Türkiye, IMF'yle yaptığı son stand-by anlaşmasını tamamladı, üç gözden geçirme birden IMF yönetiminden geçti ve yaklaşık 3.6 milyar dolarlık kredinin serbest bırakılma kararı alındı. Böylece, 1998'de başlayan 10 yıllık bir yakın markajdan sonra "IMF'siz dönem" başlamış oldu.
1998'de Mesut Yılmaz Hükümeti ile başlayan IMF programı, devamında 57. Ecevit koalisyonu ile 2001 krizini yaşamış, acilen çağrılan Kemal Derviş ile devrilen araba düzeltilmişti. Bunun devamında Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile yeni bir stand-by anlaşması yapıldı.
Bu 10 yılda ortalama yıllık yüzde 5'e yakın bir büyüme yaşanmakla beraber, bu büyümenin sosyal maliyeti ağır oldu. İşsizlik büyüdü, tarım çöktü, gelir dağılımı bozuldu, dış kaynağa bağımlılık ve varlıklarda yabancı egemenliği arttı.
AKP iktidarı, yeni bir anlaşmaya gitmemekle beraber, IMF ile fotoğraf vermekten uzak durmuyor. Çünkü hâlâ, dış kaynak girişine bağımlı ve borç verenlerin eninde sonunda IMF'nin sinyallerine bakarak musluk açıp kapayacakları açık.
IMF ile fotoğraf vermenin avantajından mahrum kalmak istemeyen AKP iktidarı, yine de IMF'nin bağlayıcı kararlarını içeren bir anlaşmadan en az bir süre uzak kalmak, özellikle harcamalarda serbest kalmak istiyor.
Bir taşta birkaç kuş
AKP'nin kapatılması halinde yeni bir parti ile yerel seçimlerle birlikte erken seçimi hesaba katan AKP iktidarı, bir dizi cari ve yatırım harcama yapmak istiyor. Bu harcamalardan beklenen bir taşla birkaç kuş vurmak. Faiz dışı fazlayı yüzde 3,5'a indireceğini ilan eden AKP, bu sayede yapacağı yatırım ve cari harcamalarla şu üç kuşu hedefliyor;
- Güneydoğu Anadolu Projesi'nde (GAP) enerji ve sulama yatırımlarına yoğunlaşmak, böylece hem arz sıkıntısı olan yerli kaynağa dönük enerji üretimini ve sulama ile tarımsal üretimi artırmak,
- Bunu yaparken, güya Güneydoğu sorununa ekonomik ve sosyal destek vermiş olmak,
- Genişlemeci politikalardan yandaş sermaye için yeni iş alanları açmak, birikimden partiye de pay çıkarmak. Seçimlere de iş yapmış olarak girmek.
Global krizin her gün biraz daha etkisine girildiği, enflasyonda kontrolün kaçtığı, iş dünyasından sızlanmaların, homurtuların hızla arttığı, kapatmanın dayanılmaz ağırlığının giderek hissedildiği bir konjonktürde, böyle bir kısmi genişleme ne kadar mümkün, bunu göreceğiz.
IMF ile bir resmi anlaşma olmadığı için AKP iktidarı elini serbest sanıyor. Ama ekonominin görünmez elini ne kadar tersleyebilir, yaşayarak göreceğiz.
Bu arada son niyet mektubunda hükümet, yine de ne olur ne olmaz diye, IMF'ye ileriye dönük sözler de verdi. Daha çok, da "duy da inanma" deritecek, mali disiplin konusunda gevşemeyeceğini belirten ama bağlayıcılığı olmayan sözlerdi.
Daha şimiden öteden beri gözkoyduğu İşsizlik Fonu'na el attı ve istediği yerlere bunu harcamaya başladı bile. "GAP'a harcıyorum" diyerek eleştirilere kalkan da buluyor, ama daha sonra başka yerlere harcayacağına şüphe yok. Niyet mektubunda güya borçlara da sınır getiriliyor ama bu da bağlayıcı değil.
Bunun yanında bütçe dışı yeni fonların oluşturulmayacağına ilişkin sözler var ama bir yandan ulaştırma için fon benzeri bir çalışmanın yasal hazırlığına başlandı.
Özetle, enflasyondaki yukarı hareketlenmeye rağmen, politik saiklerle mali disiplini gevşetme eğilimi ağır basıyor.
IMF: Ayrılsak da beraberiz
Bu arada kredinin onaylanmasından sonra IMF tarafından yayınlanan ve IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn'ın yorumlarının olduğu notta AKP'nin niyetinden duyulan kaygılar seziliyordu.
Bu notta, faiz dışı fazlayı yüzde 3.5'in altına indirecek politikalardan kaçınılması gerektiği belirtiliyor, bunun hem borç stokunu düşürmek, hem de para politikası üzerinden daha evvelden hesaplanmamış baskının oluşmasına engel olmak için gerekli olduğu ifade ediliyor.
Strauss-Kahn, Merkez Bankası'nın gıda ve enflasyon karşısındaki baskılara yönelik doğru bir sıkı para politikası uygulaması gerekliliğini belirtiyor. Enflasyonun düşmeye başlaması durumunda, Merkez Bankası'nın gereğinden önce faiz düşürmemesi gerektiğini de kaydediyor.
IMF ayrıca, orta vadeli mali program çerçevesinde, hükümetin maliye bazlı kural hedefi belirlenmesini, yani gevşek bütçe politikası izlememesi gerektiğini "tavsiye" ediyor.
Özetle, AKP, bir yandan sıkı para politikasına mali disiplinle destek isteyen Merkez Bankası ile, bir yandan da Merkez haklı diyecek IMF'nin baskısı altında bildiğini okumaya niyetli.
AKP, manevra alanı bulduğu ölçüde bunu deneyecek ama arabayı devirirse, dönüp dolaşıp gideceği yer yine IMF. Ve o IMF, "Ben sana dememiş miydim" deyip, yine bildik kemer ve can sıkıcı politikaları iktidarın burnuna dayayacak. Bu da çalışan sınıflar için, sorumluluğun yine bir şekilde onlara kalması demek...
Sıkıcı ama gerçek ve vizyondan inmeyen bir film bu… (MS/GG)