Hüseyin Aygün PKK tarafından kaçırıldı ve ardından duymaya alışık olmadığımız sağduyulu bir açıklama ile basının karşısına çıktı. Hezeyan içinde değildi, hükümete ya da başbakana onu niye kurtarmadıklarını sormuyordu.
Basının kaçırılma hikayesinden aksiyon çıkarmak isteyen sorularına, kaçırılırken direnebileceğini ancak olası bir çatışmada iki gün dağda kalmasının bir canın kaybına mal olması ile karşılaştırılamayacağını belirten bir milletvekili izledik.
Ekşi Sözlük'te bir çok olumlu entry'nin yanında bunun danışıklı dövüş olduğunu ima eden, Aygün'ün PKK propagandası yaptığını söyleyen, hatta eğer çok sevdiyse dağda yaşayabileceğini ileten entry'ler okudum.
Tesadüfi bir biçimde gündüz karşıma çıkan "Uçurtmam Tellere Takıldı" izlenmek üzere sırada beklerken bu açıklamayı dinledim. Üç adam belirdi gözümün önünde, Hüseyin Aygün, Ahmet Kaya ve Hrant Dink: Birarada yaşamayı beceremeyen insanların taraflaşmış ülkesinde yeterince radikal olamayan ama kimliğini de yeterince unutamayan, barış içinde yaşama isteğinden vazgeçemeyen ve sonucunda hiçbir yere sığamayan üç adam.
Ahmet Kaya Magazin Gazetecileri Derneği'nde linçe maruz kaldığında ben 13 yaşındaydım. Olaya dair tuttuğum kayıt bir ödül töreni olduğu ve Ahmet Kaya'nın kötü bir şeyler söylediğinden ibaretti. Büyüdüm. 21 yaşında bir üniversite öğrencisi olarak radikal sayılabilecek bir şeyler söylemiş olabileceğini ama bunun 'kötü' olmak zorunda olmadığını -artık- öğrenmiştim.
Hatırlamak için Can Dündar Aynalar Belgeseli'ni açtığımda karşımda sadece bir şarkı ve bir klip ile ilgili dileğini heyecanla anlatan bir adam gördüm. Her röportajında tek isteğinin insanların ölmediği, yüzünü dağa çevirip ağlayan insanların yaşamadığı bir ülkede yaşamak olduğunu anlatan bir adam.
Eyalet sistemini istemediğini yalnızca demokratik bir ülkede, kimliğini kaybetmeden yaşamak istediğini anlatmaya çalışan bir adam. Aynalar Belgeseli'nde Ahmet Kaya kendini anlatırken "Peki ben neyim şimdi?' diye düşünmeye başladım. Yav ben sağcı mıyım, solcu muyum? Sağcılar beni sevmiyor, solcular da sevmiyor. Peki bu konser salonuna gelen insanlar kimler?" diyerek anlatıyordu durumunu.
Olay sonrasında yapılan tüm röportajlarda Türk halkına "şerefsiz" demediğini, neden demiş olamayacağını anlatmaya çalışırken ise Hrant Dink'in bıkıp usanmadan neden "Türk kanı pis" demiş olamayacağını anlatışını hatırladım. Bu topraklara, insana olan sevgisini anlattığı 'Su çatlağını buldu' hikayesini düşündüm.
Diasporaya 1915'e takılıp kalmaması çağrısında bulunan, dialogtan başka çare olmadığını söyledikçe kimselere yaranamayan Hrant Dink ve yıllarca sonra bir başka barış isteğine, yine linç kültürü ile cevap verenleri hep yanyana koydum. Kendilerini "vatansever" sayan bu kişilerin "vatan haini" ilan ettiği Ahmet Kaya ve Hrant Dink.
"Ermenilere üç çakıl taşı bile vermeyiz" diyen cumhurbaşkanına "Evet biz Ermeniler'in bu topraklarda gözü var, çünkü kökümüz burada, ama merak etmeyin; bu toprakları alıp gitmek için değil, bu toprakların gelip dibine girmek için..." diye cevap veren bir vatan haini ve "Arka cebimde iki metrelik kefenim duruyor. Her an hazır ve nazır. Her anlamda yani. Ölürsem hayatımda istediğim bir tek şey var, bir tek şey. Asla 'Bu ülkeyi sevmiyor,' demesinler. Asla yani. Ben Edirne'den Ardahan'a kadar bu ülkeyi çok sevdim." (Aynalar) diyen bir vatan haini.
Yazının altında benim ismim yazacak ancak bu yazıyı ben yazmadım. Ahmet Kaya yıllar önce yazmıştı, Hrant Dink ve Hüseyin Aygün hikayeyi devam ettirdi. İnsanlar değişmedi, öğrenmedi, büyümedi ve aynı hikaye yıllardır devam etti.
Bu ülkede Ahmetler, Hrantlar, Hüseyinler doğuyor. İyi ki de doğuyorlar ve ardında bir plan olmadan, yalnızca bu toprağın insanları barış içerisinde yaşasın diye hepimize bir şeyler anlatma çabasına giriyorlar.
Ben onların içindeki iyiliği gözlerinde görüyorum, sizleri tanımadığım için de dün Ahmet Kaya ve Hrant Dink'i, bugün ise Hüseyin Aygün'ü sorgulayanlara sormak isterim:
Bu insanların içindeki iyiliğe acaba kendi içinizdeki kötülüğü bildiğiniz için mi inanmıyorsunuz? (ES/HK)
Ahmet Kaya, 28 Temmuz 1999, Paris
'Hiç doğru anlaşılmadım. Buna rağmen şansımı inatla zorlamaktan yanayım. Bunun bedeli benim yaşadığım topraklardan, ülkemden, halkımdan, işimden, ailemden, sevenlerimden koparmak bile olsa ben ceketimi daima yağmurlara asacağım. Bir gün birileri nasılsa Kürt asıllı olduğu için Kürtçe bir tek şarkı söylemek isteyen bir adamın hiçbir ülkeyi bölmediğinin öyküsünü yazacak ve bu öyküyü okuyanlar şarkı söyleyen insanlardan ve şarkılardan korkulmaması gerektiğini anlayacaklardır. Ben klasik bir kadere teslim olmak istemiyorum ve öldükten sonra değil, şimdi anlaşılmak istiyorum.'
Rakel Dink, 23 Ocak 2007, İstanbul
'Sevdiklerinden ayrıldın. Çocuklarından ayrıldın, torunlarından ayrıldın. Sizlerden ayrıldı. Kucağımdan ayrıldın. Ülkenden ayrılmadın sevgilim."
Hüseyin Aygün, 14 Ağustos 2012, Dersim
"Beni uğurladılar, sarıldılar öptüler. 'Burada bulunan kardeşlerini sakın unutma abi' dediler. Ben de onlara barış için söz verdim. Yürüdüm... Ben Dersim dağlarının her yerini biliyorum. Dersim dağlarını özlemişim ama hiç kimse dağa çıkmasın." (ES/HK)