Geçtiğimiz salı günü Bahariye'de yürürken, Türkiye'de alışageldiğim bir sahneyle karşılaştım. Genç bir kız ile oğlan sokakta kavga ediyorlardı. Kız oğlana "Sen ne biçim bir insansın" diye bağırıyor, oğlan ise sesini çıkarmadan dinliyordu.
Dediğim gibi bu tip dramatik sahnelere alıştığım için fazla dikkat etmeden yürümeyi sürdürdüm.
Birkaç adım atmıştım ki, bir tokat sesi duydum. Arkama baktığımda kızı yerde yatar, oğlanı da onu tekmelerken gördüm. Kuvvetli tekmeler değildi ama kızı tekmeliyordu işte.
Yaşlıca bir adam yolun karşısından tramvay raylarını atlayarak kızın yardımına koştu. Oğlana vurmaya ve bağırmaya başladı. Aynı anda çevreden başka erkekler de koşarak geldi, bir yandan kavgayı ayırmaya çalışırken diğer yandan oğlana vurmaya başladılar.
Tabii hemen, aile içi şiddet olaylarında sık görülen ve benim de şiddete maruz kalan kadınlarla birlikte yürüttüğüm çalışmalar nedeniyle yabancısı olmadığım bir manzara tezahür etti.
Kız yerden kalkıp kendisini tekmeleyen arkadaşını korumak için yardıma gelen insanlara saldırdı. Ortalık bir süre sonra yatıştı, kız ile oğlan olay yerinden birlikte ayrıldılar.
Çevredekiler bu sefer de kızın yardımına ilk koşan adamı sakinleştirmeye çalıştılar. Bu arada olaya tanık olan bir kadın bir başka adama, olayı kızın, oğlanı tahrik ederek başlattığını, asıl suçlunun kız olduğunu anlatıyordu.
Üstelik bunu söyleyen yaşlıca kadın, görünüşüyle, aile içi şiddet olaylarında suçu kadına yükleyen, kadının yaptığı bir şeyle kocayı tahrik ettiğine inanan geleneksel, muhafazakâr tiplemeye uymuyor gibiydi.
Bu muhafazakâr tiplemeye bizler, sıklıkla televizyon programlarında rastlıyor; aile içi şiddetle ilgili soruları cevaplarken yukarıdaki nedenleri sıralayışlarıyla tanıyoruz.
Bu kadınlar, "kadının yanlış bir şeyler yaparak kocası tarafından dövülmeyi, hatta öldürülmeyi hak ettiğine inanan kişiler" olarak resmediliyorlar. Bende ise nedense, bu programlardaki kadınların, muhafazakâr tiplemeyi destekleyen kişiler arasından seçildiğine dair bir kanı var.
Bahsi geçen muhafazakar düşünce yapısının geleneksel ve kültürel temellerinin yanı sıra psikolojik bir temeli de var. Bu muhafazakâr kuram, "dünyanın adil olduğu" ve "herkesin hak ettiğini yaşadığı, kötülerin cezalandırılıp iyilerin ödüllendirildiği" inancı üzerine kurulu.
Bu kuramı hayatımıza uygulayarak kendimizi korumaya alır, kötü bir şey yapmadığımız sürece başımıza kötü bir şey gelmeyeceğine inanırız. Aile içi şiddet, tecavüz, hırsızlık, cinayet gibi kötülükleri bu şekilde açıklayarak kendi içimizde huzur ve tutarlılık buluruz.
Komşunun arabası kapısını kilitlemediği için çalınmış, kadın sokakta "dekolte" giyindiği için taciz edilmiş, fakirler çalışmadıkları için fakir kalmışlardır. Ama biz böyle olmadığımız ve böyle şeyler yapmadığımız için başımıza,öyle şeyler gelmeyecektir.
Toplumlar ve değerler değiştikçe, evrimleştikçe, globalleştikçe geleneksel ve modern davranış ve düşünce yapıları birbirleri ile rekabete girmekte, bu rekabetin sonucu olarak da anlaşmazlıklar ve şiddet doğmaktadır.
Toplumun yanı sıra bireyler de ilişkilerini bir ortaklıktan ziyade bir rekabet gibi görüp "diğer birey üzerinde üstünlük ve kontrol sağlamanın" aracı olarak değerlendirdikçe yukarıdakine benzer kavgalar da yaşanacaktır.
İnsan bir kavgayı, bildiği -kullanmayı öğrendiği- araçlarla başlatır ve sürdürür. Erkeklerin araçları genellikle kıskançlık, kontrol ve şiddet, kadınlarınkiler ise manipülasyon ve sözcüklerdir. Bu üstünlük kurma savaşında her zaman bir kazanan olmaz ama kaybeden her zaman kadın, erkek ve toplumdur.
Bu cinsiyetler çatışmasında erkek ve kadın, bir yandan değişen dünyada kendilerine yeni bir konum edinme diğer yandan da eski kazanımlarından ve hâkimiyetlerinden vazgeçmeme çabası içinde.
"Kontrol eden" ve "itaat edilen" konumundaki erkek, bağımsızlığını kazanmaya çalışan kadın karşısında önceki kazanımlarını kaybetmeye başladığını hissettiğinde, kayıplarına karşı bildiği-öğretilen şiddet aracını kullanıyor.
Doğal olarak, kadın da erkeğin bu olumsuz davranışlarına cevap vermeye başlıyor ve bir fasit daireye doğru hızla yol alınıyor.
Bu hâkimiyet savaşı, toplumda da karşılığını buluyor. Örneğin siyasette... Hükümet ve muhalefet çoğunlukla incir çekirdeğini doldurmayacak denli önemsiz konularda birbirlerine saldırıyor, ülkenin önemli konularını göz ardı edip çözüme katkıda bulunmuyorlar.
Oysa "rekabet"e odaklanıp birbirimiz üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmak yerine başta kendimize, sonra karşımızdakine saygı duyarak işe başlamalı, şiddetin kabul edilemez olduğunu ve sorunların çözümüne katkı sağlamayacağını anlamalıyız.
Aile içi şiddeti kınayan, aile içi şiddete karşı pek çok kampanya yürütülüyor. Tüm bu kampanyaların hedefinde erkekler ve erkeklerin davranışlarını değiştirme çabası var.
Fakat erkekler sorunun yalnızca bir parçası. Kadınlar arasında da yaygın olan, "mağduru suçlama" yaklaşımının da ivedilikle değişmesi ve şiddetin hiçbir şartta kabul edilemeyeceğinin kavranması gerekiyor.
Erkek ve kadın arasındaki toplumsal denge sağlanmalı, toplum her iki cinsi birbirlerinin ihtiyaçlarına saygılı olmaya çağırmalıdır. (SA/YA/BB)
* Sue Marsh Akyel'in İngilizce metnini Yahya Akyel Türkçeye çevirdi.