*Görsel: Sosyal medya
Siyasette sövgü döneminin tam ortasında yargının sorunlarını iki dinle….
Bir söyle…Öfkelenmeden, hiddetlenmeden, insan onurunu, haysiyetini kırmadan!
Yargıda ilk sorun yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, diğeri adil yargılanma hakkı!
Birbirinden ayrılmayan bu iki sorunu dinlerseniz; iyi olur. Yargı, yürütme, yasama birbirinden bağımsızdır; bu yazı yargı kararlarını dinlemeyenleri etkilemek içindir.
AB ile ilişkilerde Türkiye hakkında müzakereye açılmayan fasıllar arasında yargı ve sorunları yıllardır durduğu yerde duruyor…
Anayasa Mahkemesinin istatistiklerine göre; 23 Eylül 2012- 30 Eylül 2021 arasında bireysel başvuru sayısı 335 bin 324. Bu başvurular içinde yüzde 62,5 oranla 9495 bireysel başvuru adil yargılanma hakkının ihlali ve birinci sırada! Hakkaniyete uygun yargılanma en önemli sorun olarak insanlar mahkemelere erişim hakkından mahrumlar.
Yargı bağımsız ve tarafsız olursa adil yargılanma hakkı sağlanabilir.
Adil yargılanma hakkının sağlanabilmesi için yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı esastır.
Yargı bağımsızlığı ancak ve ancak kuvvetler ayrılığı sisteminde sağlanabilir.
Birçok devletin yargılama sisteminde “ceza” kovuşturmaları devletin ya da devlet organlarının tekelindedir. Bu devletin sahip olduğu hâkim pozisyondur. Hâkim pozisyon nedeniyle devletler cezalandırma yolunu tercih edebilirler; bu en kolay yoldur.
Ama hiç zor olmayan bir yol daha vardır. Cezalandırma yolunun seçmemek.
Türkiye’de her protesto eylemi suç sayılıyor. Her eleştiri suç olarak görülüyor. Eleştirilen kişi şikayetçi olmasa bile kamu görevlilerinin eleştirilmesi sürekli suç sayılıyor. Soruşturma açılıyor ve dava açmak mecburmuş gibi davranılıyor.
Politikacılar sürekli yargının harekete geçmesini istiyor. Mutlaka soruşturma, mutlaka tutuklama ve mutlaka bir cezalandırma isteyen haberleri dinlemekten yorulmuş bir toplumda yaşamak zor iş. Giderek insanlar potansiyel suçlu olarak yaşamaya alıştırılmış durumda.
Şiddet ve nefret sarmalındaki yaşam iç karartıyor. Herkes küfrediyor, herkes herkese kızgın! Kötü sözler, sövgüler sanki hava gibi, su gibi tüketildikçe çoğalıyor. Küfürlerle dolu davranış biçimleri nefret söylemine dönüştü ve içselleştirilmiş durumda.
Bir başka sorun; hiç kimse yargılamayı mahkemelere bırakmıyor. Sanki artık yargılamaya ihtiyaç yok! Yargılamalar eskiciye verilecek nesnelere dönüşmüş. Mahkemeler olmasa da olur. Sanki olduğunda değişen bir şey mi oluyor yargısının yerleştiği toplum; yargıya güvenini yitirdiğini her fırsatta dile getiriyor.
Televizyonlarda ve radyolarda davalar konuşulurken tartışmacıların küfürleşmeleri, yüksek sesle birbirlerine bağırıp çağırmaları ve hiddetleri hiç bitmiyor… Ekranlardaki kızgınlıklara, küfürleşmelere katlanmak çok daha büyük bir sorun, izleyiciler için tam bir eziyet.
Kapatın o zaman demek en kolay yol…Küfürbazlara itibar etmemek de bir yoldur.
Venedik Komisyonu raporlarına göre; yargı bağımsızlığının temini amacıyla “Adlî süreçleri uygunsuz baskılardan korumak için, “yargı önündeki meselelerin tartışılması yasağı” ilkesi vardır ve uygulanmalıdır.
Benzer ilke Anayasanın 138'inci maddesinde yazılıdır. Yargı önünde görülmekte olan bir dava hakkında Yasama meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Bu yasak herkes içindir…
Ama siyasetçilerin siyasetlerini küfürler kaplamış.
Anayasanın 138'inci maddesi Türkiye’de politikacılar tarafından en çok ihlal edilen bir maddedir. İnsanlar tutuklanır tutuklanmaz, soruşturmalar açılır açılmaz, dava açılmadan önce, yargılama başlamadan önce siyasetçiler davalar üzerine konuşmaya başlıyorlar.
Hakkında hüküm verilmeden yargılanan kişileri suçlayan, suçlu oldukları izlenimi yaratan söz söylenmez, söylenmektedir.
İğneyi kendine, çuvaldızı ele batır…
Politika küfür demek değildir. İnsan haysiyetini aşağılamak siyaset değildir.
İnsanlar mahkûm ediliyor, sanki yargılanıyorlar ama mahkemede değil ve etraf küfür kıyamet…
Yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının iki yüzü vardır; ilki yargının bir bütün olarak bağımsız olmasıdır. İkincisi ise hâkimlerin karar alma sürecinde münferit olarak bağımsız olmalarıdır. Yargının bağımsızlığı ve yürütme erkinden ayrılığı hukukun üstünlüğünün temel taşlarından biridir ve bunun hiçbir istisnası olamaz.
Hukukçular insan haklarına dayalı hukuka göre hak ararlar. Hukukçular Devlet gibi değildir; hâkim pozisyonumuz yoktur, kimseyi cezalandırmayı seçmeyiz. Ama savunmanın olmadığı bir yargı, yargı olamaz.
Anayasanın 90. maddesini hatırlamalıyız. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş anlaşmalar kanun hükmündedir. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin anlaşmalar Anayasa ve Kanunların üstündedir.
Herkes hakkında hüküm kurulup kesinleşinceye kadar masumdur.
Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkındaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymalıdır ve AİHM kararları uygulanmalıdır. Hakkaniyete uygun yargılanmak haklarıdır. Mahkemeye erişim hakları vardır, yargılanmaları sürmektedir. Davaları hakkında konuşmak mahkemeleri etkiler, etkilemeyin. Yargılananlar düşman değildir; uygulanması gereken hukuk düşman ceza hukuku hiç değildir.
30 Kasım-2 Aralık 2021 tarihleri arasında yapılacak olan Bakanlar Komitesi toplantısında alınacak kararla Türkiye Sözleşmeyi ihlal eden devlet olarak kendisi AİHM önünde bulacaktır. Temel insan hakkını ihlal eden devlet olmanın yolu açılacaktır.
Sözü Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’a bırakarak bitirelim…
“(…) Öte yandan suçluluğu mahkeme kararıyla kesinleşmeden bir kişinin suçlu kabul edilmesine yönelik tutum ve davranışlar mahkemelerin bağımsızlığı ilkesini de zedelemektedir. Benzer şekilde devam eden yargılamalar hakkında hâkimlere veya mahkemelere baskı yapılması da masumiyet karinesini olumsuz yönde etkileyebilecektir. Bu sebeple yargı bağımsızlığının etkili şekilde sağlanması, masumiyet karinesinin ve diğer temel hakların korunması bakımından hayati derecede önemlidir.
Anayasa’nın 138. maddesi yargı bağımsızlığının birbirini tamamlayan üç temel şartını düzenlemektedir. Birincisi yargısal görevlerini yerine getirirken hâkimlerin vicdanlarına müdahale edilmemesidir. Bu şart maddede yapılması ve yapılmaması gerekenler belirtilmek suretiyle düzenlenmiştir. Yapılması gereken, görevlerinde bağımsız olan hâkimlerin Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vermeleridir.
Yapılmaması gereken ise herhangi bir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat vermesi, hatta tavsiye ve telkinde bulunmasıdır. 138. madde bu konuda hiçbir istisna öngörmemekte, kategorik bir yasak getirmektedir.
Bu müdahale yasağının muhatabı ülke içinde veya dışında bulunan tüm organ, makam, merci veya kişilerdir. Konumu, sıfatı veya görevi ne olursa olsun hiç kimse hiçbir gerekçeyle mahkemelere ve hâkimlere bırakın emir ve talimat vermeyi, tavsiye ve telkinde dahi bulunamaz.
Anayasanın 138. maddesinde yer alan yargı bağımsızlığının ikinci şartı, devam eden bir dava hakkında parlamentoda yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili olarak soru sorulmaması, görüşme yapılmaması veya herhangi bir beyanda bulunulmamasıdır. Bu anayasal hükmün amacı yasama organının ve üyelerinin devam eden yargılamalara müdahalesini önlemek, bu suretle başta masumiyet karinesi olmak üzere adil yargılanma hakkının tüm unsurlarıyla korunmasını sağlamaktır.
Yargı bağımsızlığının maddede yer verilen üçüncü ve son şartı mahkeme kararlarının etkili şekilde yerine getirilmesidir. Nitekim 138. maddenin son fıkrası gereğince yasama ve yürütme organları ile idare mahkeme kararlarına uymak zorundadırlar. Bu organlar ve idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. Kısacası yargı bağımsızlığı, yargılama sürecine müdahale edilmemesini ve ortaya çıkan kararın geciktirilmeden ve gereği gibi uygulanmasını zorunlu kılmaktadır.”[i] (Fİ/RT)
[i] Adalet Bakanlığı tarafından düzenlenen Masumiyet Karinesi ve Lekelenmeme Hakkı Sempozyumu’nda yapılan konuşmadan. Ankara, 8 Kasım 2021.