Geçtiğimiz yaz arkadaşım Sultan aradı, eşimle birlikte bizi köyüne davet etti. Hem onu yeniden görecek hem de ailesi ile tanışacaktım. Sultan Hopa Hemşinli. Gürcistan sınırında olan bu kente ve Karadeniz kıyılarına hiç gitmemiştim. Daveti heyecanla, sevinçle kabul ettim.
Sultan Hemşinli olarak büyümenin nasıl bir şey olduğunu, hatta ilkokula gidinceye kadar Türkçeyi konuşamadığını anlatmıştı. Evlerindeki dil Ermenicenin bir ağzı olan Hemşinceydi.
Gezi öncesi İnternette yaptığım araştırmalarda Hemşinlilerin sekizinci yüzyılda Ermenistan'daki Arap istilasından kaçan ve Karadeniz kıyısına yerleşen Ermeniler olduğunu öğrenmiştim.
Osmanlı döneminde Hemşinliler çeşitli nedenlerle peyderpey Müslümanlığa geçmişlerdi. Müslümanlığa geçmeyenler ise Hıristiyanlığın daha egemen olduğu Kafkaslara göç etmişler.
Halen Türkiye'de yaşayan Hemşinliler Müslüman olan Ermenilerden oluşuyor.
İstanbul'dan Gürcistan yoluyla Hopa
Havaalanı olmadığı için Gürcistan'ın Batum şehrine uçtuk, havayollarına ait bir otobüsle Hopa'ya geçtik. Bu yepyeni bir dünyaya yolculuktu.
Sultan eşinin ailesine ait olan Rize'deki çay bahçelerinde kesim işini daha bitiremediklerini söyleyince biz de çay kesimine yardım etmeye karar verdik.
Böylece daha önce planladığımız gibi Hopa'ya değil, çay kesiminin son günlerine katılmak üzere Rize'ye doğru yola çıktık.
Manzaranın güzelliği ve zenginliği nefes kesiciydi; deniz, dağlar, nehirler, dereler ve yeşilin her tonu... Her baktığımız yerde cay bahçeleri görüyorduk.
Çay kesmeye gidiyoruz
Arabayla Sultan'ın eşi Oğuz'un ailesinin yaşadığı Kalkandere'ye çıktık. Ertesi sabah kalkınca doğru çay kesmeye gittik.
Dik ve kaygan bir yamaçtan inerek bahçeye ulaştık, çalışmaya başladık. Çay kesme işinin ne kadar zor olduğunu anlamakta gecikmedik.
Çay fideleri yamaçta ve bodurdu. Eğilerek çalışmak gerekiyor ve tabi ki bütün yük insanın beline biniyor. Kollar da sürekli aynı kesme hareketini yapmaktan ağrımaya başlıyor.
Sonra da çayı doldurduğun 40-50 kiloluk torbaları sırtlanıp rampada kaya kaya toplanma yerine ulaşıyorsun.
Söylemeye bile gerek yok, ne ben ne de eşim böyle bir işe alışık değiliz. Çay kesmeyle, zararlı otları yolmakla başa çıktık ama ertesi gün her tarafımız ağrıyordu.
İşin zorluğunu kavrayınca o işi yapana saygı duyuyorsun. Buralarda çay kesme, çocuk büyütmek, evi çekip çevirmek, bahçeyle uğraşmak ve hayvanlara bakmak gibi esas olarak kadınların işi gibi görülüyor.
Köyün erkeklerinin ne yaptıklarını merak edebilirsiniz. Bazı kadınlara sordum. Erkek varsa bir dükkanı esnaflık yapıyor, yoksa kahvede arkadaşlarıyla vakit geçiriyor.
Kadınların müsamahası
Kadınların bu kadar çok çalışmasına ve kocalarına bu kadar müsamaha göstermesine önce şaşırdım. Ancak bu onların kültürüydü, yıllar boyunca böyle şekillenmişti.
Bir günde değişemezdi. Eğer değiştirmek isterlerse, bunun için nelerden vazgeçmek zorunda kalacaklardı? Kültürlerinden, hayat tarzlarından? Buna değer mi? Bu değişikliği kadınlar neyle dolduracaklar?
Yine de bunca zorluğu yenebilen bu güçlü kadınların hayatlarını değiştirmek istediklerini hayal etmeden duramadım.
Bölgenin kültürünü tabii ki din de etkiliyor. Balkona çıkıp şöyle bir etrafa bakınca en az altı cami saydım. Bu camiler çevreye kıyasla çok daha bakımlıydı.
Gençler - tabii ki sadece erkekler- vakit geçirmek için camilere takılıyordu.
Kadınlar örtülü
Çevrede bir tane bile lise olmadığını öğrendim. Lise için gençler şehre inmek zorunda ki Karadeniz dağlarında yaşıyorsan bu o kadar da kolay değil.
Ama yakında bir İmam Hatip Lisesi vardı, aileler de çocuklarını oraya yolluyorlardı. Bütün bunlardan sonra, dinin bu bölgede ne kadar öncelikli olduğunu anladım.
Köyde arkadaşımdan başka İstanbul'dan ziyarete gelen genç bir kadınla benim başım örtülü değildi. Üniversiteyi yeni bitirmiş bir genç kadının başı örtülüydü.
Köyün kadınları, kafalarındaki kadına uymasa da arkadaşımı kabullenmiş görünüyorlardı. Sultan kot pantolon giyiyor, kocası ile birlikte tarlada çalışıyordu.
Her yerde olduğu gibi burada da gelişimin işaretlerini görmek için genç kuşağa bakmak gerekiyor. Buradaki kadınlar da geleceğe dair ümit veriyor doğrusu.
Hopa'da her şey farklı
Rize'den sonra Gürcistan sınırı yakınında Hopa'nın bir köyüne gittik. Böylece, sadece kadınların durumundan bakınca bambaşka bir kültüre geçmiş olduk.
Rize'de anlattığım üzere çok az başörtüsüz kadın varken Hopa'da bu durum tümüyle tersineydi. Başörtülü kadın bulmak zordu.
Rize'de herkes sadece çay ve o eşsiz dağ suyunu içerken Hopa'da rakı dahil her türlü içki tüketiliyordu.
Siyasette ve hizmette farklılık
Her iki yörenin siyasi eğilimleri de birbirine zıttı. Rize'de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hakimdi, Hopa ise bir seçim öncesine kadar Özgürlük ve Dayanışma Partili (ÖDP) belediye başkanı seçen bir beldeydi.
İki yerin farklılığını muhtemelen bu iki politik durum açıklıyor. Rize çok daha gelişmişti.
Kişisel olarak ikisini de sevdim, her ikisinin de doğası muhteşemdi. Yine de modern ve yabancı bir kadın olarak kendimi Hopa'da daha rahat hissettim.
Rizeliler de Hopalılar da çok misafirperverdi ama Rize'de halde hayat tarzımın sorgulandığı duygusuna kapılmaktan kendimi alamadım.
Doğu Karadeniz kadınına yoğun bir saygıyla ve bir gün yaşamlarının daha iyi olacağı umuduyla İstanbul'a döndüm.(SA/EÜ)