Kamuoyunda HDP’nin barajı geçeceğine dair endişeler tamamen yok olmadıysa da azalmış görünüyor. Endişelerin tam geçmesi zor, çünkü HDP’nin misyonu ağır. Türkiye demokratikleşmeyle ağır bir otoriterleşme arasında bir yol ayrımında ve yönümüzü açıkça HDP’nin seçimde alacağı sonuç belirleyecek. Yani AKP’nin otoriter rejimine, giderek fütursuzlaşan siyaset yapma tarzına, süfli hallerine dur diyecek olan HDP’ye gelecek oylar.
Şu denklemi herkes çözdü: AKP’nin başkanlık sistemi HDP’nin barajı geçmesiyle imkansız hale geliyor. Var olan önyargı ve endişeler nedeniyle oldukça zorlansa da Demirtaş’ın etkili çıkışlarıyla kamuoyu bunu büyük ölçüde kavramış gibi görünüyor. Ama bunu fark eden, giderek tedirginleşen ve tedirginleştikçe hırçınlaşan bir de AKP yöneticileri var. Bunların başını da “Cumhurbaşkanı” Erdoğan çekiyor, çünkü gerçekten kendisi “Cumhurbaşkanı” olmaktan öte hala bir AKP yöneticisi. Dolayısıyla HDP’nin barajı geçmesi durumuna karşı her tür girişimde bulunmaya hazır, gözünü budaktan sakınmayacak bir AKP kadrosu mevcut. Parti devlet bütünleştiği ölçüde de tehlikeli bir biçimde devletin tüm kanalları, organları ülkenin değil AKP’nin hizmetinde. Hal böyle olunca HDP’nin barajı geçeceğine dair tereddütler bitmiyor...
HDP ile demokratikleşme arasındaki ilişki sadece HDP’nin seçim denklemindeki AKP’ye karşı kritik rolünden de ibaret değil. Seçim barajına takılma ihtimali taşıyan HDP’nin kimi ve neyi temsil ettiğinden bağımsız düşünsek bile HDP gibi yüzde 10’larda oy potansiyeli olan bir partinin meclis dışında kalması, sistemin meşruluğunu önemli ölçüde sarsacak. Açıkça demokrasi zafiyetini ortaya koyan bir gerçeklik olarak vicdanlarda derin bir rahatsızlık yaratacak. HDP’nin dışarıda kalması gerektiğini söyleme ve barajı savunma noktasına kadar seviyeyi düşürdüklerine bakılırsa, AKP yöneticileri için geçerli değil tabi bu söylediğim. Bu biçimsel nedenden ötür dahi barajın sandıkta fiilen yıkılması hem bugünkü rejime hem de gelecekte otoriterleşme eğilimi göstermeye kalkacak her tür hükümet partisine sınır çizmek için tarihsel bir fırsat.
AKP hükümeti ki demokrasinin tek adresi olarak sandığı göstere geldi hep. Ancak varılan noktada “seçim” ve “sandık” sadece çoğunluğa dayanan despotik bir rejimi kurmanın yoluna indirgendi. Siyasetinin demokrasi sınırları devlet aygını ele geçirdikçe, kendi elitleri palazlandıkça ve çıkar ağları örüldükçe netleşti. Barış sürecini Kürt hareketinin talepleriyle birleştiremeyecek kadar sınırlı demokrasi anlayışı oy kaybetme korkusuyla birleşince daha fazla milliyetçi söylemin kucağına oturdu. Artık iddia ettiği gibi bir mazlumlar partisi olmadığı ayan beyan ortada. Gücü elinde tutan ve bırakmak istemeyen, bunun için her tür yönteme başvurmaya açık bir iktidar partisi... Sürekli AKP ile ittifak içinde olmakla suçlanan HDP ise buna karşı alternatif demokrasi anlayışıyla net bir direniş hattı çizen tek parti. Onu güçlü bir muhalefet kılan, AKP karşıtlığının ötesinde, “çoğulcu demokrasi” anlayışı temelinde yükselen eleştirisi… Dolayısıyla HDP barajı geçerse neler olacak sorusuna oy hesapları üzerinden bakmak dışında, HDP barajın altında kalınca başka neler ve kimler siyasetten dışlanacak diye sormak da önemli. İşte bu noktada onun radikal çoğulcu demokrasi anlayışı karşımız çıkıyor. HDP’nin siyasi çizgisi, başta Kürtler olmak üzere, farklı kimlikleri ve sorunları birlikte ele alıyor. Yani Kürt sorunu Türkiye’nin yoksulluk sorunundan, toplumsal cinsiyet eşitsizliği meselesi işsizlik sorunundan, ekoloji sorunu bölgeler arası dengesiz gelişme ve göç meselesinden, bütün bunlar barış sorunundan bağımsız düşünülemez. Bu genişlikte bakan tek parti HDP.
Demirtaş’ın o herkesi büyüleyen aurasının arkasında bu yeni anlayış yatıyor. Demirtaş da tavrı ve kişiliğiyle, bu tür bir siyaseti şimdiye kadar gördüğüm tüm siyasetçilerden daha iyi temsil ediyor. Tüm bunlar HDP’ye oy vermek için şekli, matematiksel hesapların ötesinde en önemli sebep.
HDP’nin önüne çekilen seçim barajı, kimleri ve neleri dışarıda bırakıyor diye de sormak lazım. HDP’nin kadınlardan engellilere, gençlere, emekçilere, emeklilere, farklı inanç kesimlerine, Kürtlerden Süryanilere kadar uzanan etnik kimliklere dönük somut politika önerileri var ve bunlar birbirleriyle ilgisiz bir çerçevede değil, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi gibi genel bir çerçevede ele alınıyor. Yani pek çoğumuzun aklına ilk gelen parçalanma sendromunun aksine HDP’nin seçim bildirgesini kuran demokratik bir Türkiye hayali. Yerel yönetimlerin güçlendiği bir demokratik özerklik modelinden, anayasa programına, ekonomik önermelerine kadar bu böyle… Bir olmanın yolunun, farklılıkları bastırmak değil, farklılıklar arasındaki eşitlik olduğunu vurgulayan; hem siyasal hem de ekonomik açıdan yönetim yapısını ademi merkezileştirmeyi ve daha katılımcı kılmayı hedefleyen bir program… Hükümetin sürekli suçlu veya ahlaksız konumuna itmeye çalıştığı hareketler, kesimler ve taleplerle hiçbir parti değil, sadece HDP organik bir ilişki içinde. HDP sokakta, yani yaşamın içinde siyaset yapanlarla birlikte kurdu sözünü. Dolayısıyla HDP’nin barajın altında kalması demek, tüm bu toplumsal hareketlerin, onların politik sözlerinin ve HDP fikri etrafında geliştirdikleri toplumsal arzunun da barajın altında kalması demek.
Kısaca HDP bugün duman altı olmuş Türkiye için içeriden dışarıya açılan bir hava deliği, bir baca. HDP demokratikleşmeye açılan kapının anahtarı her anlamda. Esasen demokrasiye açılan kapıyı HDP değil HDP’ye verilecek oylar açacak. Bir kez açıldığında ise, o kapıdan yalnız HDP ve HDP’lilerin değil herkesin geçmesi ve demokratikleşme yolunda yürümeyi isteyen herkesin kendi istediği patikadan yürümesi mümkün olacak. Buna tüm diğer muhalefet partileri ve hareketleri de dahil. Öyle ki HDP’ye verilen oylar HDP’yi de bu yola daha çok bağlayacak… (BY/HK)