15-16 Haziran 1970 işçi sınıfının yıllar önce yarattığı direnişi ve öğretisi hala akıllardadır. Bu coğrafyada yaşandı ve tarih oldu. Anısı önünde saygıyla eğilirken; bu şanlı direnişten ders çıkarmanın sorumluluk ve görev olduğu fikrindeyim.
Her dayanışma ve her direniş tarihte yerini alır ve zor kullanan bütün siyasal iktidarları geçmişten günümüze yargılar ve geleceğe taşır.
Tuhaf bir tesadüf… Tesadüf 12 Haziran tarihi ile ilgili. Bir yıl önce ve bir yıl sonra.
Adı “gezi” davaları ve Türkiye’nin adliyelerinde görülmeye devam ediyor… Bazıları davaya dönüşmeden verilen takipsizlik kararları verilmekle bitti. Bazı gezi dayanışma/direnişleri için ceza davaları açıldı. Ama daha davaya duruşmaya gerek kalmadan ve hiç kimse duruşmaya bile çağrılmadan “hâkimler” derhal beraat kararları verdi. İddianameler iddianame olmakla kaldı. Yargılamalar ve yargılanmalar tarihinde her biri, yaşandığı gibi yerini aldı.
Açılan bazı ceza davaları ise sürüyor. Bir yıl sonra yeni görülmeye başlanan davalardan birisi de Taksim Dayanışması Gezi Parkı ile ilgili dava… 12 Haziran 2014 tarihinde İstanbul’da 33. Asliye Ceza Mahkemesinde davaya “duruşma” ve yargılama başladı. Sanıklar davada sorgularını verdi ve duruşma (2014) Ekim ayına ertelendi.
Tuhaf tesadüf… Çünkü bundan tam bir yıl önce, tam gezi dayanışma/direnişinin gazlarla boğulmaya çalışıldığı, insanların yerlerde sürüklenmeye başlandığı, gözaltına alındığı, işkence ve gayriinsanî muameleyle, en sert polis baskıyla dayanışma/direnişin kırılmaya çalışıldığı günlere rastlayan 12 Haziran 2013 tarihinde Avrupa Parlamentosu “Gezi” için karar almıştı. Bir yıl önceydi…
Bir yıl sonra, Türkiye’de 12 Haziran 2014 tarihinde gezi davalarından birisi daha görülmeye başlandı ve bu ülke haklarını kullanan insanları yargılamaya devam ediyor…
Ne tuhaf rastlantı…
Avrupa Parlamentosu 12 Haziran 2013 (2013/2664(RSP)- B7-0309/2013) tarihli Gezi protestoları hakkındaki kararının Konsey’e, Komisyon’a, AB’nin Dışişlerinden Sorumlu Yüksek Temsilcisine, Komisyon’un Güvenlikten Sorumlu Başkan Yardımcısına, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanına, üye ülkelerin hükümetlerine ve parlamentolarına ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetine ve Büyük Millet Meclisi’ne iletilmesi görevini Parlamento Başkanına vermişti.
Avrupa Parlamentosu; 1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ve bu Sözleşmenin toplanma özgürlüğüne ve ifade özgürlüğüne ilişkin hükümlerini, 1996 Sivil ve Siyasal Haklara dair Uluslararası Antlaşma ve özellikle onun ifade özgürlüğünü teminat altına alan 19. maddesi ile toplanma özgürlüğü hakkındaki 21. ve 22. maddelerini göz önünde bulundurarak bu kararı almıştı.
Bundan tam bir yıl önce gezi olayları nedeniyle Avrupa Parlamentosu, Komisyon’un 2012 Türkiye ilerleme raporunu (SWD(2012)0336), Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nı, Avrupa Konseyi’nin 14 Aralık 2010, 5 Aralık 2011 ve 11 Aralık 2012 tarihli kararlarını hatırlatarak ve Türkiye ilerleme raporlarını göz önünde bulundurarak verdiği bu kararında bazı satır başlarına göz atmakta yarar var
Avrupa Parlamentosu “uyarılarına” şu tespitle başlamıştı:
“D. Başlangıçta sadece Gezi Parkı’nın (İstanbul) dönüşümü projesine karşı yöneltilmiş olan kitlesel gösterilerin, polis güçlerinin gaddarlığına ve Taksim Meydanı göstericilerine uygulanan şiddete tepki olarak hızla bir baskıya karşı protesto hareketine dönüştüğünü değerlendirerek;
E. İnsan hakları kuruluşları ve tabip odalarına göre son günlerde şiddet eylemlerinin artık ülkenin tümüne yayıldığını, dört kişinin öldüğünü, İstanbul’da en az 1.500 ve Ankara’da da 700’ün üzerinde yaralı olduğunu değerlendirerek;
F. Başlangıçta barışçıl olan göstericilere karşı Polisin yoğun olarak göz yaşartıcı gaz bombaları kullandığını ve ayrıca gaz bombalarının önemli bir miktarının da hiçbir göstericinin bulunmadığı konut alanlarına helikopterlerle atıldığını değerlendirerek, pek çok vesileyle göz yaşartıcı bombalarının evlerin içlerine atıldığını ve bunun da gereklilik ve orantılılık ilkelerini ihlal ettiğini değerlendirerek;
G. Ciddi iddialara göre, Türk hükümetinin, hükümet karşıtı toplaşmalardan gelen bilgi akışını durdurmak için sosyal ağları kilitlemeye ve internet erişimini kesmeye çalışmış olabileceğini değerlendirerek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sosyal medyayı "tehdit" olarak nitelediğini değerlendirerek;
H. Kitlesel gösterilerin ülkenin siyasal istikrarsızlığını ortaya koyduğunu değerlendirerek, popüler hareketlenmelerin geniş bir ideolojik yelpazeyi kapsamakla birlikte, her halükarda Türk halkının Erdoğan hükümetine ve iktidardaki AKP’ye karşı öfkesini açıkça ifade ettiğini değerlendirerek; (…)
N. Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce şimdiye dek üç kez göstericilerin haklarının ihlalinden ve tutuklulara kötü muameleden hüküm giydiğini değerlendirerek;
O. Türkiye’nin bir aday ülke olarak demokrasiye saygı göstermek ve demokrasiyi ilerletmek, demokratik hakları ve insan haklarını güçlendirmek durumunda olduğunu değerlendirerek, Komisyon’un 2012 yılı Türkiye ilerleme raporunun, ön üyelik yardımı kapsamında yargı gücü ve polis reformuna 810 milyon Euro tahsis edildiğini not ettiğini değerlendirerek;
P. Tüm dünya halklarının neoliberal ve antisosyal politikalara karşı öfkesi yükselirken, demokratik gösteri hakkının giderek daha çok tehdit altına girdiğini değerlendirerek;
1. Türk hükümetinin göstericilere ve Türk halkına karşı uyguladığı devlet şiddetini şiddetle kınar;
2. Türk Çevik Kuvvet Polisi’nin siyasi partileri hedeflemesini şiddetle kınar;
3. Türk hükümetini göstericilere karşı uygulanan şiddete derhal son vermeye ve halen tutuklanmış bulunan tüm barışçıl göstericileri serbest bırakmaya davet eder; (…)
9. Gezi Parkı olayı ancak tetikleyici bir vesile olduğundan, Türk hükümetini bu halk ayaklanmasının esas kaynağını teşkil eden sosyal politikalarını, kültür politikalarını ve ekonomi politikalarını gözden geçirmeye davet eder;
10. Durumu normalleştirmeye katkıda bulunmak yerine yangına körükle gitmeye devam eden ve ülkedeki karışıklıkları daha da ağırlaştıran Türk yetkilileri kınar;”
Avrupa Parlamentosu ana başlıklarına değinilen “kınamalar” sonrasında Türkiye’yi; AB müktesebatı ve ILO konvansiyonlarıyla uyumu temin için yeniden kanuni düzenleme yapılarak “derhal hayata geçirmeye” davet etmiştir.
Bir yıl önce ve tam Gezi dayanışma/direnişinin sürdüğü ortamda hangi gerçeği akılda tutmak gerektiğine değinirken şöyle yazıp, şöyle söylemiştim:
“Birbirinden ayrı ama birbirinden ayrılmayan, sürekli birbirini etkileyen üç dünyada yaşıyoruz. Var olan, var olmuş olan ve var olacak olan… O halde bu günlerde yaşadıklarımız ve her direniş aslında, tarihtir. Tarih, geçmişe bakmak, onu değerlendirmek çabasıdır. Şimdiki zamandan ve gelecekten kopuk değildir. Zamanda akıp giden, insan yaşamıdır.
Gezi Parkında ve bu topraklar üzerinde yaşananların hepsi, var olandır. İnsanın kendi değerlerinden var olmuş direnişidir. Gelecekte var olacak olan ise; direnişin ve insan onurunun korunmasıdır. Hiçbir insanın onuru elinden alınamaz. Çünkü insan onuru, dokunulmazdır. İnsan onurunun dokunulmaz olmasıyla amaçlanan insan onuruna karşı her türlü müdahalenin önlenmesidir. Tüm devlet erkleri insan onuruna saygı göstermek ve korumakla yükümlüdür. Devlet, insan onurunun korunması ve ona saygı gösterilmesi ödevini yükleyen temel esasları oluşturmakla görevlidir. Dolayısıyla temel hak ve özgürlüklerin omurgasını oluşturan düşünce ve ifade özgürlüğünün korunması demek, insan onurunun korunması demektir. İnsan onuruna, devletlerin “yasaya dayanarak” veya “yasadan kaynaklanan” müdahalelerine izin verilmez, verilmemelidir. Çünkü onur, insana değer vermek amacıyla atfolunduğu için Anayasalar tarafından korunan bir değerdir. İçsel bir değer olan insan onuruna devletin cezalandırma gücü tarafından ulaşılamaz ve hatta zedelenemez.”
Var olmuş olanların yargılanması ile var olacakların yargılanması nasıl bir yargılama olabilir?
Her ceza davasında bir suçlama vardır ve yargılama yapılır. Açılan her ceza davasının sanıkları; yargılandıkları bu davalarda, kamu vicdanı ve tarih önünde zor kullanan siyasal iktidarları yargılarlar. Görülmesi gereken bu davadır. (Fİ/HK)