Avrupa Komisyonunun Türkiye 2013 Yılı İlerleme Raporu (16 Ekim 2013) Eylül 2012’den 2013 Eylül’e kadar olan dönemi kapsıyor. Bu dönemde AİHM, Türkiye aleyhine 115 başvuruda hak ihlaline karar vermiş.
AİHM’ sine Eylül 2011-Eylül 2012 dönemindeki 8.010 başvuruya karşılık Eylül 2012’den itibaren yapılan yeni başvuru sayısı 5.919. Yani ilk defa yapılan başvurularda azalma var. Önemli bir bölümü, adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının korunmasıyla ilgili. Eylül 2012’deki 16.641 başvuruya karşın Eylül 2013 itibarıyla, Türkiye hakkında AİHM’de bekleyen başvuru sayısı 13.900’a inerek azalmış.
Artık bu rakam ne kadar iyiyse o kadar memnun olmak mı gerekiyor acaba?
30 Nisan 2013 tarihli ve 28633 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 11.04.2013 kabul tarihli 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun bu Raporda Dördüncü Yargı Reformu Paketi olarak anılıyor.
Rapora göre; “ifade özgürlüğü konusunda, Nisan ayında kabul edilen Dördüncü Yargı Reformu Paketi kilit niteliğinde olan ve engel teşkil eden bir dizi konuyu ele almıştır.” Deniyor ki; Dördüncü Yargı Reformu Paketi ifade özgürlüğüne ilişkin yasal çerçeveyi geliştirmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun silahlı örgüte üyelik hakkındaki 314. maddesi dâhil olmak üzere mevzuatta daha fazla değişiklik yapılması beklenmektedir. Ayrıca uygulamaya yönelik tutarlı bir izleme mekanizmasının tesis edilmesi gerekli görülüyor.
“Kamu görevlilerinin basın üzerindeki baskısının devam etmesi, yaygın oto sansür, eleştirel gazetecilerin işten çıkarılmaları, internet sitelerinin sık sık yasaklanması ve ifade ve basın özgürlüğünün uygulamada görsel işitsel alandaki düzenleyici makam tarafından ve yargının yaklaşımı nedeniyle engellenmesi dâhil olmak üzere, sorunlar devam etmektedir.”
Dolayısıyla ifade özgürlüğü konusunda bir değişiklik yoktur.
RTÜK şeffaflığı sağlamıştır. Çünkü kararlarını internet sitesinde yayınlıyor. Buna karşılık “toplumun ulusal ve ahlaki değerleri, genel ahlak ve ailenin korunması ilkelerinin ihlaline ilişkin olarak RTÜK tarafından yürütülen yaptırımlar endişe uyandırmaya devam etmektedir. Benzer şekilde, müstehcenlik kavramı, yorumlamaya açık şekilde muğlâk tanımlanmıştır. Haziran 2013’te, RTÜK, Gezi Parkı protestoları olarak adlandırılan olayları canlı yayınla verdikleri için çok sayıda televizyon kanalını şiddete tahrik suçundan para cezasına çarptırmıştır.” RTÜK’ün bağımsızlığı, siyasi yapısı nedeniyle uzun süredir endişe kaynağı olmaya devam etmektedir.
Dördüncü Yargı Reformu Paketi ile özellikle, terör örgütü adına yayım, basım veya propaganda yapılması suçlarının kapsamı, cebir, şiddet veya tehdit öğesinin suçun unsurlarına eklenmesiyle önemli ölçüde daraltılmıştır. Bir örgütün üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçunun kapsamı yalnızca silahlı örgütler ile sınırlandırılmıştır.
Ayrıca, suçu veya suçluyu övme suçunun tanımı, kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması unsurunun getirilmesiyle daraltılmıştır. Bu yasal değişikliklerin Avrupa standartlarıyla uyumlu bir şekilde uygulanmasıyla, Türkiye’de ifade özgürlüğüne saygı gösterilmesi düzeyinde önemli bir ilerleme sağlanması beklenmektedir.
Yine Rapora göre; “Ocak ayında, Temmuz 2012 tarihli Üçüncü Yargı Reformu Paketindeki bir hüküm doğrultusunda binlerce kitap yasaklı yayınlar listesinden çıkarılmıştır.”
Bu tespite göre Türkiye’de “yasaklı yayınlar listesinden” çıkan/çıkarılan binlerce kitabı veya “yasaklı yayınlar listesinde kalan” diğer binlerce kitapların hangileri olduğunu kim açıklayacak? Adalet Bakanlığı mı yoksa İçişleri Bakanlığı mı veya Emniyet Genel Müdürlüğü mü açıklar? Açıklansın ki; bilelim. Yasaklı/yasaksız yayınları herkes bilsin, bilgi sahibi olsun.
Yine Rapora göre, “Kürt meselesi, Ermeni meselesi gibi hassas addedilen konuların serbestçe tartışılmasına imkân sağlanması bakımından gelişme kaydedilmiştir” deniyor. Gazeteciler, avukatlar, siyasi parti üyeleri acaba kaydedilen bu gelişmeler yüzünden mi “tutuklu” yargılanıyor ya da bu yüzden mi tutuklanıyorlar?
Kaldı ki Raporda yazdığına göre; “Bununla birlikte, çoğunlukla sol görüşlü veya Kürt kökenli çok sayıda gazeteci, özellikle henüz değiştirilmemiş olan Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) silahlı örgüte üyelik hakkındaki 314. maddesi kapsamında hâlen tutuklu bulunmaktadır. Kürt meselesi hakkında yazan ve çalışan yazar, akademisyen, gazetecilere, bunların yanı sıra öğrenci ve avukatlara karşı açılmış olan çok sayıda dava devam etmiştir.”
TCK’nun 301. maddesi hakkındaki iki AİHM kararı hâlâ uygulanmamış… Herhalde bu iki kararın hangisi olduğunu Hükümet biliyordur. Uygulama açısından Adalet Bakanlığının da bilgisi vardır mutlaka! Çünkü onlar “uygulamadıklarına göre” bilirler, bilmeleri gerekiyor.
Rapor TCK’nun 301. maddesinin “değiştirilmediğini” ifade ediyor. Değiştirilmesini bekledikleri anlaşılıyor ama bu beklenti biraz saflık olur…2012 yılında Adalet Bakanı TCK 301 maddeye ilişkin 18 ve 2013 yılının ilk yarısında ise 12 soruşturma izni vermiş.
Çok daha önemli satırbaşları şöyle:
“Devlet yetkilileri tarafından verilen demeçler caydırıcı etki yaratmıştır ve savcılar tarafından soruşturmaların açılmasına yol açmıştır.
Ayrıca, devlet yetkilileri eleştirel gazeteci ve yazarlar aleyhinde bizzat davalar açmaya devam etmişlerdir. Bu husus, medya kuruluşlarının mülkiyetinin, bilginin serbestçe yayılmasının ötesinde menfaatleri olan sanayi gruplarının elinde yoğunlaşmasıyla bir araya geldiğinde, gazeteciler ve medya patronlarının yaygın oto-sansürüne neden olmaya devam etmiştir.
Özellikle, ana-akım medya kuruluşları Haziran ayı başında gerçekleşen Gezi Parkı protestolarına çok az yer vermiştir. Hükümeti eleştiren gazeteciler ve köşe yazarları işten çıkarılmıştır ya da istifa etmeye zorlanmıştır. Sonuç olarak, uygulamada basın özgürlüğü kısıtlanmıştır.”
Basın özgürlüğü vardır ama uygulamada yoktur.
Sonuç olarak basın özgürlüğü bir dirhem varsa bile; varlığını ve serbestîsini, sahibinin sesi için sanayicisi ve onun da sahibi olan hikmet-i hükümet bilir. (Fİ/HK)