Her şeyin hızla değiştirilip dönüştürüldüğü, rant uğruna evlerin, sokakların, mahallelerin anılarımızla birlikte yok edildiği, yeni yapıların çoğunlukla eski dokuyu ezerek yükselen gök-delen binalardan ibaret olduğu kentlerde yaşıyoruz nicedir.
Bu yüzden olsa gerek, gittiğim mahallelerin, yürüdüğüm sokakların, gördüğüm evlerin fotoğraflarını çekiyorum her fırsatta. Kentin "dönüştürülmesi" ile ilgili haberleri dikkatle izlemeye çalışıyorum.
"O renkler sizin göz zevkinizi bozar"
Konak Belediyesi bünyesinde beş meclis üyesinden oluşan "Kentsel Dönüşüm Komisyonu"'nun ilk etapta Gürçeşme, Ballıkuyu, Gültepe, Yeşildere ve Ege Mahallesi'nde çalışmalar yapacağı haberi, geçtiğimiz günlerde basına yansımıştı.
İzmir Life dergisi mayıs ayı sayısında, söz konusu komisyonunun iki üyesinin düşüncelerine yer verdi.
Sayfanın başındaki fotoğraftan, yemek esnasında gerçekleştiği anlaşılan söyleşi sürerken yönlendirilen sorulardan birisi şöyle; "Yıkmadan dönüştürmeye dair nasıl bir model düşünüyorsunuz? Ege Mahallesi'nde mesela..."
Komisyonun Ak Partili üyesi Hasan Rıza Evcim'in yanıtı son derece net; "Ege Mahallesi'nin korunması mümkün değil, korunmamalı da"
Düşünün lütfen. Bir yemek masasında kurulan kısacık bir cümleyle; çoluk çocuğunuzla birlikte yıllardır yaşadığınız mahallenizin haritalardan silinip, evlerinizin yok edilmesi ve size layık görülecek bir başka semte gönderilmeniz söz konusu ediliyor olsaydı, siz ne hissederdiniz?
"Ege Mahallesi'nin niye taşınması gerektiğini düşünüyorsunuz?" sorusunu ise şöyle yanıtlıyor Evcim, muhtemelen fotoğrafta görülen taze sıkılmış portakal suyunu içerken;
"Oranın yeni kent merkezi alanı içinde değerlendirilmesi gerekiyor. Yüksek binaların içerisinde kalıyor.
Kent dokusunda uyuşmazlığa hiç tahammülümüz olmaz. Güzellikleri görünce çirkinlikler sizi rahatsız eder. Çünkü o yaşam kültürü, sizin onlara vereceğiniz güzelliği bile zamanla farklı renklerle boyamaya yönelir. Siz denetlemezseniz, o renkler sizin göz zevkinizi bozar."
"Ege mahallesini Buca'nın ormanlık alanlarında bir yere götürün"
"O yaşam kültürü" diye söz ederek, insanlık tarihine ve dünya coğrafyasına sımsıkı kök salmış bir kültürü dışlama talebine mi, yoksa göz zevki bozulmasın diye başka yaşam biçimlerini görmeye olan tahammülsüzlüğüne mi kızmalıyım, diye düşünürken ben, devam ediyor Evcim'in dergi sayfasındaki sözleri;
"Ege Mahallesi'ni, alıştıkları yaşam şekliyle örneğin Buca'nın ormanlık alanlarında bir yere götürün. Yaşam şartlarından ayırmamış olursunuz. Müstehak haklarına tecavüz, bana göre yok. Sonuçta onlara alıştıkları yaşam şartlarını sunuyorsunuz."
İhtimal, Selendi'de yaşayan Romanların Salihli'ye gönderilmesinden esinlenip, Ege Mahallesi'nin Romanlarını bir çırpıda Buca'nın ormanlık alanlarına atıvermek istiyor komisyon üyesi. Neden? Göz zevki bozulmasın diye.
Kendinize yapılmasını istemediğinizi başkalarına yapmayı düşünmek, ayrımcılık değil midir?
Üstelik, Ege Mahallesi'nde yaşayan insanlar bu konuda ne düşünüyorlar, kendilerine sormak gerekmez mi?
Mahallelerinden ayrılmak istiyorlar mı?
Daha da önemlisi, O mahallede yaşayan insanlar neyle geçiniyor ve ne yiyip ne içiyorlar?
Kendi göz zevkinizi düşünmeden önce onların bir halini hatırını sormak ve düşüncelerini almak gerekmez mi sizce?
Ege Mahallesi
Kahramanlar'ın arka tarafından geçen tren yolu ile rengi kirlerin en grisinde akan Meles Deresi'nin kesiştiği noktadan başlayıp, yukarılara doğru yelpaze gibi açılan yerleşim yerinin adı Ege Mahallesi.
Yürüyerek 15 dakikada Alsancak Garı civarına ulaşılacak kadar Punta'ya yakın ve fakat ayrımcılığın duvarlarını aşamayacak kadar da kentin kalbine uzak bir mahalle.
770 civarındaki hanede yaklaşık 5 bin Roman yaşıyor.
İşsizlik bütün memleketin sorunu olsa da, onlar tenlerinin renginden ve kendilerine olan önyargılardan dolayı iki kat yaşıyorlar yokluğu, yoksulluğu.
Biraz kulak verseniz siz de duyarsınız onların sesini
Kentin ve ülkenin yönetimine talip olanlar seçimden seçime uğruyor çoğu yoksul mahalleye olduğu gibi Ege Mahallesi'ne de.
Oysa, onlar da bu kentte yaşıyorlar ve sorunlarına çözüm üretilmesini istiyorlar, bütün vatandaşlar gibi.
Başka semtlerin ormanlık alanlarında değil, kendi mahallelerinde yapılacak insana yaraşır konutlarda yaşamak istiyorlar. Hepsinden önce de, her haneden bir kişiye iş istiyorlar.
"2002'den bu yana işsizim, iş olmazsa ben ne yapabilirim?"
"iki çocuğum var, bir göz odada dört nüfus yaşıyoruz. Ödeyemediğim için suyumuz kesik. Hurda için Alsancağı dolaşıyorum. 5-6 lira para alıyorum. Onunla yemek mi yapacan, ev kirasını mı verecen? İşe ihtiyacımız var"
"Tekel kapandı, iş imkanımız kısıtlandı."
"Hazır boyalar çıktı ayakkabı boyacılığı para kazandırmaz oldu. Evden eve nakliye firmaları çıktı, hamallık işi öldü."
"Eskiden Fuar'a müzisyenler geliyordu, kimimiz minder, kimimiz su, gevrek ya da çiğdem satıyordu. Üç-beş kuruş kazanıyorduk. Şimdi mermer fuarı yaptılar orayı, ne gelen var ne giden."
"İnsan ayrımı yapıyorlar. Bir işe gitse çoluğumuzu çocuğumuzu işe almıyorlar."
"TOKİ bize ev yapacakmış, ayda 100 lira taksitle ödeyecekmişiz o evlerin parasını. Önce her haneden bir kişiye iş imkanı sağlanmalı. Yoksa karnımızı doyuramazken biz bu parayı nerden bulacağız?"
"Yalnız bir kadınım. Üç aydan üç aya 260 lira fakir aylığı alıyorum. Alıp üç aylık kiraya 225 lira veririm, bana kalır 30-35 milyon. Konu komşudan ekmek istiyorum ne yapayım"
Şarkı söylemek
"Şarkı söylerken kötü düşüncelerden uzaklaşırsınız ve dans ederken açlığı unutursunuz" diyor Roman şarkıcı Esma Redzepova.
Dans etmeye ihtiyacınızın olmadığını fotoğraftaki sofradan anlıyorum sayın komisyon üyesi ama, şarkı söylemeye ne dersiniz?(Gİ/EÜ)