasının siyasi çıkarlar için en temel insani değerleri ayakaltına alacak ve söyledikleri yalanın bir toplumsal çatışmayı tetikleyecek kadar tehlikeli olması, ne kadar zor ve sorunlu bir ülkede yaşadığımıza işarettir.
AKP’nin yetkili ağızları tarafından üretilen Gezi yalanları üzerine bu günlerde bir de Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’a suikast düzenlenecek iddiaları ileri sürüldü.
Bir yığın yalanın, paranoyanın ortasında kalan bir toplumun rasyonalitesi bozulur, düşün dünyası sığlaşır, mekanikleşir ve o toplum, iktidarın yoluna döşenen taşlara dönüşür. Bu gerçeği en iyi gören, bunu her yolu deneyerek sonuna dek kullanan ve siyaset tarihinde pratiğe dönüştüren (Machiavelli teorisini yapmıştı) Hitler’in, Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’tir. (Nota Bene: Bakanlık ismine bakar mısınız? Halkı Aydınlatma Bakanlığı! Bakanlığın başında bir yalan üretme makinesi gibi çalışan toplum mühendisi Goebbels, halkı yalanlarla aydınlatıyor!)
İşte ellerinden ve dillerinden şiddet eksik olmayan yöneticilerin kılavuzu faşist Goebbels’ten birkaç söz:
“Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar.”
“Bana vicdansız bir medya temin et; sana bilinçsiz bir halk sunayım.”
“Hatalı olduğunu veya yanlış yaptığını asla kabul etme.”
“Amacımız doğruları söylemek değil, insanları etkilemek.”
Bu sözlerin anlam dünyası ne kadar tanıdık değil mi? Çok gerilere gitmeyelim; AKP iktidarı da dâhil şu son 30 yıla bakalım: Goebbels’e taş çıkartacak nice Goebbels’lerin olduğunu görürüz.
Ancak neo Goebbels’lerin bir dezavantajı var: İletişim teknolojileri her ne kadar propaganda yapmaya, yalan üretmeye büyük imkânlar sunuyorsa da, aynı iletişim teknolojileri, kimi zaman gerçeğe ulaşma imkânları da sunuyor! İletişim kanallarının çokluğu; görüntü, ses gibi verilerin birden çok kişiler tarafından tespit edilebilmeleri; bu verilerin hızla dünyaya yayılması gibi durumlar, bazı yalanların ters tepmesini sağlayabiliyor.
Örneğin, mağdur kadının kayınpederi Osman Develioğlu, 2 gün önce Sabah gazetesine "Biliyorum ve inanıyorum. Bu işler soğuduktan sonra birisi elinde bir CD ile gelecek ve ‘İşte o görüntüler’ diyecek. " açıklamasını yaparak özetle kamera kayıtlarının silindiğini, Kanal D’de gösterilen kayıtların montaj olduğunu söylüyor.
Develioğlu şimdi bunları söylerken;
Başta Erdoğan’a biat da sınır tanımayanların üst makamında yer alarak madalya hak etmiş AKP milletvekili Mehmet Metiner olmak üzere, “Kabataş görüntüleri elimizde. Sağduyulu olduğumuz için yayınlamıyoruz...” diye açıklamalar yapmışlardı.
İktidarın elinde görüntüler varken, şimdi bu görüntülerin silindiğinden nasıl söz edilebilir?
O tarihlerde Kabataş görüntülerini izledik, orada çok kötü işler olmuş diyenler varken, şimdi görüntüler yoktur, silinmiş demek de ne oluyor?
Ya görüntüler elimizde, yayınlayacağız, izledik diyenler yalan söylüyor ya da görüntüler silinmiş diyenler yalan söylüyor!
Kaldı ki, Gezi olaylarının hemen arkasından dönemin Başbakanı Erdoğan, “Dolmabahçe Cami’nde içki içtiler, görüntüleri elimizde, önümüzdeki Cuma yayınlayacağız” demişti.
Gerek Kabataş, gerekse Dolmabahçe Cami ile ilgili görüntüler elimizde, yayınlayacağız iddiaları yetkili ağızlar tarafından defalarca dile getirilmesine rağmen bu görüntüler bir türlü yayınlanmadılar!
AKP’nin ve Erdoğan’ın elinde Kabataş’ta kadına saldırı ve Dolmabahçe Cami’sinde içki içme görüntüleri olacaktı da, yayınlamayacaklardı öyle mi?
O görüntüler olsaydı defalarca TV’lerde yayınlanır, gazetelerde gaza menkıbeleri gibi tefrika edilirdi!
Gerçekte iddia edilen görüntüler yoktu, çünkü iddia edilen olaylar olmamıştı ki, görüntüleri olsun!
İletişim teknolojileri sayesinde bir yalanı savunan tarafların birbirlerini yalanlaması ortaya çıktı.
Bu durum Hitler’in zamanında olsaydı, onun propaganda bakanı bu yalanın gerçek olduğuna halkı aydınlatarak inandırırdı.
Demek Kabataş yalanına inanmayanların dilleri kaba, vicdanları taş imiş!
Sanki Büyük Birader’in ülkesi Okyanusya’daymışız gibi, yalanı gerçeğin yerine geçiriyorlar.
İktidar cenahında bir yalanı savunmak için ne hallere düştüler, bakın! Dillerini kabalaştırdılar, vicdanlarını taşlaştırdılar!
“1984” devam ediyor! (HŞ/HK)