İstanbul'a yaz geldi ve beraberinde sıcaklığı, rutubeti, dışarıda takılmayı, arkadaşlarla bir araya gelmeyi de birlikte getirdi. Bu yaz diğer yazlara göre hem daha sıcak hem de daha rutubetli geçiyor gibi. Nedeni Eyjafjallajökull'un patlaması mı, küresel ısınma mı, yoksa sıradan bir sıcaklık dalgası mı? Ne olursa olsun bu havalar beni komşuluk alışkanlıkları üzerinde düşünmeye sevk etti.
Ben Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD), Teksas eyaletinin San Antonio şehrinde doğup büyüdüm. İnanın şimdi bu son günlerdeki sıcaklar orada bir soğuk hava dalgası gelmiş gibi algılanır. Belki abarttığımı sanıyorsunuz ama ne yazık ki öyle değil. Nasıl börek pişiyor mu, diye fırını açınca bir sıcak hava dalgası yüzünüzü yalar ya benim oraların havası işte öyledir. Şimdi o fırından çıkan sıcak havada sokakta yürüdüğünüzü düşünün. Hiç asfalttan yükselen sıcaklığı sokakta yürürken önünüzde (araba kullanırken uzakta asfalttaki vaha gibi şey değil) gördünüz mü?
Hiç otomobil kullanırken direksiyonu elinizin yanacağını bildiğiniz için sadece parmak uçlarınızla hatta tırnaklarınızla tutmaya çalıştığınız oldu mu? Ben bunların hepsini yaşadım ve San Antonio'da böyle bir sıcaklıkta büyüdüm.
Tabii ki böyle bir sıcaklık dayanılmaz gelecektir size. Ama bir önemli fark vardır; San Antonio'daki hemen tüm evlerde klima vardır. Klimalar nisan ayının başında açılır ve kasım ayına kadar hiç durmadan her gün 24 saat çalışırlar.
Çocukluğumda, bu yakıcı sıcağa rağmen tüm günümü sokakta arkadaşlarımla bisiklete binerek, sokaklarda oynayarak veya havuza giderek geçirirdim. Çok sıcakladığımızda bir arkadaşımızın klimalı evine girer, su içer, biraz dinlenir yine çıkardık. Yaşımız ilerledikçe sıcaktan kaçıp evde kaldığımız zamanlar uzadı. Ergenlikte ise daha çok arkadaşlarla buluşup klimalı olan alışveriş merkezlinde takılmaya başladık.
Erişkin yaşlarımızda kendi evlerimize çıkınca sıcaklarda evde takılma hayatın daha normal bir parçası haline geldi. Çocukken mahalledeki evlerdeki tüm çocukları tanır, onlarla oyunlar oynardık. Erişkin yaşlarımızda bu sosyal iletişim kayboldu; komşularımızla pek konuşup tanışmaz olduk, en çok bir markette görünce birbirimizle selamlaşır olduk.
Evin dışında geçirdiğimiz zaman azalmaya başladı ve eğer dışarı çıkarsak da kendi evimizin bahçesinde kalmayı yeğlemeye başladık. Biz Amerikalılar olarak özel hayatımızın mahremiyetine pek düşkünüzdür. Bu da bizi, eğer özel bir gayret içinde değilsek, komşularımızla tanışmaktan alıkoyar. Amerikalılar genelde işleri ve evleri arasında vakit geçirirler. Belki en fazlasından kapı komşunuzu tanır ama bunun ötesine geçmezsiniz.
Dört yıl önce İstanbul'a taşınınca buradaki sıkı komşuluk ilişkileri bana önceleri biraz bunaltıcı geldi. Ben komşularımın nereye gittiğimi ne yaptığımı sormalarına alışık değildim. Hele hele haber vermeden ev ziyaretine gelmelerine, yemek getirmelerine, bir takım şeyler istemelerine hiç alışık değildim.
Bu dört yıl içinde yavaş yavaş bu tip toplumsal iletişime alışmaya başladım ama yine de tam bir Türkiyeli gibi rahat olduğum söylenemez. Benim için komşuluk az dozlarda alınması gereken bir ilaç gibi.
Yazlarımı benim için cennetten bir parça olan Büyükada'da geçirmekten dolayı kendimi çok şanslı hissediyorum. Eğer yazın gelen ve çevreyi canlandıran günübirlikçileri saymazsanız geçmişte kalan küçük bir kasaba havası var bu Ada'da. Herkes genelde cana yakın, hoş, sevimli ve hoşgörülü. İnsanlar komşularını tanıyor, birbirlerine yardım ediyor, habersiz ziyaretler sevinçle karşılanıyor, hep bir arada yemekler yeniyor. Dostlarınızı görebilmek için detaylı planlar yapmak gerekmiyor, bir pazar alışverişi sonrası veya bir yürüyüşte bir araya gelebiliyor, çat kapı çay içmeye gidebiliyorsunuz.
Özlem duyulan komşuluk ilişkileri herhalde bu olsa gerek. İnsanlar Ada'da genelde açık mekanlarda yaşıyorlar; balkonda, bahçede, havuz başında, çarşıda, kahvede vb. Özel hayatlarının mahremiyetine düşkün Amerikalıların evleri gibi perdeler, kapılar kapalı değil. Kapı ve pencereler her zaman deniz havası almak için veya biraz cereyan yapıp serinleyebilmek için hep açık. Bu durum doğal olarak komşularla tanışmak konuşmak görüşmek için bir çok fırsat yaratıyor.
Fakat bu yaz sıcaklar başlayınca bizde bir şeyin değiştiğinin farkına vardım. Amerika'daki evlerin aksine burada daha az sayıda evde klima var ve bizim evimiz bu şanslı evlerden biri. Sıcakla pek arası olmayan kocam ve klima tutkunu ben havalar dayanılmayacak kadar sıcak ve rutubetli olunca klimayı açıp eve kapanıyoruz. Böylece kendimizi izole ediyor ve rastgele komşuluklara da kapımızı kapıyor oluyoruz. Bu da bir şekilde gönüllü bir tecrit uygulaması oluyor.
Balkonlardan komşulara seslenip yemek tarifi almaz oluyor, komşunun iki tekerlekli bisiklete binmeyi öğrenen çocuğunu alkışlarla teşvik edemiyor, yaşlı komşumuzun alış verişini taşımasına yardım edemiyoruz. Sevdiklerimi gördüğümüz yürüyüşlere çıkamıyor, arkadaşlarımızı görmez oluyoruz. Klima nedeniyle eve kapanmaya başlayınca buraya has komşuluk ilişkileri de zarar görmeye başlıyor.
Bu tecrit süresinde İnternet'te her zamankinden daha fazla zaman geçiriyor, daha uzun zaman TV seyrediyoruz. Sözün kısası yetiştiğim Amerikan yaşam tarzına geri dönüş yapıyorum. Ama şimdi bu Amerikan stili tecrit bana ters gelmeye başladı. Önceleri beni rahatsız eden bu komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerini nasıl özümsediğimi anladım. Arkadaşlarımızı, rastgele komşuluklarımızı özlüyorum. Havaların biran önce serinleyip dışarı çıkmamıza imkan vermesini dört gözle bekler oldum. (SMA/TK)